Marmara Üniversitesi İktisat bölümü öğretim üyesi Prof. Ahmet Tabakoğlu, İslam ekonomisinin tarihi gelişimi, kurumları ve teorik imkanları üzerine konuştu.
İşte Ahmet Tabakoğlu röportajından satır başları...
İslâm'ın geri kalmışlıkta, daha doğrusu az-kapitalistleşmekte bir rolü olmadığı genellikle kabul görmüş, Batının ahlâkını değil sadece tekniğini, kültürünü değil medeniyetini almamızın mümkün ve muteber olduğu safdilliği yerleşmiştir.
Ahmet Mithat Efendi, eserinde bir iktisat kitabını aynen tercüme etmenin büyük bir hata olacağını ve bu yüzden "bizim için mutavassıt bir yolda ve hal ve şanımıza münasib bir surette bir ekonomi-politik yazmak lüzum ve mecburiyeti"ni duyduğunu belirtmişti. Bugün Türkçe'deki iktisat kitaplarının pek azı bu türden bir "lüzum ve mecburiyet" duymaktadır.
Cumhuriyet döneminde "yerli malı kullanmalı" kampanyaları bile İslam iktisadıyla desteklenmişti. Hep bunlar İslam'a atfedilerek yapılmaya çalışılmıştır. İslam'da da bunların esası var şeklinde yazılıp çizilmiştir.
Fakat asıl İslam ekonomisi tabirinin ortaya çıkışı 1945'ten sonradır. O tarihte ortaya çıkışının sebebi de Hindistan alt kıtasındaki bağımsızlık hareketleri, Hindistan'ın bağımsızlığını kazanması ve o sırada Müslüman Hint aydınlarının yeni bir sistem oluştururken İslam'dan nasıl faydalanacaklarını düşünmeleridir.
Bugün İslam ekonomisi olarak bildiğimiz disiplinin kökeninde Hintli Müslüman aydınların eserleri vardır.
Günümüzün Müslüman iktisatçılarının veri olarak kabul edip benimsedikleri bazı iktisadî yaklaşımlar çok kere Batı sisteminden kaynaklanmıştır.
Ne yüksek gelirli insanlar vardır, ne düşük gelirli insanlar vardır. Orta sınıflaşma esastır. İşte İslam tarihinde bunu çifthane sistemiyle, esnaf sistemiyle gerçekleştirmişlerdir. En önemlisi budur ve bu orta sınıflaşma olayı sosyal yapının da ekonomik yapının da bel kemiğidir. Bu yüzden Batılı toplumlarda gördüğümüz burjuvalaşma veya aristokratlaşma gibi bir sınıflaşma da yoktur. Bir proleter sınıf görülmemiştir. Burjuva-proleter çatışması veya feodal dönemlerin serf-senyör çatışması yoktur İslam tarihinde.
Batı'da devlet destekli ticaret söz konusuydu. Ve bu noktada üretim olayının çok fazla olmadığını söyleyebiliriz. İngiltere yavaş yavaş üretim aşamasına geçiyor ama asıl üretimi gerçekleştiren Osmanlı sistemidir. Hem sanayi ve hem tarımsal üretim anlamında Osmanlı "üretimi" önemli bir olgu olarak görür. Sistemli bir ekonomisi vardır. Bütçelere baktığınızda en önemli gelir kalemlerinin hiçbir zaman ganimet olmadığını görürsünüz. Bu ancak Batı toplumları için geçerlidir. Batı devletleri savaş yapar, savaşta ya galip gelir ya mağlup olur. Galip olursa bir ganimet elde eder. Mağlup olursa ekonomi biter. Oysa Osmanlılarda birçok mağlubiyet olmasına rağmen varlığını sonuna kadar sürdürmüştür. 1918'e kadar sürdürmüştür diyebiliriz. Hatta 1908'de Meşrutiyet ilan edildiği sıralarda bile Osmanlı bütçesinde açıklar azalmıştır.
…..Olayı globalizasyon süreci içerisinde ele almak lazım. Kapitalizm eski tanımlarını kaybetti. Yeni tanımlar yapılıyor. Türkiye'de bir zamanlar ağır sanayi tartışması vardı. Şimdi bakıyorsunuz, öyle bir şey yok. Ağır sanayi hamlesi gibi bir durum yok artık. Dünyada bize biçilen bir rol var. O rol de nedir? Dünyada ileri kapitalist ülkeler finans sektörüne hakimdirler. Bize de sanayi düşüyor. Türkiye otomobil, beyaz eşya üretecek bunları satacak. Biz de sizin zenginliğinizi kontrol edeceğiz. Finans sektörüne hakim olacağız. Dünyadaki kapitalizmin vardığı nokta şu an finans kapitalizmidir. Yani ileri kapitalist ülkeler şu anda finans kapitalizmini temsil ediyorlar.
Batının istediği İslamın ehlileştirilmesi, İslam kapitalizmi, İslam kalvinizmidir. Batının İslama biçtiği değer budur. Yani Müslüman kalvinistler…
Günümüzde İslam ekonomisi faizsiz ve zekatlı kapitalizm haline gelmiştir. Teorik anlamda buna İslam kapitalizmi diyebilirsiniz. Fiili durum budur