Beyoğlu ‘S.O.S’ veriyor

“Fethedilmeyen İstanbul” Beyoğlu, sesini duyurmayı başardı…

Beyoğlu ve civarı, İstanbul’un fethinden önce Cenevizli zengin tüccarların beldesiydi. Bu sebeple, kadim kültür dokusunu devam ettirmek için yüzyıllar boyunca Osmanlı ile iyi geçinmiş, daha sonraki dönemlerde, hoşgörü medeniyetinin imkânlarından yararlanarak izlerini sürdürebilmiştir. Ülkemize gelen bütün Avrupalı/Batılı gezginlerin kendi izlerini, kültür köklerini aradıkları bir yerdir burası. 18. yüzyılda başlayan yenileşme hareketleri ve 1834 Tanzimat fermanı, bilimde, sanatta ilerleyen, sömürge ve sanayileşme ile zenginleşen ve bunu bütün dünyada hissettiren batı etkisinin Osmanlı ülkesinde de yaşanmaya başlaması, İstanbul’un biçimlenmesini de önemli ölçüde etkilemiştir. Sarayın yönetim işlevinin sur dışında, Beşiktaş sırtlarında Yıldız’da ve sahilde yerleşmesi birçok işlev alanının yer seçiminde ve şehrin parçaları arasında kurulan ilişkiler sisteminde en önemli paya sahiptir. Bizans döneminde “karşı yaka” anlamına gelen Pera’nın sur içine köprülerle bağlanması, burada gayrimüslim ülkelerin elçiliklerinin çevresinde çeşitli finans kurumlarının, uluslararası şirketlerin ve buna bağlı olarak çeşitli eğlence yerlerinin yer alması ile yeni bir merkez olarak gelişmesi, prestij konut bölgelerinin oluşumuna yol açmıştır. Artık Pera karşı yaka olmaktan çıkmıştır.
 
İstanbul’un dört kadılığından birine sahip olan Beyoğlu’nun asıl önemi, Meşrutiyet dönemi de dâhil olmak üzere ülkemizdeki değişimin prototipi olarak gösterilmesindendir
 
Bir zamanların payitahtı, Cumhuriyet döneminin ise kuşkusuz en büyük şehri olan İstanbul’un bu semtine gerek İstanbullunun, gerekse Anadolu’dan gelmiş pek çok insanımızın hayatında en az bir defa uğradığı bir gerçektir.  Film dünyasının kalbi yıllar yılı Beyoğlu-Yeşilçam’da atmış, insanımız dünyayı beyaz perdede kendisine gösterildiği gibi tanımıştır. Yine insanımız Holywood’un zengin imkânlarıyla yapılmış filmleri ile ilk kez burada tanımış ve Batı medeniyetini biraz da bu pencereden, onların istediği normlarda izlemiştir. Her yenilik öncelikle burada meydana gelmiş, buradaki gibi yaşanılıp eğlenilmiş ve mutlak seçkin bir havali olduğuna iman edilmiştir. Velhasıl özentilerin, modanın ve birçok ilkin ülkemizdeki menşei burasıdır diyebiliriz.
 
Fethedilmeyen İstanbul”
 
Dışarıdan bakıldığında Beyoğlu böyle bir tablo oluşturmaktadır. Peki, Beyoğlu’nda yaşayan Anadolu insanının durumu nasıldır bu tablonun içinde? Ahmet Hamdi Tanpınar “Sahnenin Dışındakiler” isimli eserinde Beyoğlu için: “Burada hayat bir bakıma göre ancak müsaade edildiği nispette bizimdi.” der. Yine Yahya Kemal Beyatlı, yazılarında Beyoğlu’nu “Fethedilmeyen İstanbul” olarak nitelendirir. Müzmin bekâr Ali Emiri Efendinin olumsuz şöhreti sebebiyle hayatı boyunca Beyoğlu’na adım atmadığı söylenir. Bütün bu yaklaşımlarla beraber Beyoğlu, farklı dine, millete, kültürel, sosyal ve ekonomik konuma sahip insanların yaşadığı dünyanın ender semtlerinden biridir diyebiliriz. Yüzyıllar boyu farklılıkların çatışma unsuru olmadığı, bilakis zenginlik sebebi olarak görüldüğü müstesna bir yerdir Beyoğlu. Kadim zamandan beri bu özelliği ile dünyaya da örnek teşkil etmiştir.
 
20. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren Anadolu’nun en ücra köşelerinden gelip, bir apartmanın kapıcılığını yapan, bir işyerinin merdiven altındaki çay ocağını işleten, perşembe pazarında hamallık yapan gayretli ve çilekeş insanlarımız bütün olumsuz ve zor şartlara ve yönlendirmelere rağmen burada, erozyona uğramadan, yozlaşmadan ayakta kalmayı başarabilmiştir. İkinci ve üçüncü kuşak çıtayı biraz daha yükseltmiş ve 20. yüzyılın son çeyreğinden itibaren artık yönetimde de söz sahibi olmayı başarmıştır. Fakat ne yazık ki, bu yöneticiler şehrin toplumsal dokusunu muhafaza edecek ve vizyon oluşturacak, ileriye taşıyacak politikalar üretememiş, projeler oluşturamamışlardır. Dünün dünyaya örnek olan model şehri, bugün kaderi ile baş başa kalmış, tükenişini seyretmektedir.
 
Cezayir Sokağı şimdi Fransız Sokağı
 
Yoğurtçu Hasan Efendi, miadını doldurmuş, son sermayesi olan fakirhanesini elden çıkarmak zorunda kalmış, şehrin varoşlarında iki küçük daire alırım, birinde otururum, birinden de üçbeş kuruş gelirim olur, demiş gitmiş. Bir zamanlar Elizer’in olan kırtasiyeci dükkânı şarap evi olmuş, terzi Varkes, oyuncakçı Anna’nın dükkânlarının bulunduğu işhanı “Gaymotel” oluvermiş. Semt sakinlerinin huzur içinde oturdukları daireler birkaç saatlik süfli zevklerin tatmin edildiği “Garsoniyer”lere dönüştürülmüş. Ramazanda kimse incinmesin diye penceresine perde takan muhallebici Toma ustanın bir üst katında, bugün ne idüğü belirsiz insan müsveddeleri perdeleri sonuna kadar açmış evde anadan üryan dolaşıp teşhircilik yapıyor. Emre Aköz’ün de dediği gibi: “Eskiden Asmalımescit meyhane sayısının üç beşi geçmediği bir semtti. Ama epeydir Nevizade'yi geride bıraktı. Sokaklara taşan masalar her akşam tıklım tıklım. Bu mekânlar AKP'li Belediye Başkanı Ahmet M. Demircan döneminde açıldı!” Normal bir vatandaşın gün batımından sonra buralarda yürümesi neredeyse imkânsız gibi. İsteyen bir sokağı gasp edip adını değiştirebiliyor. Cezayir Sokağın, Fransız Sokağı olarak değiştirilmesi gibi. Gettolar oluşturuluyor. Hiçbir sınırın, kuralın, değerin, kutsalın tanınmadığı bir anlayışa peşkeş çekilmeye çalışılıyor canım Beyoğlu. Birde üstüne üstlük birileri referandum sürecinde kafayı çekip ekran karşısına çıkarak pişkin pişkin:”Başbakan korkuları gidermelidir!” ültimatomu vermiyor mu insan ister istemez ey Allah’ım sen bizim aklımızı koru demekten kendini alamıyor.
 
Sayın Başbakan korkuları gidermelidir!?
 
Ramazan davulcusunun polis marifetiyle derdest edildiği fakat barların, kulüplerin, kafelerin gümbürtüsünün sabahlara kadar devam ettiği ve kimsenin bundan hesap soramadığı, denetleyemediği bir Beyoğlu… Bunun adı hoşgörü, özgürlük, demokrasi, insan hakları değil bilakis aymazlığın, yozlaşmanın, kepazeliğin, çürümüşlüğün ta kendisidir. Evet, Sayın Başbakan korkuları gidermelidir; çünkü Beyoğlu sakinleri işlerine, evlerine, çarşıya, pazara giderken korkuyorlar. Sokaklarda dolaşmaya, Beyoğlu’nda yaşamaya korkuyorlar!..
 
Beyoğlu Profesyonelce, planlı ve programlı bir şekilde eski mimari kimliğine uygun olarak yeniden imar ediliyor. Bu operasyon için milyarlar havada uçuşuyor. Bu kadar ekonomik sıkıntının içinde bu değirmenin suyu nereden geliyor, bu projeleri kim destekliyor, kim finanse ediyor? Bu ayrı bir araştırma konusu! Benim dile getirmek istediğim; insanca, huzur içinde ve medeni bir şekilde nasıl yaşanabilir diye bir derdimiz, sosyal projelerimiz var mı? Yoksa medeni olmanın ölçüsü beton, mermer ve demir yığınından mı ibaret?
 
Beyoğlu halkı 2009 seçimlerinde ihtarını açık bir şekilde verdi
 
Yönetimi elinde bulunduranlar bir avuç beyaz yakalıya şirin görünmeyi bırakmalı, en kısa zamanda akıllarını başlarına almalı, halka kulak vermeli onların sorunlarını dinlemeli ve bunlara çözüm yolları aramalıdırlar. Beyoğlu’na yaraşır projeler üretmeli ve bunlara hayatiyet kazandırmalıdırlar.
 
Beyoğlu’ndan söz edilir de Şeyh Galip unutulur mu? Muhterem Yüceyılmaz, Kırmızı Tramvay isimli eserinde Galip için şöyle der:”Medeniyetlerin buluştuğu bir semt olan Beyoğlu’nun bağrındaki Galata Mevlevihanesinin haziresi, Şeyh Galip gibi büyük bir şaire de kucağını açmıştır. Galip, içinde yoğrulup geldiği medeniyetin özünü iki mısraya sığdıracak güçtedir ve şöyle ifade eder insanı:”
 
Hoşça bak zatına kim zübde-î âlemsin sen
Merdüm-ü dide-î ekvan olan âdemsin sen
 
Gönül güzü ile bak kendine. Yaratılanların özüsün sen.
Kâinatın göz bebeği olan âdemsin sen…
 
 
Nidayi Sevim
HaberKültür.Net
 

 

Kültür-Sanat Haberleri