Bir idarî ve siyasî dehâ: Sultan II. Abdülhamid

'Sultan II. Abdülhâmid hiçbir zaman “Kızıl Sultan” lâkabını hak etmedi.' diyen Yavuz Bahadıroğlu, Ermeni asıllı Fransız tarihçinin kirli oyununu yazdı.

Yavuz Bahadıroğlu'nun yazısı

Kendisinden sonra Osmanlı Devleti’nin düşürüldüğü duruma bakınca, idarî ve siyasî dehâsı kendiliğinden zaten ortaya çıkar.
Memleketin başına “meşrutiyet” görüntüsü altında Sultan Abdülhamid dönemini bile mumla aratan bir “istibdat” çöreklenmiş, siyasi cinayetler dönemi açılmış, “İttihad ve Terakki Cemiyeti” denilen acemiler korosu yüzünden imparatorluk çökmüştür.
Bize dayatılanın aksine, Sultan II. Abdülhamid, son derece ileri görüşlü, başarılı ve vatansever bir padişahtı. Ki, tarih boyunca her türlü çıkar çatışmasının odak noktası olan bir coğrafyada tam otuz üç sene ayakta kalma becerisini gösterdi.
İşte bu becerisi yüzünden, Filistin üstüne dini, millî ve ekonomik ütopyaları olan Yahudilerle “Büyük Ermenistan” rüyası gören Ermenilerin ve onlara yandaş olan Batılı devletlerin hışmına uğradı: Ona “Kızıl Sultan” dediler (Sultan II. Abdülhamid, isabetli öngörüleri sayesinde aldığı tedbirlerle Ermeni ve Yahudi emellerini etkisizleştirince, Ermeni asıllı Fransız tarihçi Albert Vandal, Ermeni isyanlarını ustaca bastırmayı bilen Padişah’a “kan dökücü” anlamına gelen, “Le Sultan Rouge” [Kızıl Sultan] demiş, bizdeki Abdülhâmid düşmanları da bunu havada kapmıştır.
Tarihe “yandaş” ya da “düşman” aramak için değil, gerçeğe ulaşmak için eğilen biri olarak şunu hemen söylemeliyim ki, Sultan II. Abdülhâmid hiçbir zaman “Kızıl Sultan” lâkabını hak etmedi. “Eli kanlı” olmak şöyle dursun, bir yönetici için “zaaf” sayılabilecek derecede müşfikti. Bediüzzaman da bu yönüne dikkat etmiş ve ondan “Şefkatli Sultan” diye söz etmiştir.
Otuz üç sene süren padişahlığı şefkatinin delili olarak tarihin tescili altındadır. Ki, otuz üç senede sadece üç dört âdi suçlunun idam cezasını onaylamış, kendisini öldürmek için arabasına bomba koyan Ermeni suikastçılar dahil, şahsına karşı cürüm işleyen suçluları dahi affetmiştir.
Mithat Paşa, Yıldız Mahkemesi’nde Sultan Abdülâziz’i katletme suçundan idama mahkûm edilmişken ve başta Plevne kahramanı Gazi Osman Paşa olmak üzere, pek çok devlet ileri geleni bu hükmün infazını Padişah’tan rica etmişken, sadece Taif’e sürmekle yetinmiştir.
Sultan II. Abdülhamid’e “Kızıl Sultan” denmesinin sebepleri çok sorulduğu için, konuyu biraz geniş tutmakta sanırım fayda var.
İngiltere ve Rusya, “Vilâyât-ı Sitte” denilen ve o dönemin idari haritasına göre Erzurum, Van, Bitlis, Diyar-ı Bekir, (Diyarbakır) Mamüret-ül Aziz (Elazığ), Harput ve Sivas’tan oluşan, (bugünkü idari yapıya göre Erzincan, Ağrı, Hakkari, Muş, Siirt, Mardin, Malatya, Bingöl, Amasya, Tokat illeri diğer illere eklenecek) topraklarda “azınlık” olarak yaşayan Ermenilere “kültürel özerklik” verilmesini, bu konuda Osmanlı Devleti’nin bir “ıslahat programı” yapmasını istiyorlardı.
Bu teklifle huzuruna çıkan Alman elçisine karşı Sultan Abdülhamid: “Ermeniler hiçbir vilayette ekseriyeti teşkil etmiyorlar” diye kükredikten sonra, varlığını ortaya koyuyor, cümlesini şöyle bitiriyordu: “Şark’ı (Doğu) Anadolu’yu muhtariyete (bağımsızlığa) götürecek böyle bir ıslahatı kabul etmektense, ölmeyi tercih ederim!” (Yavuz Bahadıroğlu, Resimli Osmanlı Tarihi, Nesil Yayınları; 0212 444 24 14).
İş bu cevap, “Büyük Ermenistan” rüyası görenlerle, yürekleri Ermenilerden yana vuranların gözünde, Abdülhamid Han’ı, “Kızıl Sultan” yapıverdi.
İşin bir de “Yahudi Cephesi” var: Macar asıllı Yahudi yazar Dr. Thedor Herzl, ideolojisi “siyonizm” olan, ırkçı bir Yahudi devleti kurmak istiyordu. Bu amaçla Yahudi zenginlerinden para toplayarak ilk “Milli Yahudi Bankası”nı kurdu. Banka yeteri kadar zenginleşince de, bir heyet oluşturup Sultan İkinci Abdülhamid’i ziyaret etti. Filistin’i Yahudilere vermesi halinde Osmanlı Devleti’nin tüm dış borçlarının kendileri tarafından ödeneceğini söyledi. Sultan Abdülhamid bu teklifi şiddetle reddetti.
Bu reddiye üzerine, Yahudiler de Sultan Abdülhamid Han’a “Kızıl Sultan” diyenlerin korosuna katıldılar. Daha sonra ise Abdülhamid Han’ı tahttan indirmeye çalışanları her anlamda destekleyerek intikam aldılar.
Vaktiyle Padişah’tan Filistin’i isteyen Yahudi Dr. Thedor Herzl’in yanında bulunan Selanik milletvekili Emanuel Karaso Efendi, Sultan Abdülhâmid’e tahttan indirildiğini tebliğ eden heyetin içindeydi. Anlaşılan Sultan II. Abdülhâmid’in, Dr. Herzl’e verdiği red cevabının rövanşını almaya gelmişti. Onu tahttan indirmek için tezgâhladığı onca oyunun meyvesini toplayacaktı.
Tahttan indirildiğini tebliğe gelen heyetin içinde Emanuel Karaso’yu fark eden Sultan Abdülhâmid Han’ın benzi attı. Acı acı gülümseyerek heyete sitem etti:
“Hepsini anladık da, bu herifin aranızda ne işi var, bunu anlayamadık?”
Onu tahttan indirenlerin bazıları art niyetliydi. Filistin’de devlet olmak veya Osmanlı coğrafyasını paylaşmak gibi amaçlar peşinde koşuyorlardı. Ancak onun tahttan indirilmesiyle işlerin yoluna gireceğini düşünenler de az değildi. Tabii derin bir hayal kırıklığına uğradılar. Ziya Paşa, “Eyvah!.. Bu baziçede (oyunda) bizler yine yandık/ Zira ki, ziyan ortada bilmem ne kazandık?” diye feryat ederken, Filozof Rıza Tevfik, “Abdülhamid’in Ruhaniyetinden İstimdad” başlıklı mersiyesinde şöyle ağlıyordu:
“Târihler ismini andığı zaman/ Sana hak verecek, ey koca sultan;
“Bizdik utanmadan iftira atan/ Asrın en siyâsî Padişâh’ına…
“Pâdişah hem zâlim, hem deli dedik/ İhtilâle kıyam etmeli dedik;
“Şeytan ne dediyse, biz ‘beli’ dedik/ Çalıştık fitnenin intibahına…
“Dîvâne sen değil, meğer bizmişiz/ Bir çürük ipliğe hülyâ dizmişiz;
“Sade deli değil, edepsizmişiz/ Tükürdük atalar kıblegâhına.”
 

Vakit

Kültür-Sanat Haberleri