'Darbe planları kent dindarlığına karşı'

Türkiye, AK Parti'nin iktidara geldiği 2002 yılından itibaren yapılan ve bunlar arasından ortaya çıkan 6. darbe planını konuşuyor. Mehmet Altan ise bu darbe planlarına zemin hazırlayan nedenlere teşhis koydu..

 

Ona göre kent dindarlığı, dinin siyasi yönüne vurgu yapmaksızın içsel bir yolculuğa çıkma, derinleşme, olayın düşünce ve felsefe boyutunu yakalamaktan geçiyor.

Türkiye, AK Parti'nin iktidara geldiği 2002 yılından itibaren yapılan ve bunlar arasından ortaya çıkan 6. darbe planını konuşuyor. Diğer darbe planlarından daha ayrıntılı olarak hazırlanan Balyoz Harekâtı, camilerde bomba patlatılması, müzelere saldırılar ve uçakların düşürülmesi planlarıyla birlikte olayın vahametini ortaya koydu. Bu planların rejimin Anadolu'ya sürdüğü ve 'kömürlüğe kilitlediği' halkı, merkeze ve kentlere taşıyan AK Parti'ye karşı yapıldığını belirten gazeteci-yazar Mehmet Altan, bunun 'kent dindarlığı'na da darbe olduğunu söylüyor. Dindarlığın neden Şeyh Galip'ten Taliban'a gerilediğini soran ve siyasal İslam ile kültürel İslam arasındaki çizgiye dikkat çeken Altan'ın, bu konuları tartıştığı 'Kent Dindarlığı' isimli kitabını Timaş Yayınları'ndan çıktı. Altan'la hem bu kavramı hem de sıcak gelişmelere ve topluma yansımasını konuştuk.

Kent dindarlığı ne demek? Kent dindarlarının özellikleri neler?

Kimsenin kimseye benzeşmediği ve yaşam faaliyetinin özünü benzeşmemenin oluşturduğu bir büyük ortamda yani kentte, dindarın kendi inancını bununla ahenkli, buna uygun bir derinlikte buna uygun bir estetikte, buna uygun bir felsefede yaşamasıdır. Aslında dindarlığına, inancına sahip çıkması, bunu bireysel mecrasında özümsemesi ve bu anlayışı bir başkasına herhangi bir şeyi empoze etmek için kullanmanın aksine o çoğulculuk içinde koruması, geliştirmesi ve derinleştirmesidir.

İslamiyet'in Şeyh Galip'ten Taliban'a gerilediğini iddia ediyorsunuz. Bu ne anlama gelir, çünkü farklı iki uçtan söz ediyoruz?

Taliban'ın uygulamalarına baktığınız vakit muazzam bir baskı ve yasakçılık var. Buda heykellerini yıktılar. Bir şekilde bunu kabul ederek kendi dinine sahip çıkmak var, bir taraftan da bunu yok ederek kendi anlayışına benzeşen otoriter, aynı zamanda devletin ideolojisi olarak temel hak ve özgürlükleri yok eden sadece dini fanatik ve bağnaz bir şekilde kabul etmek var. İslam'ın kendi içindeki derinliği, anlayışı, gerçek dindarlık yaklaşımı, hoşgörüsü, güzel sanatlardaki eskiden gelen birikiminin uçup gittiğini ve sürekli bir yasakçılık olduğunu görüyoruz.

Müslümanlar ne zaman kentli olmaktan vazgeçip taşralı ve köylü oldular?

Bunda büyük günahı Cumhuriyet'e, rejime yüklemek lazım. Çünkü biz laikiz, moderniz diye bir toplumun kültürünü yok ettiler. Bu ne zaman ortaya çıktı? Dinin bu toplumun en önemli kültürel girdisi olduğunu kabul etmeyen, bunu normalleştirmeyen bir rejimin teba olarak baktığı insanlar Anadolu'ya hapsedildi. Hatta kömürlüğe kilitlendi. Bu insanların sosyoekonomik durumları düzeltilmedi. Bir şekilde bu ülkenin onların olduğu inkâr edildi. Şimdi bu kadar ezilmiş, horlanmış, dışlanmış, yok sayılmış insanların bir hacet kapısı olarak dindarlığa sarıldığını görüyoruz. Sosyal yapılardaki yoksunluklarını giderecek bir can simidi olarak bakmaları halinde de kent dindarlığı kayboldu.

Kent dindarlığına geçişte ekonominin rolü de önemli. Dindar kitlenin hayat şartları asgari refah seviyesinde olsa bu kişiler inançlarını kültürel bir anlayışla mı yoksa siyasal bir anlayışla mı ortaya koyarlardı? Siyasal İslam anlayışını terk etmezler miydi?

Buna yüzde yüz inanıyorum. Çünkü esas İslam'ı keşfedecekler. Biraz da bu derinlik işi. Dinle ilgili olduğunu inanç ve vicdan özgürlükleri için faaliyet gösterdiğini söyleyen kaç kişi Şeyh Galip'in şiirlerinden parçalar okuyabilir, onunla ilgilidir. İslam mitolojisi, İslam tarihi sanatından ne kadar anlar? Bu konu istismar edilmeyip bunun kendi okyanusunda dolaşmak kaç kişinin tercihi?

Bu tabloda, eğitim görme, iş hayatına atılma, değer üretme ve tüketim süreçlerinde yer alan birey yetiştirme noktasında devletin kültürel İslam'ı desteklemesi gerekmiyor mu?

Evet, dini normalleştirmek lazım. Mesela devlet, Kur'an mealini yüz milyon basıp dağıtabilir. Herkesin bununla haşır neşir olmasını sağlar, başkalarının istismar edemeyeceği bir noktaya gelinir. Kur'an kutsal metnimiz ama aynı zamanda kültürümüz. Bizim evlerimizde Arapça Kur'an ulaşamadığımız bir yerlerde durur. Onu sakınırız ama öğrenmek, okumak, tartışmak istemeyiz.

AK Parti hükümeti kent dindarlığını nasıl etkiledi, nasıl değiştirdi?

AK Parti'nin yaptığı en büyük iyilik, rejimin dışladığı, yok saydığı, kömürlüğe kilitlediği ve teba muamelesi yaptığı insanları sisteme entegre etti. Ama bunun içinde hoyratları, siyasal İslamcıları olduğu gibi, kent dindarları da var. AK Parti'nin buna çok dikkat etmesi lazım. Bunun üzerinde çok titiz durmadığı için son seçimlerde aldığı başarıyı sahil kentlerinde gösteremiyor. Çünkü kent dindarlığı yerine siyasal İslam endişesi ağır basıyor. Kadrolarında, orta sınıf kent kadınlarını ürküten bir sinyal veren unsurlar var.

İslam burjuvazisine geçmeden kent dindarlığına geçemeyiz diyorsunuz, AK Parti bir burjuvazi oluşturdu mu?

Bu bir anda oluşabilecek bir şey değil ama o sürece doğru gidiliyor. Bu para hırsından ibaret bir şey değil. Çok daha rafine bir noktaya gelmek lazım. Ama sermaye birikimi şu anda daha önde koşuyor olabilir. Kültürü derinliği, bu aradığım Şeyh Galip'i de arkasından gelecektir diye umut ediyorum.

AK Parti'nin taşranın merkeze gelmesinde önemli bir rol oynadığını başından beri konuşuyoruz. AK Parti iktidarına karşı üst üste yapılan darbe planları aslında değişen toplum yapısı, yani taşralı insanların kentli olması, merkeze yönelmesine, kent dindarlığına karşı bir mücadele mi aynı zamanda?

Evet, onun önünü kesmektir aynı zamanda. Çünkü bu süreç kent dindarlığına doğru gidecektir. Bunun sahtekârı ile aslı ayrışacaktır. Beyaz Türk yerine geçmek yerine İslam'ı kullananlar gidecektir. Aslında dinin bu olmadığını söyleyen insan sayısı şimdi de var ama bu daha da çoğalacaktır.

Bugüne kadar yapılan darbelerde de bu izi görüyor musunuz?

Görüyorum çünkü laiklik, şeriat korkusu üzerinden yapılıyor. Laikler daha zengin, daha iyi eğitim görmüş devletten parasını kazanan kentlerde oturan insanlar. Şeriatçı olarak suçlananlar ise hayatın zorlukları altında çile çekenler, itilenler, horlananlar. Biz Batı türü bir feodal yapıdan gelmediğimiz için bizim sınıf savaşımız cami ve kışla arasında geçiyor. Camiden yana olanlar yoksullar, kışladan yana olanlar da zenginler. Bunu böyle telaffuz ettiğiniz zaman her şey yerli yerine oturuyor.

Yeşil sermaye deyimi de, 28 Şubat'taki kentleşme ve kent Müslümanlığın a yönelmeye karşı bir ön alma mıydı?

Tamamen. İstanbul burjuvazisinin Anadolu burjuvazisine karşı huruc harekâtıydı. Babamın çok sevdiğim bir sözü var. İstanbul dükalığı der, onun Anadolu'ya karşı ezici bir hamlesiydi. Turgut Bey sayesinde, küçük ve orta ölçekteki işletmeler ekonomideki paylarını yükselttiler. O devlet kredilerini kullanamayan insanlar dışa açıldığımız dönemde yeryüzü ile ilişki içine girdiler. AKP iktidarının temelinde bu sosyoekonomik değişim yatar.

Kent dindarlığını kimler istiyor?

Hepimiz ihtiyaç duyuyoruz. Siz istemiyor musunuz? Gerçek dindarlar, gerçekten dini derinlemesine, bütün felsefesiyle, mitolojisiyle, güzel sanatlarıyla bilen insanlar buna ihtiyaç duyuyor.

Kent dindarlığı kavramı içinde Diyanet İşleri Başkanlığı nerede duruyor ya da kentli dindarın dini hayatını resmi otoriteler düzenler mi?

Aslında kurum olarak Diyanet İşleri'nin laik bir ülkede olmaması lazım. Çünkü din toplumun işidir ama Cumhuriyet İslam'ı tehlikeli gördüğü, siyasal bulduğu için de onu kendi tekeline almış. Biz din devleti olmayalım derken, kendi devlet dinini yaratmış.

Kent Müslümanları Darwin'i kabul etmek zorunda mı, böyle bir iddiası var deyip saygı duyması yetmez mi?

Hayır değil, ama baskı yapmamak zorunda. TÜBİTAK'ın Darwin kapağını yırtmamak gerekir. Benim yasakçılığa itirazım var. Sen buna inanmak mecburiyetinde değilsin ama kapağı yırtarak cezalandıramazsın. İşte kent dindarlığı bu ayrımda gizli.

***

 

Çözüm, cami-kışla ikilemi dışındaki üçüncü yolda

Türkiye'de hâlâ cami-kışla zıtlaşmasının egemenlik alanı dışında üçüncü bir yol oluşmadı mı?

Mesela AK Parti'nin seçimlerde yüzde 47 aldıktan sonra benim en büyük beklentim sivil anayasa ile AB sürecindeki reformlara hız vermesi ve bütün herkesi özgürlükler üzerinden birleştirmesiydi. Ama hiç beklemediğim ve karşı çıktığım için de en yakın dostlarım tarafından düşmanca hedef gösterildiğim bir süreçten geçtik. Siz sadece benim meselem türban, diğerlerinin sorunu beni ilgilendirmiyor dediğiniz vakit Türkiye'yi rahatlatamazsınız. Kent dindarlığını geliştiremezsiniz. AK Parti muazzam bir yanlış yaptı. Hem sivil anayasa hem AB enerjisini kaybetti, hem de kapatılma noktasına geldi. Ama ders de oldu, bir musibet bin nasihatten evladır derler. Bu üçüncü yol, size benzesin veya benzemesin bütün insanların mağduriyetlerini giderecek temel hak ve özgürlüklerin tesisiyle mümkündür. Bunun da iki şartı var. Birincisi sivil anayasayı çıkarmak, ikincisi de askerî vesayeti kaldırarak ülkeyi demokratikleştirmek.Ancak ortaya çıkan Balyoz planından sonra bunun zor olacağı görünüyor.

Cemaatler ve sivil örgütler kentleşme için bir dinamik oluşturuyor, kentleşmenin itici gücü oluyor. Peki devlet kent dindarı yaratan cemaatlerle neden hep kavgalı?

Bunu bir iktidar kavgası olarak görüyor devlet. Toplum değişiyor, kent dindarlığına doğru gidiyor. Dışa açılıyor. Sosyoekonomik durumunu iyileştirecek akılcı fikirler olsa, daha da ileri gidecek. İktidar kavgası verenler bunlarla ilgili değil. Sosyolojik bir analizle bunu ele almak lazım. Ama bizde hiç konuşulmayan konu sosyolojidir.

ZAMAN

Perde Arkası Haberleri