BİLGE KRAL ALİYA İZZETBEGOVİÇ PORTRESİ
Sümeyye DEMİR
“Selam sana ey halkım!
Bu günleri gösteren yüce Allah'a hamd ediyorum. Tarihimizi kanımızla yazdık. Evlerimiz yakılıp yıkıldı. Düşmanlarımız mert değildi, alçakça katliamlar yaptılar. Yapılan katliamları dünya şimdilerde ortaya çıkartılan toplu mezarlardan anlamaktadır. Bu gerçekleri haykırmıştık, duyan olmamıştı. Tüm acılara rağmen çok şükür ayaktayız. Yıkılan ev ve camilerimizi yeniden inşa ettik. Şehitlerimizi rahmetle anıyoruz. Onlarla inşallah cennet'te buluşacağız. Onları Allah'ın ve meleklerinin huzurunda şanlı direnişlerinden dolayı kutlayacağız. Gelinen noktada her şey bitmiş değil, yeni başlıyoruz. Başlattığımız mücadelede eksiklikler olmasına rağmen bir yerlere geldik. Bundan sonra görev sizlerindir. İlerleyen yaşım ve sıhhatim nedeniyle aktif siyaseti bırakıyor, bir nefer olarak ömrümü halkıma hizmet etmek isteyen siyasilere destekle yaşayacağım. Allah'a hamd ediyorum ki bugün elimdeki dalgalanan bayrağı teslim edeceğim inanmış yüz binler var. Artık Bosna Hersek hür ve bayrağımız kendi topraklarımızda dalgalanıyor. Selam sana ey halkım. İmanınıza, bayrağınıza ve devletinize sımsıkı sarılın."
Bilge Kral’ın Hayatı
Kendisiyle aynı adı taşıyan dedesi Aliya İzzetbegoviç, Üsküdar'da askerlik yaparken tanıştığı Türk kızı Sıdıka Hanım ile evlenmiştir. Dede İzzetbegoviç, Sıdıka Hanım ile evlendikten sonra Şamats’a geri döner. Bu evlilikten beş erkek çocukları dünyaya gelir. Bilgelik, adalet sahibi ve yardımseverlik gibi hasletlerle nam salan dedesi, çok yıllar sonra, bu meziyetlerinin bir neticesi olarak, adını verdikleri torununun hayatını kurtaracaktır. İslâmî havanın solunduğu ailede, torunu Aliya İzzetbegoviç’de kendisini gösterecek, felsefi, ilmi ve İslâmî eserlerinden ötürü, ‘Bilge Kral’ unvanıyla nam salacaktır.
Aliya İzzetbegoviç, 1925'de Bosna-Hersek'in kuzey batısında bulunan Bosanska Krupa şehrinde dünyaya gelir. Ailesi, İslami duyarlılığa sahip bir ailedir. Ancak O, İslam karşıtı ve Müslümanları, Avrupa'ya dışarıdan girmiş kimseler olarak gören bir çevrede yetiştir. Daha küçük yaşta ticaretle uğraşan babasını kaybeder. En büyük teselli kaynağı, dindar bir hanım olan annesidir. İlk eğitimi, annesinin dizi dibinde, onun dini öğretileriyle başlar. Aliya İzzetbegoviç, bu yönden annesine çok şey borçludur. Liseyi, 1943 yılında Saraybosna’daki Alman lisesinde bitirir. Disiplinli bir öğrenci olarak, bilim ve İslâmî konulara olan ilgisi, üstün zekası ve kabiliyetleriyle ilgi çekmeye başlar. Daha on altılı yaşlarında, arkadaşlarıyla İslamî konuları tartışmak ve öğrenmek amacıyla, Mladi Muslimanií’ye (Genç Müslümanlar Teşkilatı) üye olur.
Düşünce jimnastiği yapmak amacıyla kurulan teşkilat, sorgulaması, ileri tahlil yeteneği ve fikir üretme kabiliyeti neticesinde, aktif faaliyetler gerçekleştiren bir teşkilat şeklini alır. Eğitim ve hayır eylemlerine liderlik edip, kız öğrencilerin de kendilerini yetiştirebilmesi için, onlara özel bir birim oluşturulur. İkinci dünya harbi esnasında, pek çok ihtiyaç sahibine yardımlarda bulunulur.
Müslüman Gençler Teşkilatının faaliyetleri, dikkat çekici boyutlara ulaşır. Almanların işgal ettiği Yugoslavya’da, Almanların da desteğini alan Sırp Çentikler, Bosna’da 100 bin Müslüman’ı öldürürler. 13 Ocak 1946'da bağımsızlığını elde eden ülkede, Kominist rejimin iktidarı ele geçirmesiyle, tüm dinlere ve özellikle de İslâm’a karşı bir savaş başlatılır. Ateizme olan karşıtlığı ve İslâmi hassasiyetinden ötürü, hedefte Aliya İzzetbegoviç vardır ve bu sebeple 1946-1949 yıllarını, ‘İslamcılık’ suçlamasıyla 3 yıl boyunca cezaevinde geçirir. Bu ceza esnasında birkaç cezaevi değiştirir. Ormanda çalıştırılarak devlete kereste hazırlatılır. Kendi deyimiyle, “Pranga mahkumu gibiydik. Akşam yorgun olduğumuz için bir kenarda yığılıp kalıyorduk” diyerek, o günlerin zorluğunu anlatır.
Cezasını çektikten sonra hukuk okumaya karar verir. 1956’da hukuk fakültesini bitirmesinin ardından ziraat fakültesini okur. Bir inşaat şirketinde, 25 yıl yöneticilik yaparak meslek hayatını tamamlar.
Gençliği buram buram idealist aktivitelerle geçer. 1970 yılında ‘İslâm Manifestosu’ adlı kitabını kaleme alır. Bu kitap, İzzetbegoviç'in İslâmi kimliğinden ziyade, siyasi kararlılığının ve mücadelesinin bir simgesi olur. Aslında bu manifesto, sadece Bosna ve Yugoslav Müslümanlarına değil, tüm dünya Müslümanlarına bir çağrıdır. Bu çağrı için şunları söyler:
“Çağrımda Müslümanlara yeniden uyanış ve dirilişin öncüleri olma ve İslam'da şuûrlanmayı işlemeye çalıştım. Baskılar ve yasaklara karşı, siyasî bir şuûrlanmanın başlatılması ve haksızlıklara karşı, haklı bir siyasi başkaldırının başlaması gerektiği düşüncesinden hareket etmiştim. Bildiri Yugoslavya'da olduğu gibi İslam dünyasında da büyük yankı uyandırdı ve çokça tartışıldı”.
Kitap, 1983'te kovuşturmaya uğrar. Aliya İzzetbegoviç, Müslüman aydınlarla birlikte tutuklanır. Mladi Müslümani teşkilatını yeniden örgütlemek suçlaması ile 14 yıl hapse mahkum edilir. Ardından cezası 11 yıla indirilir. 1989 yılında, Yugoslavya'nın dağılma süreci sırasında, ilan edilen af sonucu özgürlüğüne kavuşur. 1990 yılında İslam Manifestosu'nu yeniden bastırır.
Bu beş yıllık zindan süresi, İzzetbegoviç için yeni bir dönemin başlangıcı olur. Zindanda düşünmeye, fikir üretmeye ve daha önce üretilmiş fikirlerden ziyadesiyle istifade etme imkanı bulur. Ayrıca, bir fikri eserinden dolayı cezaevine atılması, tüm gözlerin kendisi ve fikirleri üzerinde yoğunlaşmasını sağlar. Cezaevinde olduğu süre içinde, yıllarca emek sarf ettiği "Doğu ve Batı Arasında İslam" adlı önemli kitabı yayınlanır. Arkadaşı tarafından insanlığa kazandırılan bu kitap, çok kısa zamanda geniş bir kitleye ulaşarak büyük yankı uyandırır. Aliya İzzetbegoviç’in bu kitapla amacı, İslam'ı sade ve öz bir şekliyle, yetişen yeni nesillere kazandırmaktır.
Cezaevinde geçen bu zindan yılları, saygın bir düşünce adamı kimliğine, vazgeçilmez ve karizmatik bir siyasi lider özelliğini ekler. Halkının gözleri önünde işkenceye maruz kalması, binlercesinin dünya gözü önünde katliama tabi tutulması, siyaset hayatına atılmasını kaçınılmaz kılmıştır. Artık kollarını, Bosna-Hersek’in kendi kimliğine ve özüne kavuşması için, mücadele adına sıvamıştır.
Aliya İzzetbegoviç Siyasi Arenada
“Ben bir Müslümanım ve öyle kalacağım. Kendimi dünyadaki İslam davasının bir neferi olarak telakki ediyorum ve son günüme kadar da böyle hissedeceğim. Çünkü İslam benim için güzel ve asil olan her şeyin diğer adı; dünyadaki Müslüman halklar için daha iyi bir gelecek vaadinin ya da umudunun, onlar için onurlu ve özgür bir hayatın, kısacası benim inancıma göre uğrunda yaşamaya değer olan her şeyin adıdır.”
1990 yıllara gelindiğinde, Yugoslavya Federasyonu içinde hareketlilik başlamıştır. Eyaletler teker teker bağımsızlıklarını ilan ederler. “Her Şey Allah’ın elindedir’’ diyerek, hapishane arkadaşlarını toplayıp, Demokratik Eylem Partisini (SDA) kurar ve başkanlığına getirilir. Parlamentoda konuşmasına ‘Bismillahirrahmanirrahim’le başlaması, Müslümanların gönlünde yankılanırken, hasımlarını ise kudurtur.
1990 yılında yapılan seçimden başarılı çıkınca, Bosna Hersek Cumhuriyetinin Başkanı seçilir. Bir yandan da, halkının savunmasız olmasından dolayı, gizli gizli askeri gruplar oluşturur. Çünkü, her geçen gün baskılar daha da artmaktadır. Baskıların yansıması, SDA’nın 1991 kongresinde Aliya İzzetbegoviç’in konuşmasına da yansır. Konuşmasın da: “…Yemin ederim ki köle olmayacağız’’ sözleriyle, tehditlere karşı bir iman abidesi örneği sergiler. Cesur ve yüreklidir. Bu duruşu, peşinden gidenlere cesaret ve kazanma inancı aşılar.
Mart 1992’de Bosna-Hersek de bağımsızlığını ilan eder. Yapılan bir referandumla da, halkın onayına sunulur. Bu referandum sonucuyla halk, Aliya’nın kararını destekledikleri ve sonuna kadar birlikte olacakları mesajını verir. Ve bu bağımsızlık ilanı, aynı zamanda yeni bir kıyım döneminin de başlangıcı olur. Sırp yönetimi, Müslümanlara savaş açarak, kanlı bir katliama başlar.
Hırvatistan ve Slovenya’nın bağımsızlık mücadelesine, maddi-manevi destek olan ABD ve Avrupa ülkeleri, Bosna-Hersek’i ise Sırplarla mücadelede yapayalnız bırakır. Yugoslavya Federal Ordusunun desteğiyle, Sırp Çetnikler, Müslümanları kıskaca alırlar. Müslümanların silah ve askeri destek açısından çok güçsüz olması nedeniyle, Sırplar pek çok şehirlerini işgal etmeyi başarır. Sırplar, atalarından kalma bozgunculuk özelliklerinden olsa gerek, geçip gittikleri tüm bölgelerde kıyımlar ve yıkımlar gerçekleştirir. Bu işgaller dolayısıyla, 1 milyona yakın halk göçe zorlanır, tüm mal varlıkları tarumar edilir, İslamî izler taşıyan her türlü eser, bina ve camiler viraneye çevrilir.
Aliya İzzetbegoviç sabırlı ve metanetli olmayı başarırken, halkının aç, susuz, ilaçsız ve elektriksiz kalması, bir çare diyerek kendisinden yardım beklemesi, O’nu çözüm yolları aramaktaki azmini perçinler. 7 Eylül 1993 yılında yapılan seçimi de kazanarak, tekrar Başkanlığa getirilir.
Halkı dört yıl boyunca, dünya ülkeleri gözü önünde, ölümle baş başa bırakılmıştır. Meselenin çözümü ve Sırp katliamının durdurulması adına yapılan tüm görüşmeler ve çabalar sonuçsuz kalır. Bu görüşmelerden biri de Dayton’da yapılır ve şartlar ağır da olsa anlaşma imzalanarak, Bosna-Hersek’in bu günkü sınırları korunmuş olur. 1994 sonuna yaklaşıldığında, yaşanan iç savaşta gelinen nokta içler acısıdır. Göçe zorlananların sayısı bir milyonu, hayatını kaybedenlerin ise 250 bini geçmiştir.
Başkanlık görevini, 2000 yılındaki üçlü devlet başkanlığı dönemine kadar sürdürür. Yaptığı açıklamalarda istifa gerekçesini, sadece sağlığına ve yaşına bağlamaz. Avrupa'nın kurduğu Bosna yönetiminin, Müslümanlara baskı uyguladığı ve kabul edemeyecekleri tavizlere zorladıklarını da ısrarla vurgular.
Dayton Anlaşması ve Şartları
ABD’nin arabuluculuğuyla 21 Kasım 1995'te, Ohio eyaletinin Dayton kentinde, üzerinde mutabakata varılan ve aynı yıl 14 Aralık'ta resmen imzalanan, Avrupa’nın İkinci Dünya Savaşından bu yana gördüğü en kanlı savaşı sona erdirerek, Bosna Hersek’te yeniden barışı sağlamayı amaçlayan bir anlaşmadır. O zamanki Bosna-Hersek Devlet Başkanı Aliya İzzetbegoviç, Sırbistan Devlet Başkanı Slobodan Miloseviç ve Hırvatistan Devlet Başkanı Franjo Tudjman tarafından imzalanmıştır. Bosna halkı adına, üzerinde taşıdığı tüm olumsuz maddelere rağmen, kanı durdurabilmiş.
Yeni dünya düzeni için, çok önemli bir simge olmuştur Bosna. Çünkü, bu güne kadar denenmemiş, çok uluslu bir yönetimle ülkenin idare edilmesi denenecektir. Burada Doğu ile Batı, İslâm ile Hıristiyanlık, Katoliklik ve Ortodoksluk iç içe barındırılmaya çalışılmıştır. Bosna Hersek; çok uluslu ve çok dinli siyasi yapının yürütülüp yürütülemeyeceği konusunda, bir nevi denek olarak kullanılmıştır.
Bu anlaşmayla, Bosna - Hersek topraklarının % 51'ini Müslümanlara ve Hıristiyan Hırvatlara, % 49'unu da Bosna - Hersek Sırplarına (veya bu ülkeye yerleşmiş Sırplara) verilmiştir. Ayrıca, Doğu Slovenya’yı Hırvatistan’ın yönetmesi ön görülmüştür.Yönetimin de, bu üç halk arasında paylaşılması şart koşulmuştur. Amerika aynı zamanda, Müslümanlara ellerindeki silahları imha etmelerini ve ABD patentli silahları, yedek parçasız bir şekilde satın almalarını bildirmiştir.
Burada yönetim şu şekilde işleyecektir: Bosna’nın başında üç kişilik bir devlet başkanlığı kurulu bulunacaktır. Bunlar, üç kurucu halkı temsil edecekler ve en çok oyu alan kurul başkanı olacaktır. Bunun altında bakanlar kurulu olacak. İki eş başbakan (Boşnak ve Sırp) ve bir eş başbakan yardımcısı (Hırvat) bakanlar kuruluna başkanlık edecek. Bakanlıklarda birer bakan ve ikişer bakan yardımcısı olacak. Her bakanlığı yöneten üç kişi, üç ulus arasında paylaşılacak. Örneğin, dışişleri bakanı Hırvat ise, yardımcıları Sırp ve Boşnak olacak.
Yazılarında Bosna sorununa özellikle değinen yazarlardan Hakan Albayrak, gelinen süreçte, Bosnalıların bir psikolojik savaşa tabi tutulduğunu söylüyor. Albayrak’a göre başarı, bu psikolojik savaşı aşmaya, yani her şart altında devlet olmayı başarmaya bağlı.
Ancak, geçen 14 yılla rağmen, Sırplar anlaşmaya uymamaya devam etmektedir. Anlaşmanın yedinci maddesine göre, göç eden Boşnak halkın ülkeye dönüşüne izin verilmesi gerekiyorken, halen yarım milyona yakın halk, Sırp engeli yüzünden ülkelerine dönememektedir.
Savaş suçlularının ortak çalışmayla araştırılması ve yargılanması, toplu mezarların açılması, maddi zararların telafisi gibi pek çok konuyu içine alan anlaşma, Müslümanlar hakkında olumlu işlememiş ve Sırp zulmüne ve ihanetine göz yumulmuştur.
Kişisel Özellikleri ve Şahsiyeti
“Bizler insan olmaya ve insan kalmaya çalıştık ve başarılı olduk. Ancak bunu onlardan(sırplardan) dolayı yapmadığımızın altını çizmeliyim. Kendimizden dolayı insan kalmaya çalıştık, onlardan dolayı değil. Onlara hiçbir şey borçlu değiliz. İnsan olmak ve insan kalmak, Allaha ve kendimize karşı sorumluluğumuzdur. Onlara karşı değil.”
Aliya bir barış adamıydı. Kayıt altına alınan ve uluslar arası mahkemelerce kabul edilen soykırımın durması ve halkının bağımsızlığı için, işkencelere, zindanlara tahammül etmiş, bu uğurda elinden geleni yapmıştır. Bosna halkı tarafından "Baba" olarak da isimlendirilmişti.
Felsefi çalışmaları, engin düşünceleri, olaylara farklı ve pozitif yaklaşımları ve derin siyasi tecrübesiyle, yazar, düşünür ve bulunmaz bir liderdi.
Yorulmak bilmeyen bir mücadele azmine sahipti. Amaçları uğruna, sadece yönetici olarak çalışmayı değil, yazarak, konferanslar vererek ve gerektiğinde aktif eylemlerde yer alarak çabalamayı şiar edinmişti.
Cesaret ve kararlılığıyla hemen herkesin dikkatini üzerinde toplayan, bütün baskılara rağmen boyun eğmeyen ve inandığını hiç çekinmeden her yerde savunan bir insandı. İslamî kimliğini her zaman ve mekanda sergilemekten çekinmeyen, inancından taviz vermeyen bir kişiliğe sahipti.
“...Her şeye kadir olan Allah'a andolsun ki köle olmayacağız...” sözlerini yaşamına uygulayıp, zoru ve çileyi seçerek, sadece kendinin değil, halkının yarınlarını da düşünme yiğitliğini gösteren bir Allah dostuydu.
Tüm gerçek liderlerin olduğu gibi, O da tezahürattan, alenen ve sıkça övülmekten, gösterişten hoşlanmazdı.
Peygamberi öğretilere uygun, mütevazi ve sade evinde, yalnızca emekli maaşıyla geçinmeyi onurlu bir yaşam sayardı.
Geçmişte yaşanmış tecrübelere değer verir, insan hayatının her şeyden üstün olduğuna her fırsatta değinir, aynı acıların ve sıkıntıların tekrar yaşanmaması için, unutulmamasını tavsiye ederdi.
“Hiç kimse intikam peşinde koşmamalı, sadece adaleti aramalıdır. Çünkü intikam sonu olmayan kötülüklerin de kapısını açar. Geçmişi unutmayın ama onunla da yaşamayın.”
Adını aldığı dedesini rahmetle anar, onun gibi adaleti elden bırakmayan bir halk önderi olmak için mücadele ederdi.
Dedesi İle ilgili, Kendi Ağzından Bir Hatıra
“Benim dedemin adı da Aliya idi. Adını bana vermişler. Rahmetli dedem, 1. Dünya Savaşı'nda Aziziye'nin Valisi idi. Bu vesileyle ilgi çekici bir tarihî anekdot aktarayım.. Haziran 1914'te Saraybosna ziyareti sırasında, Avusturya-Macaristan Arşidükü Ferdinand'a suikast düzenlenmesi ve öldürülmesi ardından Avusturya, Bosna-Hersek Başkomutanı emriyle, tüm ülkede Sırplar'ın evinde arama yapılmasını ve şüphelilerin gözaltına alınmasını emretmişti. Bu emirle Aziziye'ye de gelmişlerdi. Aziziye'de 40 Sırp tutuklanmış, götürülüyorlardı. Dedem vali olarak müdahale etti ve askerlere "Bu sırplar suçsuz. Bunları götürmeyin. Onları tutuklarsanız, beni de tutuklayın" demişti. Aziziye'deki Avusturya askerlerinin başındaki komutan dedemin bu ifadesi üzerine 40 Sırp'ı serbest bırakmıştı.
"Ölümün eşiğinden döndüm."
Aziziye, daha sonraki yıllarda Hırvat milliyetçileri (Ustaşa'lar) tarafından işgal edilmiş ve Müslümanlar buradan zorla göç etmişlerdi. Ailem de 1927'de Saraybosna'ya yerleşmişti. O yıllarda Saraybosna'da okuyordum. 1944 yılı Haziran ayı idi. 'Ustaşa'lar, beni hayalî Büyük Hırvatistan Ordusu'na almak istiyorlardı. Onlardan kurtulmak için Müslümanlar'ın yoğunlukta olduğu Gradaçac kasabasına kaçmaya karar verdim. Gradaçac'a varmadan, Sırp milliyetçileri (Çetnikler) tarafından yakalandım. Beni ormanlık bölgedeki karargahlarına götürdüler. Bir sürü işkenceden sonra boğazımı keserek öldürmeye karar verdiler. O sırada karargaha dışarıdan bir grup geldi. Alaylı bir şekilde beni sorguladılar.
Hırvatlar'ın Aziziye'yi işgali üzerine Saraybosna'ya taşındık. Hırvatlar beni zorla ordularına almak istedikleri için Gradaçac'a kaçmaya karar verdiğimi söyledim. Çetnikler'in komutanı Albay Keseroviç yüksek bir sesle "Bunu öldürmeyin!" dedi. Gerekçesi ilginçti: "Bunun dedesi Aziziye Valisi iken, Avusturya askerleri tarafından suçsuz yere tutuklanan Sırplar'ı kurtarmıştı. Bunlardan biri de benim. Albayın bu gerçeği dile getirmiş olmasına rağmen gözü dönmüş caniler beni öldürmekte kararlıydı. Ancak Albay ısrar edince beni bıraktılar.”
Vefatı
“Ey teslimiyet, senin adın İslam'dır!”
Aliya İzzetbegoviç, son yıllarında iki kez kalp krizi geçirmiş, Slovenya ve Suudi Arabistan’da tedavi görmüştür. 2002 senesinde kendisine kalp pili takılmıştır. 10 Eylül'de evinde düşmesi sonucu kaburga kemiklerinde 4 kırık teşhis edilmiş ve omzunu incitir. Hastane yetkilileri Cuma günü, akciğerindeki kanama durdurulamayan 78 yaşındaki İzzetbegoviç'in sağlığının kötüye gittiği bildirilir. Ve takvimler 19 Ekim 2003’ü gösterdiğinde, hastane yetkilileri, Bonsak halkının yetim kaldığı haberini duyurur. Aliya İzzetbegoviç, Hakkın rahmetine kavuşmuştur artık.
Eserleri
Doğu Batı Arasındaki İslâm
Tarihe Tanıklığım (Anıları)
Özgürlüğe Kaçışım Zindandan Notlar
Konuşmalar
Bosna Mucizesi Konuşmalar
İslâm Deklarasyonu
Köle Olmayacağız
“Kur'an edebiyat değil, hayattır; dolayısıyla O'na bir düşünce tarzı değil, bir yaşama tarzı olarak bakılmalıdır… Yeryüzünün öğretmeni olabilmek için gökyüzünün öğrencisi olmak lazım.”
Allah rahmet eylesin.