Darbenin Yürek Yakan Görüntüleri

Yassıada duruşmalarının MBK Başkanı Orgeneral Cemal Gürsel için çekilen görüntü ve ses kayıtları gün yüzüne çıktı.

 

Abdullah Kılıç'ın haberi

"Yassıada Gerçeği" dizisinin hazırlıklarına yaklaşık 1,5 yıl önce başladık. Türkiye'de demokrasinin ilk kez kesintiye uğradığı 27Mayıs'ın bilinmeyen yönleri, bugüne kadar ortaya çıkmayan belgeleri var mıydı, varsa bu belgelere nasıl ulaşabilirdik?

Yapacağımız çalışma, özel ve ilk olmalıydı. Bu amaçla Yassıada duruşmalarının MBK Başkanı Orgeneral Cemal Gürsel için çekilen görüntü ve ses kayıtlarının peşine düştük.

Varlığından çeşitli vesilelerle bahsedilen ama bir türlü tamamı ortaya çıkmayan görüntü ve pek azı yayınlanan ses kayıtları ile her anı kare kare yansıtan fotoğrafların izini sürdük.

2009 yılının başlarında bir kaynak, Yassıada duruşmalarına ait ses kayıtlarının kendisinde olduğu bilgisini verdi. Bu kayıtları ancak üç ay önce alabildik. Ses kayıtları, yaklaşık 300 kasetti ve kayıtların süresi de bin saati aşıyordu. Bunları dinlemek epey vaktimizi aldı.

Yassıada'da kaydedilen ve 1960'ta bir bölümü radyodayayınlanan ses kayıtlarına nihayet ulaşmıştık! Geriye, video görüntüleri ve çekilen yüzlerce fotoğraf kalmıştı. Beklediğimiz haber 20 gün önce geldi. Telefondaki ses, 2.500'e yakınfotoğrafın kendilerinde olduğunu söylüyordu. Sevincimize diyecek yoktu...

Sıra video görüntülerine gelmişti... "İyi olacak hastanın doktor ayağına gelirmiş" derler ya, aynen öyle oldu. Bir proje için benimle görüşmek isteyen dostuma, "Yassıada ile ilgili bir dizi için çalıştığımı ve yoğun olduğumu" söyledim.

O da "O zaman benimle muhakkak görüşmen lazım, çünkü elimde acayip görüntüler var." deyiverdi. Boşboğazlığım ilk kez işe yaramıştı. Hemen her gazeteci ve televizyoncunun peşinde koştuğu görüntülere bir çırpıda ulaşmıştım.

Ancak kaynaktan bu görüntüleri almak için epey dil dökmem gerekti.

Benden kurtulamayacağını anlayan dostum, "Tavlada yenersen kayıtları alırsın." demesin mi? Böyle önemli ve tarihî belgeleri almak tavlaya kalmıştı. Neyse ki şansım yaver gitti...

Peki bu görüntü, ses kayıtları ve fotoğraflar neden bu kadar önemli? Yassıada duruşmaları ile ilgili yeni ve farklı ne söylüyor? Adnan Menderes'in savunmaları nasıl engellendi?

Menderes'i halkın gözünde küçük düşürmek için hakim ve savcılar, yasaları nasıl çiğnedi? Seyirciler, Menderes'i ve arkadaşlarını neden yuhalıyorlardı?

 

 

Önce şunu belirtmeliyim: Yassıada duruşmalarını anlatan, duruşmaların mahkeme tutanaklarını içeren çok sayıda kitap var. Ben bu dizide başta Emine Gürsoy Naskali'nin 7 ciltlik "Yassıda Zabıtları" olmak üzere birçok eserden yararlandım.

Ancak burada önemli olan hakim, savcı, sanık ve tanıkların ses kayıtlarıydı. Çünkü bugüne kadar hakim ve savcının, sanıklara kaba, sert ve alaycı tutumundan bahsediliyor; ancak bu konuda yeterli deliller sunulamıyordu. Biz, ses kayıtlarını ilk dinlediğimizde hakim ve savcının üslubu karşısında şaşkına döndük.

Hukuk adamlarının söz ve tavırları, insanın tüylerini ürpertecek nitelikteydi. İşte bu dizi, Celal Bayar, Adnan Menderes ve arkadaşlarının ölüm cezasına çaptırılacaklarını bile bile yaptıkları savunmaların ses kayıtlarını dinlemek, fotoğraflarını görmek, filmlerini izlemek o günleri daha iyi analiz etmek için tarihî bir fırsat!

Bu belgeleri dinleyip izledikten sonra Türk tarihinin en utanç verici olaylarının yaşandığı 27 Mayıs'ı ve Yassıda gerçeğini daha iyi anlamak mümkün olacaktır. Bütün bu görüntü ve ses kayıtlarının önemli bir kısmını internetten www.zaman.com.tr adresinde bulabilirsiniz.

Yassıada duruşmalarında kötü şartlardan, Menderes ve arkadaşlarının maruz kaldığı çirkin muameleden bahsedilegelmişti. Yassıada'da tutuklu bulunan sanıkların bir yıla yakın bir süre orada neler yaşadıkları merak ediliyordu. İşte bu görüntü ve fotoğraflar, sizi o yıllara götürecek.

Celal Bayar, Adnan Menderes ve arkadaşlarının daha önce hiçbir yerde yayınlanmamış görüntü, ses kayıtları ve fotoğraflarıyla tarihe tanıklık edecek; Türkiye'nin demokrasi şehitlerinin son günlerine tanık olacaksınız. Bunlar, darbenin toplum vicdanında açtığı yaraları anlatmaya yetecektir.

 

İnönü: Büyük bir iş yaptınız, emrinizdeyim

27 Mayıs sabahı, İnönü'nün evinin önü bayram yeri gibiydi. Sokağa çıkma yasağına rağmen CHP'liler orada toplanmıştı.

Radyoda bildiriyi okuyan Türkeş de İnönü'nün yanına gelerek elini öptü. İhtilalden hemen sonra Ankara'ya gelen MBK Başkanı Cemal Gürsel'in yaptığı ilk işlerden biri de İnönü'yü arayıp emirlerinin olup olmadığını sormaktı.

İnönü'nün cevabı ise şaşırtıcıydı: "Asıl ben sizin emrinizdeyim..."

-27 Mayıs 1960 Cuma sabahı, saat üç. Radyo spikerinin ifadesiyle önce İstanbul Radyosu ilk 'müjdeyi'(!) verdi. Sıra Ankara Radyosu'ndaydı. Albay Alparslan Türkeş, kalın ve tok sesiyle ihtilal haberini Türkiye'ye duyuruyordu: "Sevgili vatandaşlar. ...TSK, memleketin idaresini eline almıştır..."

Aynı saatlerde Ankara'da Örfi İdare Karargâhı'nda ihtilali başaran subaylar ilk toplantılarını yapıyordu. Ayaküstü alınan kararlarla ilk tayinler yapılıyordu.

Hukukî meseleleri danışmak için getirilen Yargıtay ve Danıştay başkanları da orada hazır bulunuyordu.

İhtilali radyodan duyan yüzlerce CHP'li ve pek çok subay, İnönü'nün Ankara'daki Ayten Sokak'taki evinin önünde kutlama yapıyordu!

Kalabalığın İnönü'nün evinin önünde toplandığını öğrenen Türkeş, bildiriden hemen sonra bir tabur askerle oraya geçti. İçeri girip İnönü'nün elini öptü.

 

 

İhtilal ile ilgili kısaca bilgi verdi, sonra sarılıp ayrıldılar. İhtilalin ikinci günü ise bu kez Cemal Gürsel, İnönü'ye telefon edip, "Ne isterseniz, ne zaman isterseniz emrinizdeyiz." diyecekti.

İnönü de Gürsel'e, "Büyük bir iş yaptınız. Başarınıza yardımcı olmak için asıl ben sizin emrinizde olacağım." şeklinde cevap verecekti.

CELAL BAYAR, SİLAHINI ÇEKİYOR

Önce Çankaya Köşkü'nde ikamet eden Cumhurbaşkanı Celal Bayar tutuklandı. Darbenin olduğunu, gelen telefonlardan duyan Bayar, giyinip salonda beklemeye başlamıştı.

Bayar'ı tutuklama görevi verilen Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı Komutanı Albay Osman Köksal, Bayar'ın ihtilali öğrendiğini anlayınca karargâhtan yardım istedi.

Orgeneral Cemal Madanoğlu'nun talimatıyla Orgeneral Cevdet Sunay başkanlığındaki bir üst düzey subay hemen Köşk'e geldi. Bayar'dan istifa etmesi istendi.

Bayar, ölse de istifa etmeyeceğini bildirdi, "Millet iradesi ile geldim, millet iradesi ile giderim. Siz kim oluyorsunuz? Hiçbir kuvvet beni buradan alamaz." diyen Bayar, elindeki silahı askerlere doğrulttu.

Sonra silahı kendisine çevirdi. Askerler, silahı indirmesi konusunda ısrarlı olunca da daha fazla direnmedi, silahını bırakarak teslim oldu. Sürüklenerek Köşk'ten çıkarılan Bayar, doğruca Harp Okulu'na götürüldü.

MENDERES, KÜTAHYA'DA TUTUKLANIYOR

İhtilali seyahat için gittiği Eskişehir'de haber alan Menderes, hemen yanındakilerle birlikte Kütahya'ya doğru yola çıktı.

Menderes'i tutuklamak için gelen askerî heyet, Menderes'in Kütahya'ya gittiğini öğrenince onu takibe başladı.

Menderes, Kütahya yolunda havadan jetlerle de takip ediliyordu.

Doğruca valilik binasına geçen Menderes, burada direnmek arzusundaydı; ancak etrafının sarıldığını anlayınca daha fazla ısrarcı olmadı ve sabah 8 sularında tutuklandı.

Menderes de diğer tutuklular gibi Ankara'daki Harp Okulu'nun nezarethanesine konuldu. Birkaç gün içerisinde bütün tutuklular Yassıada'ya nakledildi.

İHTİLALCİLER İLK GÜN BİRBİRİNE DÜŞTÜ

Cemal Madanoğlu, ihtilalden sonra DP muhalifi Yargıtay, Danıştay ve Askeri Temyiz üyeleri ile profesörlerden oluşan bir Meclis kurma ve hemen bir anayasa yapma niyetindeydi.

Bu göreve getirilecek profesörler 27 Mayıs'tan önce belirlenmişti. Sıddık Sami Onar, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Tarık Zafer Tunaya, İsmet Giritli, Muammer Raşit Sevig, Naci Şensoy, Hüseyin Nail Kubalı ve Ragıp Sarıca ihtilal sabahı alelacele Ankara'ya çağrıldı. 

İhtilal karargâhının nakledilmiş olduğu Genelkurmay Başkanlığı'nda hocaları, Madanoğlu karşıladı. Askeri Şûra Salonu'nda yapılan toplantıda Prof'lar ihtilali övüyordu.

Velidedeoğlu, Madanoğlu'na tek bir soru sordu: "Bir Nasır rejimine doğru mu gidiyoruz?". Bu soruya askerler 'hayır' cevabı verdi. Toplantı, ihtilalin meşruiyetini hukukî yönden açıklayan bir bildiriyle sona erdi. Hüseyin Nail Kubalı, toplantıdan sonra İsmet İnönü'nün evine gitti. İnönü, hareketin hayırlı olduğunu söylüyordu.

Sıra Bakanlar Kurulu'nun oluşturulmasına gelmişti. İhtilalin ilk günü MBK'nın başına geçen Cemal Gürsel başkanlığında bir toplantı yapılarak kabine oluşturuldu.

Madanoğlu, "kabinede sadece askerler olmasın, siviller de olsun" istiyordu. Buna ekseriyet karşı çıkınca yumruğunu masaya vurdu ve "Yemininizi ne çabuk unuttunuz?" dedi.

MBK Başkanı Cemal Gürsel, Başbakanlık ve Milli Savunma Bakanlığı'nı alıyordu. Birkaç bakanlığın da sivillere verilmesi benimsendi. Liste kesinleştikten sonra Gürsel, seçilenleri birer birer arayıp getirildikleri bakanlıkları söyledi.

Atamalardaki ilginç olay Dışişleri Bakanlığı'nda yaşandı. Radyodan iki kez Fahri Korutürk'ün ismi okunmuştu, adını duyan Korutürk, bakan olmak istemediğini nazik bir dille iletti.

Gürsel'in bütün ısrarlarına rağmen de kabul etmedi. Şimdi nasıl olacaktı? Hiçbir şey olmamış gibi davranılmasına karar verildi. Radyodan üçüncü kez okunan Bakanlar Kurulu listesinde dışişleri bakanı olarak bu kez Salim Sarper'in adı vardı. Zaten kimsenin bir şey soracak cesareti de yoktu!

İdamlar için önce yasa değiştirildi

-İhtilalden hemen sonra kurulan 38 kişilik Milli Birlik Komitesi (MBK) üyelerinin kimlikleri 27 Mayıs'tan 17 gün sonra açıklandı. Geçici bir maddeyle TBMM'nin görev ve yetkileri MBK'ya devredildi. MBK, hemen 1924 Anayasa'nın önemli maddelerinde değişikliklere gitti.

 

 

105 maddelik Anayasa'nın yarıya yakınını değiştirdi. Cumhurbaşkanı'nın yargılanmasının yolunu açtı. TCK'nın 65 yaşını geçenlerin idam edilemeyeceği hükmü yürürlükten kaldırıldı. Bu Celal Bayar'ın idamına hazırlıktı. Geçici anayasa 12 Haziran'da yapılmıştı ama 27 Mayıs 1960'ta yürürlüğe girmiş gibi kabul gördü. Hukukta sonradan yürürlüğe giren bir kanun önceki olayları kapsayamaz ilkesi çiğnendi.

Karardan aylar önce idam sehpaları hazırlandı

Yassıada duruşmalarının başlamasından birkaç ay sonra da idamların yapılacağı İmralı Adası'nda hazırlıklar başladı. Hatta görgü tanıklarının ifadesine göre idam sehpaları, idam cezalarından birkaç önce kurulmuştu bile...

MBK üyelerinin adlarının açıklandığı gün özel bir madde ile Menderes ve arkadaşları için idam kararı verecek olan Yüksek Adalet Divanı kuruldu. Bu arada Heybeliada'daki bir otel hakimler için kiralanıp, lojman haline getirildi. Ve bu bölgeye giriş ve çıkışlar yasaklandı.

Menderes: Doğrusunu izah edeyim Hakim: Gerek yok

Demokrat Partililerin yargılandığı ilk dava "Anayasa'yı ihlal davası"ydı. Bu davada Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan, Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan başta olmak üzere 400'ün üzerinde sanık yargılandı.

 Adnan Menderes, diktatörlükle suçlanıyordu. Anayasa'yı ihlal davası, daha sonra birleştirilen Topkapı olayları, Ankara olayları, Kayseri olayları, 6-7 Eylül olayları, "örtülü ödenek davası", Gedikli olayları gibi davaların çatısını oluşturmuştu.

Ancak buradaki asıl suçlama Adnan Menderes'in İsmet İnönü'yü öldürmek istemesi iddiaları üzerine kurulmuştu. Bu durum açık bir şekilde dile getirilmese de suçlamalar dönüp dolaşıp "İnönü'yü öldürecekmişsiniz"e gelip dayanıyordu.

DP hükümeti, yaşanan olaylardan sonra seçimi düşünmeye başlamıştı. Ancak yeni bir seçimde de CHP'nin iktidara gelmesi zor gözüküyordu. Bunu bilen İsmet İnönü, epey hırçınlaşmış ve işi Meclis kürsüsünden darbe çağrısı yapmaya kadar vardırmıştı.

27 Nisan'da Meclis'teki olaylı bir oturumun ardından İsmet İnönü, "Bu yolda devam ederseniz sizi ben bile kurtaramam!" demişti. İnönü'nün, bu sözleriyle neyi kastettiği ancak 27 Mayıs sabahı anlaşılacaktı.

 Menderes, tam da bugünlerde "Allah, her iktidarı yürüdüğü yolda İnönü ve partisi kadar korkunç bir rakiple karşılaşmaktan korusun." diyecekti.

Ankara ve İstanbul'da üniversite öğrencileri olayları protesto yürüyüşleri düzenliyordu. Öğrenciler, Yeniçeriler gibi "Başbakan'ın başını isteriz" sloganları atıyordu.

Harbiyeliler de Ankara'da yürüyüşe geçmişti. Yine Çankaya Köşkü'ne kadar yürümenin hazırlıkları yapılıyordu. Buna engel olunmasını isteyen Başkomutan Celal Bayar ise mahkemede 'komitacılık' yapmakla suçlanmıştı.

Bu olaylar duruşmada da gündeme gelince Hakim Başol , Bayar'a manidar bir cevap vermişti: "Hürriyet istiyorlardı, o yüzden nümayiş yaptılar..."

Duruşma nihayet başlamıştı; Menderes, kısa bir girişten sonra kendisine yöneltilen suçlamalara cevap vermeye çalışıyordu. Ancak nezaket ve mütevazılığından yine taviz vermiyordu.

Ezikti, en çok haklı olduğu konularda bile suçlamalara nazikçe cevap veriyor, hakimin azarlamaları karşısında çoğu zaman sessiz kalmayı tercih ediyordu. Savcının suçlamalarına ise "Efendim, doğrusunu izah edeyim." diyerek başladığı sözleri, sık sık hakim tarafından kesiliyordu.

Menderes'in konuşması, içinde bulunduğu ruh halini çok iyi yansıtıyordu: "Anayasa'yı ihlal adıyla anılan bu davanın aslı ve esas mahiyeti yüksek malumları olduğu üzere siyasidir...

İsnat ettiğiniz fiiller aklımızdan geçmemiştir. Her zaman serbest seçimle milli iradeye istinaden memleketi yönettik...

Büyük hakimlerim! Davaların bu son derece hususi karakterini belirtmek maksadıyla arz ve ilave edeyim ki; Anayasa'yı ihlal adıyla ne de bu kavramı ve mahiyette bir dava siyasi tarihimizde mevcut değildir.

Sadece bu gerçek bile bazı sualleri akla getirmektedir. 1950'ye kadar acaba anayasa mı yoktu? Ya da bu Anayasa'yı ihlal mahiyetinde kanunlar, hareketler memlekette mevcut mu değildi? Anayasa elbette mevcuttu ve bunun yanında 'Tek Parti' idaresi uzun müddet ülkeyi yönetti. Ama niçin ihlal davası görülmedi..."

Menderes, uzun uzun savunma yaptı. Her soruyu, her iddiayı; dilinin döndüğünce cevaplandırıyordu. Başol, sürekli Menderes'in sözünü kesiyor, kabaca müdahalelerde bulunuyordu.

Menderes, oldukça masum ve mahzun görünüyordu. Menderes'in kibar ve ricacı tutumunun nedeni ise adalete olan inancıydı.

Hakimlerin vicdanına güveniyor; her savunmasını, "Bunları yazılı olarak yüce heyetinize sunacağım." diyerek bitiriyordu. Ama davanın son günü olan 15 Eylül 1961'de açıklanan kararlarda adalet yoktu...

Hakim: Konuya gir! Menderes: Hangi konuya beyefendi?

CHP lideri İsmet İnönü, partisinin il kongresine katılmak için 2 Nisan 1960'ta trenle Kayseri'ye hareket etti. Kayseri'de 15 bin kişi İnönü'yü karşılamak için hazır bekliyordu.

Güvenlik tedbirlerinin yeterli olmadığını gören Kayseri Valiliği, İnönü'nün trenini Himmetdede'de durdurdu. Kendisinin şehre girmemesini ya da gerekli önlemler alındıktan sonra girmesini istedi.

İnönü, valiliğin bu tedbirine çok sert bir şekilde karşılık verdi ve yoluna devam etti. İşte bu olay Yassıada'da iddianameye İnönü ve arkadaşlarının seyahat özgürlüğünü kısıtlamak ve böylece anayasal suç işlemek olarak girdi.

Celal Bayar, Adnan Menderes, Kayseri milletvekilleri ve Kayseri Valisi Ahmet Kınık, sanık olarak yargılandı. Başsavcı Egesel, Bayar ve Menderes'in de aralarında bulunduğu sanıklar için ölüm cezası istedi.

Kayseri olayları sırasında İstanbul'da bulunduğunu, hasta olduğunu söyleyen Menderes, herhangi bir olay çıkmaması için idarenin bazı tedbirler aldığını, konuyla ilgili derinlikli olarak malumat sahibi olmadığını belirtiyordu. Duruşmada, Hakim Başol ile Menderes arasında şöyle bir konuşma geçiyor.

Hakim Salim Başol: İzahlarınız birbirini tutmuyor (Menderes'i azarlıyor), her anlatışta başka türlü oluyor!

Menderes: Beyefendi... (Sözü kesiliyor)

Hakim Salim Başol: Mesele nedir? İnönü, Kayseri'ye kimin emriyle sokulmadı, treni Himmetdede'de kimin emri ile durduruldu? Mesele bu! Muayyen konulara girin... Dahiliye vekili de sizin adınıza hareket ediyor. (Yine azarlıyor...)

Menderes: Beyefendi, bu böyle telakki edilemez. Himmetdede'nin istasyon olduğu ve orada durdurulması gerektiğini... (Yine sözü kesiliyor.)

Hakim Salim Başol: Biraz müsaade buyurun... Diyorsunuz ki Himmetdede'nin istasyon olduğunu bilmiyorum diyorsunuz. Konuyla ilgim yok demeye getiriyorsunuz... Himmetdede'nin istasyon olduğunu bilseniz ne çıkar bilmeseniz, ne çıkar!

Menderes: Dahiliye vekili diyor ki bir müddet tevakkuf ile toplantı ve gösteri kanununca bir tedbir alacağız. Ben de 'alın' diyorum. Himmetdede'de trenin durdurulduğunu bilmiyorum... Bunun için de emir vermiş değilim. (Yine sözü kesiliyor.)

Hakim Salim Başol: Emir verilmiş... Treni durdurmadan nasıl tedbir alacaksınız?

Menderes: Sokulmaması için katiyen bir emir verilmiş değil... Ben zaten trenle gidildiğini de bilmiyorum... Durdurulduğunu duyunca istiğrabla karşıladım...

Hakim Salim Başol: Bugünkü Ahmet Kınık'ın ifadelerini kabul etmiyor musunuz?

Menderes: Ahmet Kınık, kendisine göre olan tarafı anlatıyor... Dahiliye vekilinden mi almış emri, Medeni Berk'ten mi almış emri?..

Hakim Salim Başol: Başvekil'den aldım emri diyor... Evvela Başvekil'den diyor. Başvekil diyor...

Menderes: Ben öyle bir emir vermedim... Kabul etmiyorum böyle bir şeyi...

Hakim Salim Başol: (Yüksekçe bir sesle) Başka noktalara gelmiyorsunuz...

Menderes: Emredin beyefendi hangi noktalara gelmiyorum...

Hakim Salim Başol: Ahmet Kınık'a ne diyorsunuz?

Menderes: Ahmet Kınık biraz karıştırmaktadır. Belki bu karıştırmada da haklıdır. 24 saat içinde birçok yerden telefon almış, birçok yerlerden emir aldığı için .................. (konuşma kesiliyor) karıştırabilir...

Hakim Salim Başol: Sizin emriniz olmasa treni kim durdurabilir?.

Hakime göre Ankara'da yürüyüş yapan subaylar iyi çocuklarmış

2 Aralık 1960 tarihinde başlayan 'Topkapı olayları davası'nda Celal Bayar, Adnan Menderes, Kemal Aygün, Ethem Yetkiner başta olmak üzere 60 sanık yargılanıyordu.

Başsavcı, İsmet İnönü'yü İstanbul Topkapı'da öldürmek için büyük bir hazırlık yapıldığını, bunun için de adam tutulduğunu ve toplanan bu insanların ellerine sopalar tutuşturulduğunu iddia ediyordu.

Duruşmalarda Hakim Salim Başol, hürriyet mücadelesi veren üniversite gençliğine neden mani olunduğunu soruyor, belki de ağzından kaçırarak şöyle diyordu:

"Çocuklar bir şey uğruna canla başla çalışıyorlar." Aslında Başol'un 'bir şey uğruna' dediği şey darbenin ön hazırlığıydı.

İhtilalden sonra MBK başkanlığına getirilecek olan dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Cemal Gürsel, 27 Mayıs darbesinden birkaç hafta önce Milli Savunma Bakanı Ethem Menderes'e bir mektup vermişti.

Ethem Menderes, bu mektuptan Başbakan'a ayak üstü bahsetmiş, ayrıntısına girmemişti. Darbeden sonra Resmi Gazete'de yayımlanan bu mektupta Başbakan Adnan Menderes, ülkedeki gelişmelerle ilgili olarak uyarılıyor; Celal Bayar'ın cumhurbaşkanlığından ayrılması isteniyordu.

 Mektubun orijinalindeki "Cumhurbaşkanı Adnan Menderes olmalı" kısmı sansürlenerek yayımlanmıştı.

'MEKTUBU GÖRSEYDİN, ÇOK MÜHİMMİŞ'

Yassıada duruşmalarında ne savcı ne de hakim, bu mektuptan söz açmak istedi. Bir ara söz açıldı, sadece o zaman da Hakim Başol, mektuptaki Adnan Menderes'i öven kısımları okumadı bile...

Mektubun içeriğinden ilk kez burada haberdar olan Menderes, hakimi hayretler içerisinde dinliyordu. Başol, "Yazık, bunu yazan daha o vakit üç silahlı kuvvetlerden birinin başıydı.

 Bence tek başına yazılacak bir şey de değil. Çünkü gayet mühim ve tehlikeli." diyerek, Adnan Menderes'e dönüp şu soruyu yöneltti: "Peki siz bu mektup hakkında ne muamele yaptınız?"

Menderes: Bu mektubu şimdi dinliyorum beyefendi.

Hakim Başol: Hiç göstermedi mi?

Menderes: Hayır beyefendi. Yalnız Gürsel Paşa'dan bir mektup aldığını söyledi... Bu metni aynen görmüş olsaydım...

Başol, mektup olayını hızlıca geçiştirme niyetindeydi; ama yeri gelmişken Menderes'e dokundurmadan da edemedi: "Mektubu neden dikkate almadınız? O vakit lüzum hissetmemişsiniz, şimdi hayati olduğu anlaşılıyor."

Sıra iddianameye gelmişti... Savcının suçlamaları aslında bütün bir Yassıada duruşmalarındaki iddianamelerin özeti gibiydi. Asıl amaç şu cümlelerde ortaya çıkıyordu.

Celal Bayar ve Adnan Menderes, İsmet İnönü'yü öldürmekle suçlanıyor ve toplam 12 sanık hakkında idam talep ediliyordu:

"Sanık Celal Bayar ve Adnan Menderes, Tek Parti diktatörlüğünü gerçekleştirmek amacıyla ve muhalefetin görevini yapamaması yolunda yıllardır tatbik eyledikleri kanun, karar ve fiillere ilaveten, bu partinin mevcudiyetinin en önemli unsuru olarak gördükleri İnönü'yü öldürerek muhalefetin başını koparmak yollarını aradıkları, bu istikamette politikalarıyla anayasa dışına çıktıkları... Bu politikalarını da Topkapı'da uygulamaya koyduklarını görüyoruz..."

[İŞTE SES KAYITLARINDAKİ DİYALOGLAR]

Hakim'den Bayar'a: Elini cebinden çıkar

Topkapı Olayları ile ilgili Kemal Aygün'den sonra Hakim Başol, "Sanık Celal Bayar, Kemal Aygün'ün size bir müracaatı oldu mu?" şeklinde bir soruyla Celal Bayar'a söz verdi.

Celal Bayar, aynı konuyu Yüksek Soruşturma Kurulu'nda da sorduklarını, bir müracaatı hatırlamadığını söyledi.

 

 

Hakim Başol, Bayar'ın bu sözlerine sinirlenmişti. Bunu da hemen bir azarlamayla gösterdi.

- Elinizi cebinizden çıkarın!

 

Bayar: İnönü'yü himaye ettim. Hakim: İnönü'nün himayenize ihtiyacı yok

Mahkeme Başkanı Salim Başol ile eski Cumhurbaşkanı Celal Bayar arasındaki sert tartışmaların en ciddisi İsmet İnönü konusunda yaşanıyordu.

Ancak bu kez tartışmanın konusu ilginçti. Bayar, "İnönü'ye husumetim olmadı, hatta onu himaye ettim." deyince Başol, çok sinirlendi! "İnönü'yü ne zaman himaye ettiniz? İnönü, sizin himayenize muhtaç bir duruma düşmemiştir.

Muhalefete düştüğü zaman da sözünü sakınmamış ama nezih olmayan tek kelime ağzından çıkmamıştır. Mücadelenin parlak bir numunesini vermiştir.

Himaye ettim fazla..." diyerek, yine İnönü'yü savunmaya başladı. Başol'un İnönü'yü korumakla kalmayıp onu yücelten bu sözlerinden sonra salonda büyük bir alkış koptu. Hakimden azar işiten Bayar, bu alkış üzerine savunmasını yarıda kesmek zorunda kaldı.

Menderes: 4-5 ay kimse ile tek bir kelime konuşmadım

Anayasa'yı ihlal davasında Hakim Başol, "Ethem oğlu Menderes" diyerek Adnan Menderes'i çağırdı. Tutuklandıktan beş ay sonra kendisini savunma fırsatı bulan Adnan Menderes, konuşmasını yapmak üzere sanıklara ayrılan yere doğru yöneldi, başta mahkeme heyeti olmak üzere soruşturma kurulu üyelerini nezaketle selamladı.

"Pek muhterem Başkan ve Yüce Divan, muhterem yüksek iddia makamı... Müdafaamda tekrarlar, hatalar ve dil sürçmeleri olursa mazur görmenizi son derece istirham ederim..." diyerek gayet nazikçe bir cümleyle sözlerine başlayan Menderes'i dinleyen mahkeme heyeti, sanki biraz şaşırmış gibiydi. Menderes, konuşmasını şöyle sürdürüyordu:

"Dört-beş aydan beri tamamıyla tecrit vaziyetinde bulunuyorum. Ve tek bir odanın içinde ve günün 24 saatinde her saat değişen bir nöbetçi subayın nezareti altında hiç kimse ile konuşmak imkânı mevcut olmamak şartı ile yaşıyorum.

Bu itibarla konuşma takatim hakikaten zaafa uğramış bulunuyor... Arzum şudur ki; bana imkân verecek, moralimi ve ashabımı, rahatsızlığımı düzeltecek bir rejimin tatbikini, yani nöbetçi subay bey ile bir kelime dahi konuşmaya mezun değilim... Hiç kimseyle konuşmamak ve 24 saat karşı karşıya bulunmak tahammül edilemez bir şeydir..."

zaman

Gündem Haberleri