18 Aralık 2010 Cumartesi günü, ajanslara çok ilginç bir haber düştü. Tunceli mahreçli haberde, şehirdeki bir protestodan bahsediliyordu. Ayrıntılar okunduğunda, aslında alışılmışın dışında bir protestoydu bu. Tunceli halkı, şehirde kadın garson çalıştıran birahaneler yüzünden ailelerin dağıldığından şikâyetçiydi ve protesto birahanelerin taşlanmasına kadar varmıştı. Önce ajans haberini hatırlayalım:
“Tunceli’de Demokratik Haklar Federasyonu tarafından, ‘Yozlaşmaya Karşı Çık, Ortak Olma’ yürüyüşü düzenlendi. Yürüyüş sırasında, kadın garson çalıştırıldığı gerekçesiyle üç birahanenin camları kırıldı. Kadınların çoğunlukta olduğu yaklaşık 2 bin kişilik grup, ‘Dersim onurdur, onuruna sahip çık’, ‘Birahaneler kapatılsın, yozlaşmaya hayır’ sloganları atarak birahane camlarını taş yağmuruna tuttu. Gruptan Murat Kur, birahane sahiplerinden, mekânlarını lokantaya çevirmelerini istedi. Bugüne kadar birahanelerde beş kişinin hayatını kaybettiğini dile getiren Kur, ‘Son on yılda 250’nin üzerinde bıçakla yaralanma var. Bu birahaneler 2009’da 88 ailenin dağılmasına neden oldu. Bu şiddeti birahane sahipleri iyi okumalıdır. Çünkü Dersim halkı, kendi gençlerini daha fazla ölümlere vermek istemiyor.’ ifadelerini kullandı… Grup adına basın açıklamasını okuyan Evrim Konak da birahane sahiplerinin halkın sesine kulak vermesini istedi. Birahanede çalıştırılan kadınlardan dolayı ailelerin dağıldığını ifade etti. Konak, ‘Yüzlerce insan emeğini birahanelerde harcadığı için eşine şiddet uygulamakta, çocuklarına karşı ilgisiz davranmaktadır. Bugün en onursuzca yaklaşım ise kadın bedeninin meta olarak kullanılması ve fuhuş yapılmasıdır. Kadınları gelir getirecek sermaye olarak görenler, 9 birahanede 45 kadın çalıştırmaktadır.’ diye konuştu.”
Yukarıdaki haber, 19 Aralık 2010 Pazar günü Zaman gazetesinin birinci sayfasında yer bulurken, büyük gazeteler(!) bu haberi küçük ve rutin bir gelişme gibi verdi. Hürriyet, Milliyet ve Posta gibi yüksek tirajlı gazeteler haberi iç sayfalardan ve yorumsuz görürken, Vatan ve Cumhuriyet ise sadece internet sitelerinde yine yorum yapmadan vermeyi tercih etti. Şehirdeki bu gelişmeler üzerine Tunceli’nin BDP’li Belediye Başkanı Edibe Şahin’in, protestoya maruz kalan 3 birahaneyi kapatması da gazetelerimizi harekete geçirmeye yetmedi! Bugüne kadar alkole karşı aşırı duyarlılık sergilemiş, muhafazakâr kimliği ile öne çıkan şehirlerde içki içmenin zorlukları üzerine defalarca birinci sayfa haberleri yapmış, mahalle baskısı söylemlerini içki üzerine kurmuş medyanın, Tunceli’de birahanelere fiilî saldırıyı neredeyse hiç görmemesi ya da son derece sıradan bir adli vaka gibi sunması, nasıl yorumlanabilir?
Bu soruya sağlıklı cevap verebilmek için medyanın benzer olaylar karşısında, daha önceki tavırlarını ele almak gerekiyor. Alkol ve içki tüketimi üzerine yapılan haberlerin dozu, özellikle AK Parti’nin iktidara gelmesinden bu yana iyice arttı. Bunların en dikkat çekici olanı, Kasım 2005’te Hürriyet’te yayımlanan ‘illerin içki raporu’ adlı dosya haberdi. İçki raporu hazırlanan iller elbette, 2004’teki yerel seçimlerde AK Partili adayların ipi göğüsledikleri. Hürriyet, seçimlerin üzerinden bir yıllık bir süre geçtikten sonra bu illeri mercek altına almış ve “AKP’li belediye başkanlarının yaygın biçimde içki içilmesini ve satılmasını kısıtlama kampanyası sürdürdüğü” sonucuna ulaşmıştı. Dosyadaki tespitlere göre AK Partili başkanlar, bar ve içkili lokantalara ruhsat vermiyor, eğlence vergisine fahiş zam yapıyor, bayilerin ruhsatlarını iptal ediyor, içkili yerleri şehir dışına taşıyor ve yeni ruhsat için güçlük çıkarıyordu.
O günden bu yana medyada içki tartışmaları son bulmadı. Her vesileyle içki haberleri gündemin hep baş sıralarında yer aldı. Hürriyet’in bu araştırmasından sonra medyada yer alan yüzlerce münferit içki haberini bir kenara bırakacak olursak, o tarihten bugüne, medyadaki içki tartışmalarını tetikleyen birkaç önemli gelişme yaşandı. Birincisi, Prof. Dr. Binnaz Toprak’ın, Boğaziçi Üniversitesi ve Açık Toplum Vakfı’nın desteğiyle gerçekleştirdiği, ‘Türkiye’de Farklı Olmak - Din ve Muhafazakârlık Ekseninde Ötekileştirenler’ isimli araştırmasıydı. Gazete ve televizyonlarda günlerce tartışılan, destek kadar eleştiri de alan bu araştırmanın bir bölümü de Anadolu’da içki içmenin ve içkili mekân açmanın zorlukları üzerine kurulmuştu. ‘Yaşam Tarzına Müdahale: İçki ve İçkili Mekânlar’ başlıklı bölümde, Anadolu’daki içkili mekânların hiç kalmadığı veya kent dışına taşındığı tespiti yapılıyordu.
Prof. Binnaz Toprak’a göre, ‘içki yasağı tarihte ne zaman gündeme gelse baskı ve otoriterlikle özdeşleştirilmiş ya da toplumsal muhalefetle karşılaşmıştı.’ Toprak, örnek olarak da 4. Murat dönemi ve Amerika’da 1920-33 tarihleri arasında uygulanan içki yasaklarını veriyordu. İşin tuhaf yanı, Türkiye’de bir içki yasağı olmadığı hâlde, bazı belediyelerin uygulamalarından böyle bir sonuç çıkarılmasıydı.
İÇECEKSEN PASAPORTUNU GÖSTER!
Binnaz Toprak ve ekibinin tespitleri, daha sonra birçok yazarın içki üzerine kaleme aldığı görüşlerine ciddi bir kaynak teşkil etti. Genellikle güncel tartışmaların dışında kalmayı tercih eden ve gezi-gurme tarzındaki yazı ve programlarıyla tanınan Mehmet Yaşin’in Vatan gazetesinden Mine Şenocaklı’ya verdiği röportajda söyledikleri, en ilginç örneklerden biri oldu. 3 Mart 2009’da yayımlanan söyleşisinde Yaşin, Anadolu’nun gelişimi ile ilgili çok kötümser bir tablo çizdikten sonra tespitlerini sıralıyordu: “Anadolu alkolsüz bir yarımada olacak. Yavaş yavaş oluyor da... Kimse bastırmıyor, dayatmıyor, dayatmalar başka türlü oluyor. Sanıyor ki halkımız, muhafazakârlaşma yasayla oluyor. Küçük yerlerde yasayla olmuyor bu dayatmalar. Siz meyhanede görünmekten korkmaya başlıyorsunuz. Çünkü belediyeden iş alamıyorsunuz, esnafsanız muhafazakâr kesim sizden alışveriş etmiyor. O zaman da rakıyı kâğıda sardırıp evinizde içiyorsunuz. Bu korku Anadolu’ya iyice sinmiş vaziyette. Bence 10 yıl sonra rakı, şarap, bira gibi alkollü içkiler hiç satılmayacak; şıra, boza ve şerbet rağbet görecek. Meyhaneler, birahaneler tabii ki olmayacak...”
Mehmet Yaşin, hızını alamayıp devam ediyor: “Artık birçok kentte sadece turistik belgeli beş yıldızlı otellerde içki var. Ama bir süre sonra oralarda da ‘Müslümansanız size servis yapmıyoruz’ diyebilirler. Nasıl ki Dubai’de otellerde içki yalnızca yabancılara serbestse öyle olabilir. Bizde de içki isteyenin pasaportuna bakılabilir...”
Köşe yazarlarındaki içki takıntısının hangi noktaya geldiğini gösteren ifadeler bunlar. Takıntı demişken, yazarlar arasında ‘içki takıntısıyla’ öne çıkan isimse şüphesiz Ertuğrul Özkök… Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmenliği yaptığı dönemde özellikle İstanbul’daki belediye tesislerinde alkollü içki bulunmamasını diline dolayan Özkök’ün konu hakkında en fazla ses getiren yazısı, 13 Ağustos 2008’de kaleme aldığı ‘Lütfen bir kadeh Sayın Başbakan’ başlıklısıydı: “Bir gün uçakla bir yere giderken Başbakan Erdoğan’a sormuştum. ‘Neden eşinizi alıp Boğaz’da bir restorana gitmiyorsunuz? Bir masaya oturup elinize bir bardak alın. Hadi vişne suyu koymayın, şarap sanırlar. Ayran içmeyin, rakı derler. Portakal suyu koyun, kimse bir şey zannetmez. Yan masaya bir kadeh kaldırın, eminim bu ülkede çok şey değişir.’ Evet, buna çok inanıyorum.”
Bu yazı Başbakan ile Özkök arasında bir polemiğe sebep oldu. Başbakan Erdoğan’ın, Türkiye’de içki içenlere değil, asıl içmeyenlere mahalle baskısı yapıldığını söylemesi üzerine, ona NTV’den cevap veren Özkök, ağır ifadeler kullanmaktan çekinmedi: “Başbakan’ın sözlerine kargalar bile güler. Ben Başbakan’ın tuzağına düşmem. Ramazanda onunla içki tartışmasına girmem. Ben Başbakan’a içki iç demedim. Başbakan’a içki içmeyenlerle kaynaş, onların da oturduğu yerlere git dedim.”
Medyadaki içki tartışmalarının son örneklerinden biri de Star gazetesi yazarı Prof. Eser Karakaş’ın bir Konya ziyareti sonrası kaleme aldığı yazısı sonrası gündeme geldi. 20 Nisan 2008’de ‘İki Konya, iki Türkiye’ başlıklı bir yazı kaleme alan Karakaş, önce kentteki gelişimi ve modernleşmeyi övdükten sonra, şöyle devam ediyor: “Akşam yanımızda İsveçlilerle beraber gittiğimiz çok şık lokantada normal olarak içki servisi yapılmıyor ama anlaşılan lokanta sahipleri tembihli ve bizi ayrı bir camekân salona alıyorlar. Bu salona mutfaktan şarap şişeleri siyah torbalar içinde, sanki eroin ya da silah taşınıyormuş gibi getiriliyor ve servis şişeler bezle kaplanarak yapılıyor. Ben bir kadeh rakı talep ediyorum ama boşuna. Anlaşılan rakının kadehte görünümü lokanta sahiplerinin hoşgörüsünü ve kabulünü aşıyor… ”
Hükümete yakın bir medya organında böyle bir yazının çıkması, bazı yazarlar için önemli bir malzemeydi. Ancak aynı gezi grubunda bulunan Şahin Alpay’ın 1 Mayıs’ta Zaman’daki yazısı ise olaya çok farklı bir bakış açısı getiriyordu: “Alkol tüketimi modernliğin bir ölçüsü olmadığı gibi, modernleşme de herhâlde alkollü içki tüketiminin özendirilmesini gerektirmez. Aksine, beden ve zihin sağlığına zarar verdiği için alkollü içkilerin özendirilmemesi modernliğin bir icabı olarak görülebilir. Birçok demokratik ülkede televizyonda içki reklamına izin verilmemesi bundandır. Aşırı alkollü içki tüketiminin bir sosyal sorun olduğu İsveç’te içki satışı devlet tekelindedir; 18 yaşından küçüklere satılmaz. Modernliği ve laikliği tartışılamayacak ABD’nin hemen bütün eyaletlerinde alkollü içki konusunda kısıtlamalar var; kimi belediyelerde tamamen yasak.”
Gazetelerden yapılan bu alıntılar, Türk medyasının alkol ve içki tüketimi noktasındaki hassasiyetini ortaya koymaya yetiyor. Alkol tüketimine yönelik her türlü olumsuzluğa sayfalarında ve köşelerinde geniş yer veren, bu konuda il il raporlar hazırlayan gazeteler, nedense Tunceli olaylarını görmezden gelmeyi, gördüğü kısmında ise makul karşılamayı, yorumsuz vermeyi tercih etti. Alkol noktasında sürekli günah keçisi yapılan Konya’da bugüne kadar hiçbir birahane taşlama olayı yaşanmadı ama laik duyarlılığı ile tanınan Tunceli’de böyle bir hadisenin yaşanması manşetlere çıkamadı.
Gazetelerin çifte standartlı yaklaşımına en etkili örneği Milliyet gazetesi verdi. 19 Aralık günü gazetenin 1. sayfasında Çorum Belediyesi’nde alınan bir karar, ‘İçki Satana Ceza Gibi Zam’ başlığı ile birinci sayfadan verildi. Haberde, Çorum’un AK Partili belediyesinin tatil günleri çalışma harçlarına zam yaptığı bilgisi verildikten sonra, tarifeye göre içki satan iş yerlerinin harcına yüzde 128 zam yapılırken, diğerlerine yapılan zammın yüzde 10’da kaldığı belirtiliyordu. Aslında gazetedeki esas ilginç haber bu değildi. Bu haberin iç sayfadaki devamının sonunda, Tunceli hadisesinin kısa haber olarak yer almış olmasıydı. Gazete editörleri, içkili iş yerine yapılan zammı, içkili mekânların taşlanmasından ve bunun üzerine 3 birahanenin kapatılmasından daha önemli bulmuştu!
İnsanın aklına ister istemez şu soru geliyor: Ya birahane taşlanan il Tunceli değil de Konya olsaydı?
Kaynak:Aksiyon