Hani sohbet tadında kitaplar vardır ya. Şöyle akar gider sayfalar… Sanki yazarıyla karşılıklı oturmuş muhabbet ediyorsunuz gibi gelir. Metin içinde kaybolur gidersiniz. Kitaptaki kelimeler kalbinizi okşar, cümleler zihninizi… Genellikle dini kitaplar okurken bu hisse gark oluruz. Dini kitapları kategorize edersek de onların içinde tasavvufi, ruhi, (tırnak içinde söylüyorum) mistik eserleri, bize bu okuma hazzını verebilen eserler olarak zikredebiliriz. Tabii ki kuru kuruya bir okuma zevki değildir bu, bizde gelişime dönük bir değişim meydana getirir o eserler.
Aynı zamanda bu kitaplar gönlümüze işlediği için, üzerimizdeki tesir kuvveti fazla olur. Çünkü aklımızla kavramaya çalışmayız, gönlümüz esir alınmıştır zaten. Hatta gönlümüz, gönüllü olarak teslim olmuştur. Anlatılanlara inanmak için uğraşmayız, inanmışızdır da öyle okuyoruzdur zaten. Bilim değil ilim peşindeyizdir.
Muhteşem üçlü, yalnızca geometrik bir kavram değil!
İşte bu formatta kitaplar yazan güzel insanlardan biri de Osman Nuri Topbaş Hocaefendi… Rikkatli kalemi, dili düzgün kullanması, üstün ifade kabiliyeti, metaforlara başvurarak yazdığı metni kuvvetlendirmesi ve sarih bir anlatıma sahip olması; kitaplarının çevresinde bir çekim sahası oluşturuyor. Üslubunun genç hatta gepgenç olması, değindiği konular arasında gençlere dair olanlarının fazlalığı; şahsımı ona yakınlaştıran başlıca unsurlardan… Kitaplarını okudukça, hazretle eserleri üzerinden tanıştıkça, çok kazanımlar edindim, edinmeye yani yolculuğuma devam ediyorum.
Osman Nuri Hoca’dan, beslendiği tasavvuf geleneğinden ve sufi büyüklerden, hayatın fihristini öğreten önemli şeyler sudur ediyor, bunun idrakine vardım. Şimdi de okuduğum kitaplardan bazılarını sizlerle paylaşmak istedim: 3 tanesini… Muhteşem 3’lüyü… Çünkü 3’ü de niyazla sonlanıyor, dua ile bitiyor. Son sayfaları yakarışın ısısını yayıyor. Ben de bu yüzden size anlatmak istedim onları, paylaşmayı arzuladım. Paylaşmadıkça, kazanılan şeyin ne önemi var ki zaten?
Dünyada cennete gitmezsen, ahirette de gidemezsin!
İlki, “Dünyadaki Cennet: Huzurlu Aile Yuvası” isimli eser. Kitabın kapağını ilk gördüğümde evlenmiş kişilere yazılmış olduğunu sandım. Fakat sayfalar arasına girince gördüm ki evli kişilerden daha çok bekâr gençlere, özellikle mümin olanlarına hitaben yazılmış…
Modern zamanların 5 şartından birine uymak yani evlenmek için otuz yaşına kadar beklemek zorunda olan; aynı zamanda âşık olmak ama flört etmemek paradoksuyla boğuşan gençleri çok iyi anlıyor Osman Nuri Topbaş. Dünyadaki cennetin aile yuvası olduğunu, dünyada cenneti kazanamayanların ahiret yolculuğunda işlerinin çetin olduğunu büyük bir özenle ispatlıyor. İslâmî normlarda evliliğin her zaman asıl olduğunu ve son derece teşvik edildiğini belirtiyor. Mümin kesimde yayılmaya başlayan kanserin; yani evliliğe yanaşmama gafletinin, insanların günah ve haram girdaplarında boğulmasına neden olduğunu vurguluyor. Evliliğin bir yük, başa gelmiş ve katlanılmak zorunda olunan bir belâ olarak görülmesinin yanlışlığına işaret ediyor. Batı’dan naklen yayınlanan haberlere göre, aile kavramının orada artık çatırdadığını söylüyor ve güzel bir duaya kaldırıyor ellerimizi:
“Bütün dünyada aile yuvalarının ahlâksızlık, ihmal ve muhabbetsizlik depremleriyle yıkıldığı şu demlerde Rabbimiz, ailelerimizi sarsılmayacak kuvvet ve kudrette inşâ edebilmeyi ve yaşatabilmeyi cümlemize nasip buyursun! Hânelerimiz; muhabbet, huzur ve saâdet cenneti olsun! Bu cennetin son kapısı da, cemâlullaha vuslatın tecelli ettiği sonsuz cennete açılsın!” Ne denir ki? Koskoca bir âmin!
Hakk’a giden yolda, tabelalara ihtiyacımız var
Osman Nuri Topbaş’ın diğer eseri ise “Hak Yolculuğu.” 125 Sayfalık bu kitabın içeriğinde ayet ve hadislerden bolca kaynak gösterilerek, anlatılmak istenenler en sağlam temellere dayandırılmış. Dinin gâyesinin “nâzik, zarif, ince ruhlu ve iç âlemini temizlemiş insan yetiştirmektir” şeklinde belirtilmesiyle başlamış kitap… Fark edileceği üzere sımsıcak bir tanım bu. Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi kitaplarındaki “din, insanı dünyada ve ahrette mutluluğa götürmeye amaçlamak için oluşturulmuş, konulmuş kurallar bütünüdür” şeklindeki donuk tanıma hiç mi hiç benzemiyor.
Hak yolculuğuna giden yollardan bahsediyor Hocaefendi. Zikretmekten, tefekkürden, ölümden söz ediyor. Gönül dünyası derinlemesine ele alınıyor bu küçük kitapta. Pasajların birinde: “Kâinat sayfalarındaki esrar ve hikmeti gerçek anlamıyla idrak edebilmek, ancak gönül âleminde derinleşmeye bağlı bir keyfiyettir.” deniyor. Bu cümle kitabın da özeti aslında… “Derinleşme” çabasına katkı sağlamak için kaleme alındığı, sararmış sayfaların her halinden belli oluyor.
Kitabımız Rahman’da belirtildiği üzere, ancak zikir ile tatmin olabilen kalbin manevi ihtiyacını da karşılamamız gerektiğini de vurguluyor Osman Hoca. “İmanlı ölmenin, ilâhi neşveler ve safâlara kavuşmanın yolu zikr-i daimidedir” sözleriyle konunun önemini işaret ediyor.
Ruhun ziyafet sofrası: Sohbet
Tanıttığım 3 latif kitaptan üçüncüsünün adı: “Nebevi Bir Eğitim Metodu: Sohbet ve Adâbı.” Çok akıcı bir üsluba sahip, taptaze bir kitap; basım yılı 2010. Peygamberimizin kurduğu ve tarihin ilk kampüsü olan “Ashab-ı Suffa” nın eğitim modelini anlatıyor Sohbet ve Adâbı.
Sohbetlerin bir nevi muhataba reçete yazmak olduğu söyleniyor. Kitapların numarasız gözlük gibi olduğu, kimin eline geçeceği bilinmeden yazılarak meçhule yollanan mektuplar olduğu ifade edildikten sonra “Sohbetlerin ise numaralı gözlükler” olduğu belirtiliyor. Çünkü sohbetlerde sözler ve kalpler, gelen kişilere göre yani muhataplara göre hazırlanır.
Tam anlamıyla ifa edilen sohbetlerin, bir mumla diğer mumların yakılması gibi olduğunu vurguluyor Osman Nuri Hoca. Sahabelerin de, sadırdan sadıra vaki olan sohbetlerle yetiştiğini ve sırf satırlardan okunan yazılarla gelişmediği hakikatini anlatıyor. Sohbetin ve muhabbetin bu denli mühim olmasına binaen, kadim geleneğin büyüklerinin sohbeti, yerine göre zikir ile meşgul olmaktan ve nafile namaz kılmaktan bile daha çok önemsediklerini ifade ediyor.
Kalp hastanesi ve gönül doktoru…
Sohbetin, sohbete katılan kişiler kadar sohbeti yapan kişiye de kazandırdıklarının bolluğundan söz ediyor Osman Nuri Topbaş. “Sohbet eden kişi, manevi eğitimle meşgul olan bir gönül mütehassısı, ruhlara ebedi hayat aşısı yapan bir gönül doktorudur” cümlesiyle, sohbet yapanın konumunu güzel bir biçimde betimliyor. Ve bu nedenle sohbet eden kişi, hitap ettiği cemaati kendisine ilâhi bir emanet bilmeli ve buna uygun olarak çabalamalıdır.
Huzurlu Aile Yuvası, Hak Yolculuğu, Sohbet ve Âdâbı adlı kitaplar, gerçekten güzel eserler. Hele de üçünü birden okuyamayacak olanlar Sohbet ve Âdâbı’nı pas geçmesinler derim. Osman Nuri Topbaş Hocaefendi’nin eserleri okunmalı. Mevzuya “Belli bir kesimin, cemaatin başındaki isim, onlar okusun!” şeklinde dar bir açıyla bakılmamalı. Çünkü O, kucaklayıcı, kapsayıcı bir ufka sahip… Hem güzel insanlara, sözlerine, cümlelerine vermememiz gereken kulaklarımızın var olduğunu söylüyoruz her fırsatta… Hodri meydan!
Abdullah Yalnız- dunyabizim.com'dan alıntıdır