Bostan Camii, Aksaray’dan Yedikule’ye doğru uzanan Namık Kemal Caddesi’nden batıya döndüğünüzde, Küçük Langa Caddesi’nin hemen sol tarafında bulunuyordu.
Abdullah Ağa’nın birçok hayır eseri vardı
(+) |
Caminin bânisi Bostancıbaşı Abdullah Ağa olup, mescit, adını bölgede bulunan bostanlardan almış. İ. Hakkı Konyalı, Abdullah Ağa’nın II. Bayezid (1481-1512) devri bostancıbaşılarından olduğunu söylemekte. Aynı kişinin, biri Boğaziçi’nde Anadolu Yakası’nda, İstavroz Köyü’nde, biri de mezarının da bulunduğu Kısıklı’da olmak üzere iki camisi var. İstavroz yani Beylerbeyi’ndeki cami, sarayın yanından geçen Abdullah Ağa Caddesi’nin kenarında bulunan halı sahanın hemen yanında olup, Bostancıbaşı Abdullah adıyla anılır. Abdullah Ağa’nın vakıflarının ciddi bir yekûn tutması sonucunda başka vakıflara katıldığı bilinmektedir. 1951 yılında ağanın mezar taşını okuyan Konyalı, taşta isim yazmadığını söyler. Semavi Eyice ise taştaki “Abdül fânî/Allahu bâki” ifadelerinden zarif bir benzetmeyle “abd” ve “Allah” kelimelerinin Abdullah Ağa’nın ismine işaret ettiğini ifade etmiştir.
Fethin izlerini taşıyordu
Bostan Camii, İstanbul’un fethinden yarım yüzyıl geçtikten sonra yapılan orijinal eserlerden biriydi. Dört yüz yıla yakın, fazla bir değişikliğe uğramadan gelen eserin çevresinde geniş bir hazire bulunuyordu. Ayverdi’nin yayınladığı haritada aynı adla yer alırken, Pervititch’in sigorta haritalarında ilginç bir şekilde “Celat (Cellat) Aptullah Camii” şeklinde geçer.
(+) |
‘Yol geçecek’ diye apar topar yıkıldı
Cami, 1911 yangınından sonra hâlâ sağlam olarak ayakta durmasına rağmen, arsasından yol geçeceği iddiasıyla, 1937 yılında apar topar yıkılmıştır. Boş kalan arsa üzerinden yol geçirilmediği gibi caddede genişletme çalışması da yapılmamıştır. Akabinde 1941 yılında mescidin arsasının üzerine bir apartman inşâ edilmiş, böylece bu eser de üzücü bir şekilde ortadan kaldırılmıştır.
Firuz Ağa Camii’ne benziyordu
Caminin dış cephesi muntazam yontulmuş kesme taştan örülmüştü ve cephesinde iki sıra halinde açılmış pencereler bulunuyordu. Mimarî olarak Sultanahmet’teki Firuz Ağa Camii’ne benzeyen mescidin kalan izlerinden, Eyice’nin tespitlerine göre, önünde dört sütunlu ve üç bölüm halinde, üç kubbe ile örtülü bir son cemaat yerinin bulunduğu anlaşılmaktadır. Minaresi binanın sağ tarafında iki duvarın birleştiği köşe üstünde bulunuyordu. Şerefesinin altı kendi dönemi yapılarından farklı olarak istiridye kabuğundaki yivler şeklinde kabartma bir süsleme ile tezyin edilmişti. Bu da minarenin şerefeden itibaren son cemaat yeriyle birlikte 1766 Depremi’nde yıkıldığı, sonradan tekrar ihya edildiği intibaını vermekte.
dunyabizim.com