Bediüzzaman`ı doğru anlamak- Analiz
`Günümüzde demokratik bir hak olarak da kabul edilen sivil itaatsizliğin yirminci yüzyıldaki en büyük öncülerinden biri Bediüzzaman’dır.`
Herkes için olduğu gibi; dini, tarihi, ilmi, siyasi, sosyal kişiliği ve önderliği ile hem ülkede, hem uluslar arası alanda seçkin bir yere sahip olan Bediuzzaman’ı doğru anlamak ve doğru değerlendirmek; önemli, gerekli, zorunlu ve hakşinaslığın icabıdır denilebilir. Onun gibi sembol isimleri yeterince tanımak, yakın tarihimizi ve içinde bulunduğumuz hali en yalın halde değerlendirmemize vesile olur. Bu nedenle; tarih gibi, tarihi şahsiyetleri de övgü-yergi temelinde ele almak tarihi ve o şahsiyetleri doğru anlamamızı zorlaştıracağından büyük bir haksızlığa yol açar. Bu kişiler; günümüze ışık tuttuğu, değer ve anlam kattığı, yönümüzü doğrultmamıza etki ettiği, geleceğe dair düşüncelerimizin şekillenmesinde rolü olduğu için bu haksızlık bize karşı da yapılmış sayılır.
Sayısız faziletleri ve sevapları olan böylesi insanların her yaptığını doğru ve eleştirilemez kabul etmek, onu insanüstü ve kutsal bir konuma yükseltmek anlamına gelir. Beşeri yönü zayıf, gerçek hayatla ilişkisi olmayan bir masal kahramanına dönüştürür. Toplumla ve bireylerle o kişinin arasına akıl ve iradeyi dışlayan mesafelerin girmesine neden olur. Diğer yandan her yaptığını yanlış ve isabetsiz görmek ise, ön yargıyla doğrulara gözünü kapatmak ve düşmanca bir tavır sergilemektir. Bu iki tutum da son derece sakıncalı, zararlı, anlamsız ve adalete uygun değildir.
Bütün önemli ve iz bırakmış tarihi şahsiyetler için geçerli olan bu kriterler, kuşkusuz Bediüzzaman için de geçerlidir. Unutulmamalıdır ki; Allah’ın yarattığı ve imtihan aracı yaptığı beşeri özelliklerin ortaya çıkması, hiç bir insanı küçültmez. İradeli davranır, yanlışa sapmazsa onu yüceltir. Zira beşeri arzularına rağmen iyiye yönelmek ve kötülüklerden uzaklaşmak insana elde edilmesi kolay olmayan bir seviye kazandırır.
Müslümanların aşağılık duygusuna kapıldığı, Din karşıtlığının tavan yaptığı, pozitivizm ve sosyalizmin zihinleri çeldiği, Osmanlı Devletinin parçalanıp milliyetçiliği esas alan ulus-devletlerin birbiri ardınca kurulduğu, modernin kutsallaştırıldığı, Dinin kitleleri uyuşturan afyon ve geri kalmanın yegane nedeni sayıldığı yirminci yüzyılda İslam Kültür ve Medeniyeti, Batı Uygarlığı karşısında derin bir bunalım yaşamıştır. Bu dönemde; aşılmaz bir imana, güçlü bir iradeye, yüksek bir muhakemeye, derinlemesine bilgiye sahip, hikmetle hareket eden bilge önderlere olan ihtiyaç had safhadaydı. Toplumun iradesini yok sayarak, Dine dayalı bir sistemden, din karşıtı bir sisteme baskı ve dayatmalarla entegre ettirilmek istenen toplumda, inançlarını tavizsizce yaşayan örneklerin varlığının büyük önem ve değer taşıdığı kuşkusuzdur. Kafa karışıklığı ve zihin bulanıklığı yaşayan toplumda, inancına bağlı yaşamak isteyenler, bu örneklere bakarak yönlerini doğrultabilmişlerdir.
Bediüzzaman, örnek bir Müslüman şahsiyet olarak, yaşadığı dönem açısından çok önemli bir misyon ifa etmiştir. Özgün bir hayat çizgisine sahip olan bu zat; güçlü bir özgüvenle inançlarının arkasında sonuna kadar ve dik durmuş, tavizsiz bir direniş ruhuyla mücadele vermiş, korku ve endişe yerine cesaret ve tevekkülle hareket etmiştir. Nemelazımcılığa iltifat etmemiştir. Rahatından fedakarlık yaparak, bedel ödemeyi, risk almayı ve sıkıntı çekmeyi göze alarak değişim ve başarıya talip olmuştur. “Kuvvet haktadır, hak kuvvette değildir”, “Her söylediğin doğru olmalı”, “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” ilkelerine sadakatle bağlı kalmıştır. Sabır, iyilikle savma, hikmetle hareket etme, affedici olma, marufu emretme, yumuşak sözlü olma(kavli leyyin), cahilden yüz çevirme gibi Kur’ani ilkeleri; taviz ve pasifizmin gerekçesi yapmadan, dinamik ve kararlı bir mücadele sürdürmüştür. Kuran ve Sünnete bağlılığı her şeyin üstünde tutmuş, ilmin rehberliğine (Medresetüzzehra Projesi ve risalelerin referansları) büyük önem vermiştir. İnsanlara yük olmadan yaşamış; hediye, zekat, sadaka ve sair yardımları kabul etmemiş, geçimini kendi imkanlarıyla sağlamıştır. Dini; maddi güç ve hiyerarşik bir tahakküm aracı olarak istismara yönelmemiş, dünyaya alet etmemiştir. Sonuç almayı değil görevlerini yerine getirmeyi ve sonucu Allah’tan beklemeyi başarı kabul etmiştir. Şiddete yönelmeden, tarihte az rastlanır sivil itaatsizlik örneği sergileyerek hayatı boyunca sisteme muhalefet etmiş ve direnmiştir. Mal ve İktidarın; aldatan, kibire, gurura, şımarıklığa, riyaya, dünyevileşmeye, tahakküme, dinden uzaklaşmaya yönelten sahte gücüne iltifat etmemiştir. İhlasla Allah rızasını elde etmeyi her şeyden üstün tutmuştur. İnsanlara doğruları tebliğ etmeyi hayatının en önemli amacı kabul etmiştir. Siyaset, iktidar, rahat, konfor, tüketim gibi çekici, ayartıcı dünyevi zevklerden uzak durmuştur.
Buna karşılık her türlü yokluk, eziyet, zulüm, baskı ve haksızlıkla iç içe bir hayat sürdürmüştür. Defalarca zehirlenmiş, sürgünde, mahkemelerde ve hapishanelerde yaşamaya mahkum edilmiştir.
Bediüzzaman, bu ağır şartlar altında yazdığı eserlerin güçlü etkisinden çok; hayatı, şahsiyeti, ahlakı, duyarlılığı, davranışları, mücadelesi, ilişkileri, dünyaya bakışı, gücün karşısında duruşu, özgün kıyafeti, siyasi tavrı, istiğnası, tevazusu ve benzeri özellikleri ile istisnai bir örnek olmuştur. Yaşantısı, bilgi ve inançları ile çelişmemiştir. Oysa; Bilgi ve inancın hayata yansıtılmaması, Din’in onaylamadığı bir hayat tarzının meşrulaştırılması ve benimsenmesi, Müslümanların önde gelen sorunlarının başında yer almaktadır. Bilgi; hayata yansıdığı, ahlak ve davranış haline dönüştüğü ölçüde değerlidir. Bundan dolayı, çağdaş bir örnek olarak Müslümanlara rehberlik eden ve yol gösteren Bediüzzaman,. güçlü kişiliğinin oluşmasına etki eden teorinin ve pratik ilkelerin neler olduğunun dikkatle tespit edilmesi, incelenmesi ve içselleştirilmesi büyük önem taşımaktadır.
Peygamberin varisi hükmünde olan bu zata bağlı olanlar; baskı, dayatma ve sindirmenin eskisi kadar yoğun olmamasını fırsat ve imkana dönüştürmelidirler. Göstermelik bir bağlılıktan “tahkiki” bir bağlılığa geçmelidirler. Onun şahsiyetini oluşturan ilkeleri kendi yaşantılarına yansıtmalıdırlar. Kişiliklerini bu maya ile yoğurmalıdırlar.
Bir an, bunun gerçekleştiğini, yani; yukarıda belirlenen vasıflara sahip Bediüzzaman’ı örnek alan şahsiyetlerden oluşan bir kitlenin ortaya çıktığını varsayalım. Kısa zamanda, büyük ve önlenemez bir ruhi inkılap, derin bir değişim ve dönüşümün gerçekleşmesini hiçbir güç engelleyemez.
Hayattayken gerçekleştirmek için mücadele verdiği konuları manevi bir miras olarak tamamlamak ona bağlı olanların görevidir. Hayatının her döneminde gerçekleştirmek için çok çabaladığı “Dini İlimler” ile “Modern İlimler” in bir arada tahsil edilmesini içeren Medresetüzzehra Projesinin, hala hayata geçirilmemiş olmasını anlamak mümkün değildir. Türkiye’de ve Dünyada “medrese” namıyla açılmış binlerce mekan ve geniş imkanlara sahip oldukları halde, hala Bediüzzaman’ın belirlediği formatta bir projenin gerçekleşmemiş olması redd-i miras hükmündedir. Öte yandan; ezberci yöntemler teşvik edilerek, eğitim ve öğretimin “külliyat” tekrarlarına indirgenmesi, öğrencilere ilmi bir formasyon kazandırılmaması, Bediüzzaman’ın arzuladığı bir hedef olmaktan uzaktır.
Günümüzde demokratik bir hak olarak da kabul edilen sivil itaatsizliğin yirminci yüzyıldaki en büyük öncülerinden biri Bediüzzaman’dır. Ama bağlıları, öncülük yapmaları gereken konuya yabancı, uzak ve karşı durmaktadırlar. Genel olarak Müslümanlar, özelde Bediüzzaman ve talebeleri, sistemden büyük zarar görmüşlerdir. Buna rağmen Devletin kimi tezlerini savunuyorlar ve sistem yanlısı bir tutum içinde bulunuyorlar. Devletle ters düşmemeyi, Müslümanların ve mazlumların gasp edilmiş haklarına sahip çıkmamayı “Müspet Hareket” sayıyorlar. Bu; fikirlerinden, yaşantısından, duruşundan, direncinden taviz vermeyen, sarığına dokunulmasına bile izin vermeyen Bediüzzaman’a uymayan yaman bir çelişkidir. Böyle bir ruh hali ve bilinçaltına sahip olanlar “…kainata meydan okumak…”tan söz edebilirler mi?
MAZLUMDER GYK Üyesi Mehmet Alkış