Dün sabah, Bugün Gazetesi yazarları olarak SP Genel Başkanı Numan Kurtulmuş ile bir kahvaltıda buluştuk.Ahmet TAŞGETİREN yazdı...
Kahvaltıya, Refah dönemi devlet bakanlarından Teoman Rıza Güneri ve İstanbul il yönetiminden yetkililer de katıldı.
Hem Türkiye üzerine hem Saadet üzerine bir ufuk turu yapıldı.
Sohbet, soru ve değerlendirmelerin akışı içinde ister istemez, Saadet'in Kurtulmuş liderliğinde Türkiye siyasetinde nasıl bir yer edineceği noktasına geldi.
Kurtulmuş Milli Görüş çizgisinde bir yenilik olarak algılanmış ve ondan, yenilikler beklenmişti.
Ama acaba Kurtulmuş'un genel başkan seçilmesinden bu yana geçen sürede, Saadet böyle bir yeni profil kazanmış mıydı?
"Kazanmalı mıydı" sorusuna, orada bulunanlardan herhangi bir kimsenin "Hayır" cevabı verdiği yoktu.
Kurtulmuş isminin yenilik beklentisi ile aynileşmesi de bundandı.
Saadet, 29 Mart mahalli seçimlerinde "Fark var!" sloganını kullanmıştı.
Ama buradaki "Fark" daha çok, diğer partilere göre farktı.
Bir yerde, Erbakan Hoca'nın "Diğer partiler bir yana, Refah bir yana" söyleminin yeni versiyonu idi.
Peki Kurtulmuş, partinin kendi siyasi akışı içinde de bir farka tekabül ediyor muydu?
Dışarıda oluşan beklenti buydu.
Muhtemelen Saadet'in önemli bir kısmında oluşan beklenti de buydu.
Ve sanırım, bizzat Numan Kurtulmuş da kendi genel başkanlığıyla bir "Fark oluşturma"yı hedeflemiş olmalıydı.
Sohbetimizde, Numan Bey'in böyle bir çaba içinde olduğu izlenimini edindik.
Yine sohbet sırasında, Saadet'in kendi içindeki fark vurgusunun, diğer partilerle fark vurgusuna göre zayıf kaldığı kanaati ortaya kondu.
İki alanda fark oluşmalıydı:
1- Parti söyleminde.
2- Parti vitrininde.
Numan Kurtulmuş, her iki alanda çalışmalar yapıldığını anlattı.
Mesela yakın zamanda bir "siyaset okulu" oluşturmayı amaçlamışlardı ve burada, çok farklı çevrelerden istifade etmeyi planlıyorlardı.
Kurtulmuş, bunu anlatırken "Siyaseti yeniden formatlamak" ifadesini kullandı.
Kurtulmuş, iki-üç gün sürecek bir "Program kurultayı"ndan da söz etti ki bu partinin siyasi felsefesi üzerinde yeni bir yoğunlaşma arayışının işaretiydi.
Bizzat kendisi, muhalefet üslubunda ciddi bir yenilik yapmaya çalışmaktaydı. Katsayı, Gazze, Davos, Açılım konularındaki tavrıyla, bu yeni muhalefet üslubunun örneklerini verdi.
AK Parti tabanına yönelik ağır suçlamalar yoktu muhalefet çizgisinde. Bunu, geçmişte zaman zaman seslendirilen kimi ağır söylemleri (kimisini örnekleyerek) benimsemediğini ifade ederek belirtti.
Kurtulmuş, getirmeye çalıştığı yeni vizyonun, parti tabanında da kabul görmeye başladığını belirtirken, "Parti vitrinine yansıyan bir değişiklik" arzuladıklarını da kaydetti.
Kurtulmuş'un verdiği bilgiye göre 29 Mart seçimlerinde Saadet'in aldığı 2 milyon küsur oyun yüzde 75'i, eski Refah tabanından daha farklı yerlerden gelmişti. Bunun içinde liberal ve sol çevreler de vardı. Bu da, Kurtulmuş'un sesinin yeni toplum alanlarına ulaştığı anlamına gelmekteydi. Bu durumda Kurtulmuş'lu Saadet, maneviyat ekseninden kopmadan bir açılım gerçekleştirecek gibi görünmekteydi.
Gül'ün dost uyarısı
Cumhurbaşkanı Gül'ün, Slovakya'ya giderken yaptığı bir değerlendirme, "eksen kayması" değerlendirmelerinin yapıldığı şu günlerde, bölgeye yönelik siyasi oyunların deşifre edilmesi anlamında çok büyük önem arz ediyordu. "İran'ın nükleer programı" konusu, epeyce bir zamandır gündemdeydi ve bu noktada Türkiye ile Batı dünyası arasında mesafe oluşmuştu. Başbakan Erdoğan'ın bu konudaki söylemi Cumhurbaşkanı Gül tarafından da şu sözlerle paylaşılmaktaydı.
"Türkiye şunu söylüyor: Bir,'Ben nükleer silahlara karşıyım' diyor. İki, 'Bölgemde bütün nükleer silahlara karşıyım' diyor. Hele komşumda hiç istemem, şüphesiz ki... Üç, 'Barışçı amaçlı nükleer enerjiden herkesin faydalanma hakkı var, faydalanabilir' diyor. Dördüncü olarak, İran'la bu mesele diplomasiyle, diyalogla çözülsün istiyor. Savaş istemiyor Türkiye. Aslında bu kadar net, hükümetin de net, hepimizin net..."
Ama sonra bir uyarıda bulunmaktaydı:
"Irak'ta nükleer silah yoktu, kimyasal silah da yoktu. Ama Saddam kendisinde nükleer silah varmış pozu verdi, bütün etrafa bir korku vermek ve kendisini farklı göstermek için. Bunu bilmiyor muydu Irak'ı vuranlar? Biliyorlardı ama onlar da buna oynadılar. Kendilerine gerekçe, mazeret çıkardılar. Onun için nükleerle oynamak tehlikelidir."
Cumhurbaşkanı Gül, bunu söylerken, nükleer işini oyun haline getirmemeye, daha doğrusu nükleerle oynarken, asla onu silaha dönüştürmemeye ve oyuna gelmemeye çağırıyordu. Bu da Türkiye'nin bölgede yeni bir diplomatik örgü gerçekleştirilirken yaptığı dostça bir uyarıydı.