Can Dündar/Milliyet
ERDAL İNÖNÜ İLE SON SÖYLEŞİ - 5
‘Deniz Baykal güvenilmez biri’
Erdal İnönü, SODEP’li yıllarda Deniz Baykal’la ilişkisini şöyle anlatmıştı: “Genel Başkan olduktan sonra Deniz Baykal, yanında bir iki gazeteciyle geldi. Gazetecileri içeri almadım.
Anladım ki bu bir propaganda manevrası. SODEP’e arkadaşlarıyla törenle üye olmak istediğini söyledi. Baktım ki hizip olarak girmek istiyor, ‘Ona izin veremem’ dedim.”
“SODEP’e Genel Başkan olduktan sonra Deniz Baykal benden randevu istedi. Kendisini uzaktan tanıyordum. ‘Eskiden hizip başıydı. Dikkat edin’ diye uyarıyorlardı.
11 Ocak günü geldi. Ben kapıyı açtım. Baktım Deniz Baykal ve yanında bir iki gazeteci...
Deniz Baykal’a ‘Buyurun’ dedim, baktım gazeteciler de içeri girmeye yelteniyor.
‘Yok, siz gelmeyin’ dedim.
Onları almadım içeriye ve biraz kızdım. Anladım ki bu bir propaganda manevrası... Beni alet edecek.
Baykal, gazetecileri almamama biraz bozuldu, ama sesini çıkarmadı. Bana da ‘Beraber olmakta yarar var’ diye anlattı.
‘Doğru, ben de aynı fikirdeyim’ dedim.
SODEP’e üye olmak istediğini söyledi.
‘İyi olur, bekleriz. Eski CHP’lilerin üye olmasını ben candan istiyorum, buyurun’ dedim.
Ama bir şartı olduğunu söyledi:
‘Benim arkadaşlarım var. Onlarla beraber bir tören yapalım, hep beraber üye olalım’ dedi.
Baktım ki hizip olarak girmek istiyor, ‘Tek tek üye olursanız buyurun, ama öyle grup halinde girerseniz, o eski grup havasını doğurur; ona izin veremem’ dedim.
‘Öyleyse bir düşüneyim’ dedi ve ayrıldı. Bir daha görüşmedik. Sonra öğrendim ki biz seçim kampanyası için dolaşırken 3 kişi Ankara Çankaya ilçesine üye olmuşlar.
Elimden çıkıyor parti
Haziran 1988’deki kurultayda Sayın Baykal Genel Sekreter oldu. Rahatsız olmadım. Bir süre beraber devam ettik.
Sonra fark ettim ki, yine kurultay tarafından seçilen Merkez Karar Yürütme Kurulu’ndaki arkadaşlarım benden çok Sayın Baykal’ı dinlemeye başladılar. Elbette bir iki defa olabilir, ama devamlı böyle olunca rahatsız olmaya başladım. Ve o zaman anladım ki elimden çıkıyor parti...
Kişisel olarak ilişkilerimiz iyiydi, ama MKYK’da verilen kararlar hep Sayın Baykal’ın istediği doğrultuda oluyordu.
Aramızda anlaşmazlık vardı. Bu şekilde devam edemezdik. Onun üzerine parti grubunda ‘Anlıyorum ki’ dedim ‘grupta Genel Başkan’a güvensizlik sorunu var. Bunun çaresi kurultaya gitmektir. Kurultaya gitmeyi öneriyorum.’
Sandım ki benden sonra Genel Sekreter söz alacak, ‘Pekâlâ kurultaya gidelim’ diyecek.
Baykal söz aldı ve ‘Yok, niye böyle söylüyorsunuz. Yanlış anladınız. Hiç öyle bir mesele yok. Biz devam edelim güzel güzel, böyle bir şey çıkarmayın’ dedi.
Çok şaşmıştım o zaman... Ben bunu söyledikten sonra artık yapılacak şey, onun da kurultaya gitmenin gerekli olduğunu söylemesiydi; ama söylemedi. İşte orada ilk defa Sayın Baykal’ın pek güvenilmez biri olduğuna karar verdim. Duygularım neydi tam hatırlamıyorum, ama o kadar karşı karşıyayken ‘Böyle bir şey yok’ demesi, bir şey olmamış gibi davranması, bende çok olumsuz bir duygu yarattı.
Gene kaybetti
Sonra 1990’daki kurultayda bana karşı genel başkanlığa aday oldu, ama seçilemedi. Büyük farkla kaybetti.
Ben zannettim ki kurultay yeniden beni Genel Başkan seçince mesele bitti, artık yanı başımdakinin dediği olmayacak; ama öyle olmadı gene... Baykal arkadaşlarıyla birlikte genel başkanlık mücadelesine devam etti. İki kurultay daha yaptık. Tekrar aday oldu, gene kaybetti.
CHP’den gelen bir hizipti bu... Ben ne olduğunu anlamıyordum; ‘arkadaş grubu’ falan diyordum. Arkadaş grubu olduğu doğru da, o grubu, parti politikasının üzerine çıkarıyorlar. O zaman da iş, arkadaşlıktan çıkıyor, birbirlerine bağlı bir çekirdek haline geliyor. Partiye egemen olmaya çalışıyorlar. Her seçimde, illerde, ilçelerde veya partinin seçeceği herhangi bir görevde hemen aday gösteriyorlar ve o adayı seçiyorlar. Tabii bu tuhaf bir şey... Parti içinde ur gibi bir şey oluyor. Onunla beraber yaşamak çok zor oluyor.
Ameliyat lazım
Hatta o çekirdek, sonunda partiye egemen olsa da karakterini değiştirmiyor, kendi grubundan başkasına olanak vermiyor. O bakımdan bir hastalık bu maalesef... Ameliyattan başka da çare yok. Hepsini değilse bile bazılarını ameliyat etmek gerekiyor. Onu yapmadık, halledemedik ve sonuna kadar kaldı.
Ecevit zamanında da varmış bu hizip... O zaman da Ecevit’le uğraşmışlar. Yenememişler ama hep olmuş. Sonunda ben bıraktıktan sonra arkadaşlarım hiç baş edemediler. Partiye egemen oldu. Başkası da uğraşamadı.”
Erdal İnönü, Turgut Özal’la ilgili esprisiyle herkesi güldürmüştü.
ERDAL İNÖNÜ’DEN ESPRİLER
Özal: Küçük Turgut’la oynasınlar İnönü: Konunun uzmanları var
“Bir seçim kampanyasında Özal, bizim için ‘Onlar küçük Turgut’la oynasınlar’ gibi bir şey söylemişti. Ben de ‘Konunun uzmanları var, onlara sormak lazım’ demiştim galiba, tam aklımda yok şimdi...”
Ana avrat
“İzmir’de Neccar diye, biraz küfürlü konuşan bir arkadaşımız vardı. Ödemişliydi. Eski İzmir milletvekili... Konuşmama başlamadan önce ‘Biraz sert konuşun.’ “İktidara gelip bunların çanına ot tıkayacağız” deyin, gerekirse ana avrat küfredin” demişti. Ben de kürsüye çıktım, dediği gibi ‘İktidara geleceğiz’ dedim, ‘İktidara gelirsek ne yapacağımızı, benden sonra konuşacak arkadaşım söyleyecek’ deyip indim. Çok gülmüşlerdi.”
“Bir başka yerde de yaşlıca bir adam gelmişti otobüsün yanına... Babamı tanıyormuş ‘Ben sana kurban olayım, uğrunda öleyim’ filan dedi. Ben de ‘Aman, sakın ölme, bir oy bir oydur’ dedim. Onun ölmesinin bana faydası yoktu ki...”
Biraz büyümüşsün
“Bir tanesi de ‘Babanızın kucağında resim çektirmiştim’ diye gelmişti. Benimle de çektirmek istemişti. ‘Ama benim kucağıma oturamazsın, biraz büyümüşsün’ demiştim.”
SADDAM’LA RANDEVU
Diğer organları nereye koyalım?
“1989 sonbaharıydı. Bir gazeteciler heyetiyle Saddam Hüseyin’le görüşmeye Irak’a gittik.
Ben ‘Kuveyt’ten çekilin. Savaş olmasın. Savaşa girmek kolaydır, ama çıkmak zordur’ dedim.
Saddam da ‘Savaş kararı zordur, ama insan bir ülkeyi yönetiyorsa, bazen zor kararlar vermek durumunda kalabilir’ dedi.
Bunun üzerine, ‘Ben sizde hiç öyle savaşa girecek bir hal görmüyorum’ dedim. Ondan biraz rahatsız oldular.
Gazeteciler Saddam’la görüşebilmek için yardım istemişlerdi benden... Çıkarken Saddam’a, ‘Benimle beraber gelen gazeteciler var. Onlara da bir mülakat verelim’ dedim.
‘Peki, sizden sonra onları çağırırım’ dedi.
Biz içeri salonda, sedirlerde oturarak beklerken bir mabeyinci geldi:
‘Biraz sonra Devlet Başkanı sizi çağıracak. Onunla konuşurken bacak bacak üstüne atmayın. Ellerinizi de dizlerinizin üzerine koyun’ dedi.
Tabii herkes bir tuhaf oldu, ‘Ne karışıyor bizim nasıl oturacağımıza...’ diye...
Ben dayanamadım:
“Vücudumuzdaki öteki organları nereye koyacağımız hakkında da bir talimat var mı?’ dedim.
Herkes çok güldü.”
SEÇİM KAMPANYASINDA
Yere yatıyordum ki, omza almasınlar
“Seçim gezilerinde partililer beni omuzlarına almaya başlamışlardı. Sevmiyordum bunu... Bir kısmı, kaldırdıkları insanı kendilerinden üstün bir varlık gibi görüyorlardı. Bu, doğru değildi.
‘Biz sosyal demokrat bir partiyiz. Eşitlik taraftarıyız. Kimse kimsenin üzerinde değildir. Niye beni omuzunuza alıyorsunuz? Hem siz beni omuzunuza alacaksınız, hem de ben “Herkes eşittir” diyeceğim. Olmaz öyle şey. Yapmayın etmeyin’ diyordum, onları itiyordum, ama dinlemiyorlardı.
Ben ayakta durduğum için ayaklarımdan kaldırıyorlardı. Omuzlarından aşağıya itmemin hiçbir etkisi olmuyordu. Onlar genç adamlardı, hiç aldırmıyorlardı.
Kars gezisinde yürürken ayağım kaydı, düştüm. Beni kaldırmaya çalıştılar. O zaman fark ettim ki yere yattığımda beni kaldıramıyorlar.
Ondan sonra o taktiğe başvurdum. Yere yatınca, üzerim kirleniyordu, ama mahzuru yok. Böyle yere yatınca kaldıramıyorlardı. Çünkü bacağımdan tutunca bacağım kalkıyor, başımdan da tutmak istemiyorlar.
Önce düştüm, bayıldım mayıldım zannettiler. Sonra anladılar ki mahsus yapıyorum, bir daha kaldırmadılar.”