Meclis'teki grup toplantısında konuşan Başbakan R. Tayyip Erdoğan şunları söylüyordu: "Başörtüsü takmayana, 'Sen niye streç pantolon giyiyorsun?' diyor musun? Veya 'Şalvar türü pantolon giyiyorsun.' diyor musun? Veya 'Askılı niye giyiyorsun?' diyor musun? Bırak, nasıl giyiyorsa öyle giyinsin, asıl demokrasi bu, özgürlükler bu. Diyanet İşleri Başkanlı'ğımız var. Pakistan'dan, İran'dan örnekler vermeye gerek yok. Tasarımcılara gitmeye gerek yok."
Sayın Başbakan'ın bir istisna ile çizdiği çerçeve çözümün doğru adresidir. İstisna işin içine Diyanet'in karıştırılması. Gerçi bugüne kadar Diyanet, başörtüsünün İslam'da kesin "dinî bir vecibe" olduğunu söyledi, bugünkü yöneticiler ve fetva kurulu da aynı şeyi söylüyor. Ama dine göre hayat tarzlarının belirlenmesinde Diyanet'in nihai merci gösterilmesi her zaman sorunların çözümünü sağlamaz. "Horoz ve balık da kurban yerine geçer" diyen 'aydınlanmış ilahiyatçıların' Diyanet'i ele geçirdiklerini düşünün, bu dini tanınamaz hale getirirler.
Bu konuda merci, kişilerin itibar ettiği alimlere bakarak vicdani kanaatlerine göre hareket etmeleridir. Bir hanım, dinen vecibesini saçlarının tümünü örterek yerine getirdiğine inanıyorsa -ki doğrusu ve tesettürle ilgili hükümlerin maksadına uygun olan şekli budur- bu hanımı hiç kimse başını açma veya saçlarının bir kısmını açıkta bırakma yönünde zorlayamaz.
Çözüme giderken dikkat etmemiz gereken hususlar var:
1) Birtakım çevreler bize ölümü (yasağı) gösterip sıtmaya (sadece üniversitede serbestliğe) razı etmeye zorluyorlar. Bu ne nihai, ne ara çözümdür.
2) Başörtüsünün hükmü, bir kadının kendisiyle nikâhlanabileceği herhangi bir erkeğin karşısına çıkarken veya onunla toplumsal alanda bir arada bulunurken "el, yüz ve ayakları" dışında kalan vücudunun tamamının örtünmesi, bu arada saçlarının da buna dahil edilmesidir. Bu dinî bir emirdir, bunu kimsenin değiştirmeye yetkisi ve hakkı yoktur.
3) Düşünün bir kız öğrenci, 15 sene okusun, hukuk fakültesini bitirsin, ona "Senin başın kapalı, hâkimlik veya avukatlık yapamazsın"; 17-20 sene okusun tıp fakültesinden mezun olsun, "Başın örtülü doktor olamazsın, iyisi mi diplomanı çerçeveletip duvara as" densin, bu makul mu?
4) Başı örtülü bir kadın ile başı açık bir kadın "insanlık durumu" açısından eşit konumdadırlar. Başörtüsü "dinî bir durum"a atıf ise, başaçıklık da "laik bir durum"a atıftır. Dinî durumu mahkum etmenin mantığı nedir? Başörtülü bir hâkim veya öğretmen tarafsızlığını kaybedebilirse, pekala başı açık bir kadın hâkim veya öğretmen de kaybedebilir, nitekim bunun örnekleri yaşanmıştır. Dini tarafgirliğin sebebi göstermek dine ve dindara hakarettir. Aksine din adalettir.
5) Başörtüsü, kılık kıyafeti düzenleme işi yasama meclislerinin, mahkemelerin, AİHM'nin, bilim adamlarının işi değildir. İnanan ve inancını yaşamak isteyen tesettüre riayet eder; inanan ama tesettüre riayet etmeyen o da öyle yaşar; inanmayan da dilediği gibi yaşar. Kılık kıyafet hizmet alan-veren ayrımı olmaksızın hiç kimsenin kamusal haklardan yararlanmasına veya onlardan mahrum bırakılmasına sebep teşkil edemez. Temel alınacak kriter, liyakat, ehliyet ve formasyondur.
6) Oktay Ekşi ve Tarhan Erdem gibi yazarların temcit pilavı gibi "Yasak kalkarsa, bunlar yarın herkesi örtünmeye mecbur ederler" türünden provokatif yazıları
a) Osmanlı'da uygulandığı iddia edilen "kardeş katli" türünden siyaseten katldir. Yeni doğan çocuk padişaha rakip olur diye kundakta iken öldürülmesini tasvip eden zihniyet ile "yarın hepimizi örtecekler, öyleyse yasak devam etsin" diyenlerin zihniyeti aynıdır.
b) Demokrasilerde azınlık hakları elbette korunmalı, ama çoğunluğun mağduriyeti ve yasaklar altında inlemesi pahasına değil.
c) Bu retorik inanan insanları güvenilmez, ahlaki bakımdan zayıf, hesapçı, sinsi, iki yüzlü kimseler resmedip bütün inananlara hakareti ima eder.
d) Bu retorik korku üretmekte, birtakım güç odaklarını tahrik etmeye matuf olarak sistemli bir biçimde gündemde tutulmaktadır.
Ali Bulaç / Zaman