Ülkü Ocakları Genel Başkanlarından, Demokrat İşadamları Derneği Genel Başkanı Alaattin Aldemir, anayasa değişikliğine ilişkin referandumda, “Hayır oyları fazla olduğu takdirde ‘GÖLGEDEKİLER’ cesaret bulup bu milletin üstüne çullanacaklar” dedi.
Bu kadar çok 12 Eylül zulmünü savunabilen vatandaşın olmasının içini acıttığını belirten Aldemir, “Onların da İyiliği için Evet” yorumunu yaptı.
12 Eylül dönemi hatırlatıldığında duygulanan Ülkü Ocakları eski Başkanı, “Şahsıma yapılanları affediyorum, ama benimle tutuklanan baba-oğlu birbirine dövdürmeye zorlamalarını, şehit olan arkadaşımın babasına ve rahmetli babama yapılanları tolere etmem ayrı bir zulümdür benim için” diye konuştu.
İşte o söyleşi:
Anayasa değişikliğine ilişkin referandumda oyunuz ne olacak?
Cevabım Evet’tir. Bu anayasanın değişmesi gerektiğini 90’lı yıllardan bu yana savunuyorum. 82 anayasası büyüyünce vücuda dar gelen çelik korse gibi bir işlev görüyor. Türkiye’nin büyük oynayabilmesi için bu hastalıklı elbisenin değişmesi kaçınılmazdır. Birinci ligde oynayan ülkelerde anayasa; vatandaşı devlet aygıtına karşı korumaktadır. Türkiye’de ise devleti vatandaşa karşı savunmak üzere dizayn edilmiştir. Trajikomik bir durum, rejimin seçkinleri Türk milletinden korkuyor.
Darbe mağduru bir ülkücü olarak referandumda evet oyu çıktığı takdirde Geçici 15. maddenin kaldırılmasını nasıl karşılıyorsunuz?
30 yıl süren bir garabetin, milli bir ayıbın kaldırılması olarak görüyorum. İhtilalci cunta mensupları yaptıklarının ahlaksızlığı-kanunsuzluğunu bildiklerinden dolayı kendilerini garantiye almak için yasaların anasını bile süfli nefislerine alet edebilmişler, kendilerine dokunulmazlık zırhı oluşturabilmişlerdir. Çok acıdır. Daha çok acı olanı ise 30 yıldır iktidara gelen siyasetçiler ise bu onursuzluğa sessiz kalabilmişlerdir. Aydınlar(!) suskun kalabilmişler ne yazık ki. 15. madde, 12 Eylül cunta döneminde zulüm gören milyonların şahsi meselesi olmaktan çok milli ayıbın ortadan kaldırılmasıdır. Bundan sonra cuntacılığı düşünenleri caydıracak olmasıdır mühimi.
12 Eylül’de Niğde-Konya-Kayseri-Malatya ve Elazığ Ceza evlerinde uzun süre yattınız. O günün cezaevi şartları ile bugünkünü karşılaştırdığınızda ne söylersiniz.
“Yin ve Yan, gece ve gündüz, siyah ile beyaz, iyi ile kötü” karşılaştırmaya çalışmak bile anlamsız geliyor bana. Cezaevleri zor yerlerdir, ya yok olursunuz ya da çelikleşmiş bir irade ile çıkarsınız. Cezaevleri sadece biyolojik şiddetin değil, psikolojik, kültürel, sosyal vb. şiddetlerin de üzerimizde uygulandığı, kobay olarak kullanıldığımız yerlerdi. Her şey şahsiyetimizi erozyona uğratıp zombileşmemize yönelikti. Çünkü sıkıyönetim cezaevlerine askerler bakıyordu ve askerde dünyaya dost kuvvet, düşman kuvvet ekseninde bakar; aldığı eğitim gereği. Bizleri de tutuklu yurttaşlardan ziyade ülkeye, Kemalizm’e ihanet eden savaş esirleri gibi görüyorlardı. Adını koymak gerekirse esir kampları gibiydi. Sıkıyönetim cezaevlerinde okul görevi gören Mamak askeri cezaevinin komutanı Raci Tetik Kıbrıs Barış hareketinden sonra savaş esirlerine kamp komutanlığı yapmış…
Sokakta kavga ettiğiniz insanlarla aynı hücrede nasıl yaşıyordunuz?
Dışarıda birbirlerine hasım olan insanları ‘Karıştır-Barıştır’ Şarlatanlığı ile zoraki bir araya getiriyorlardı. Düşünün 2 tane Ülkücü 20 devrimci ile aynı koğuşa konuluyor veya tam tersi oluyordu. Güvenlik endişesi ile günler ve geceler uyuyamıyor, tuvalete bile gidemiyordunuz. Zulmün bir türü işte.
Kimimiz diyaloglardan kimimiz kavgadan yana oluyorduk. Toplu kavgalarımız olduğunda asker saatlerce giremezdi içeriye. Girince de…
Birçok ülkücü, 12 Eylül döneminde darbecilerin yaptıkları işkenceleri anlatırken bize bunları gavur yapmazdı diyor. Siz de mi öyle düşünüyorsunuz?
Bizler belli hassasiyetleri ve değer yargıları olan insanlarız. Bizi toplumun diğer bireylerinden farklı kılan da bu özelliklerimizdir. Şunun da bilincindeyiz; Demokrasi için vatandaş, vatandaş için bir vatan, güvende bir vatan için güçlü bir ordu, güçlü ordu içinde güçlü- müreffeh bir millet- toplum gerekir. Demokratlığı ordu düşmanlığına indirgememek lazım. Ordu veya diğer kurumların mensuplarının da kanunlar çerçevesinde haddini bilmeleri gerekir…
Şahsıma yapılanları affediyorum, ama benimle tutuklanan baba-oğlu birbirine dövdürmeye zorlamalarını, şehit olan arkadaşımın babasına ve rahmetli babama yapılanları tolere etmem ayrı bir zulümdür benim için.
Ya Yunanistan’ın NATO’ya dönüşüne uşak sadakatiyle evet denmesine ne demeli… Neresinden tutsak tutarsızlık, basiretsizlik. Batıya karşı en büyük tavizler olağanüstü dönemlerde verilmiştir vesselam.
MHP Kurucular Kurulu Üyeleri dahi değişiklik paketine evet derken bugünkü MHP yönetiminin ‘Hayır’da ısrar etmesini nasıl değerlendiriyorsunuz.
MHP üst yönetimi ile benim gibi ‘EVET’ vermeyi düşünen ve savunan arkadaşlarımın da dünya görüşünün farklılaştığını düşünüyorum. Hayır diyen ülküdaşlarımın da çok büyük bir çoğunluğunun Türkiye’nin bölüneceği kaygısı ile hareket ettiklerinin kanaatindeyim. Ama yükseklerde ince hesaplar vardır, doğal olarak. Kullanılan argümanlar; AKP’nin gizli gündemi var, ülke bölünecek, Başbakan Tayip Erdoğan kendisini kurtarıyor vs. Değişen maddeler üzerinde konuşamıyorsunuz efendilerle. Emir komuta zincirinden çıkan herkese bir yafta yapıştırıyorlar. Tarih bizi de yazacak, bize hakaret ve iftira edenleri de.
Satır aralarından yaptığımız okumalara göre yönetim, rejimin hassasiyetlerine daha yakın duruyor, zira; ‘kara çarşaf altındaki oyunlar’ gibi bir cümle kullanabiliyorlar. Kara çarşaf, takunya, çember sakal gibi tekerlemeler bu milletin değerlerini, törelerini küçümsemek için kullanılan şeylerdir.
Genel affı CHP Genel başkanı kullanınca ‘hata yaptığını’ utangaçça dile getirirken AKP yöneticileri ve Başbakan Tayip Erdoğan ‘İHANET’ ile itham ediliyor… Bu gibi okumalar bize gösteriyor ki ‘HAYIR’ diyen ‘vesayet kardeşliği cephesi ‘AKP’nin şahsında muhafazakar değerlere düşmanlık ediyorlar. Bu değerleri kim savunursa ona düşmanlık edeceği aşikar olmuyor.
Merhum Alparslan Türkeş’e yakınlığınız biliniyor. Rahmetli Türkeş hayatta olsaydı değişiklik için ne derdi?
Alparslan Türkeş’e her ülkücü kadar yakın idim. Ne fazla ne eksik. Ama ben ülkücü, devrimci, İslamcı vs yapılanmaları görevli veya gönüllüler diye ayırıyorum. Görevliler küresel ölçekte değerlendirdiğimizde NATO’nun yeşil kuşak projesi çerçevesinde kurumsal görev ve kaygılarla hareket edenlerdir. Gönüllüler ise davalarına inanarak Alp eren derviş geleneği çizgisinde takip edenlerdir.
Rahmetli Başbuğ tavizsiz devlet adamlığının yanı sıra milletin değerleri ve derdi ile hemhal olan olağanüstü bir dava adamı ve bir liderdi. Devletin değerleri ile milletin değerlerini meczederek dizayn etmişti ülkücü hareketi. Hayatının hiçbir döneminde ‘’rejim muhafızlığına’’ oynamadı. ‘’İktidar perspektifini’’ hiç kaybetmedi ‘’ Milli Devlet, Güçlü iktidar ‘’ temel prensiplerindendi. Milli Devlet Türk Milletinin değerlerine göre yapılanmış devlettir, milleti ile kavgalı ve kaygılı devlet değil. Rahmetli Başbuğ, çok daha demokrat, günün ve çağın gereklerine uygun, milletin değerleri ile meczedilmiş ‘’ Büyük Türkiye’’ idealini gerçekleştirecek bir Anayasa peşinde olurdu. Adım gibi eminim ki zalimlerin, zulüm altında Türk milletine giydirdikleri deli gömleği olan 1982 Anayasasını savunmazdı.
Son olarak ‘EVET’ derken dün ile hesaplaşmak mı istiyorsunuz?
Bizler hayatımızın eksenine ‘Allah’ın rızası sınırları içerisinde millete hizmetli’ insanlarız. Kin ve intikam duyguları ile hareket edemeyiz. Değişen Anayasa maddeleri insanlarımızın yaşam kalitesini, devlet kurumlarının yönetim kalitesini artırmaya, yani yarınlarımızı daha iyi etmeye yöneliktir. Yeterli değildir. Yamalı bohça gibidir. Önümüzdeki dönemde milletin değerleri ile çağın gereklerini dengeleyen yumuşak gücü ile önce bölgesinde, sonra dünyada etkili ve saygın büyük Türkiye’nin yolunu açacak yeni bir anayasaya ihtiyaç vardır. Bu değişim ilk adımdır.
Milliyetçiliğimiz korkular ve geçmişin kavramlarına sıkışıp kalmamalı. Yerellik ile millilik, gelenekçilik ile evrensellik, muhafazakar ile çağdaşlık… Birbirini sıfırlayan değil tamamlayan kavramlardır günümüzde. Değerler ve karşılıklı suçlamalar üzerinden siyaseti bırakıp projeler ve diyaloglar, ortak akıllar üzerinden geleceğimizi inşa etmeliyiz.
Demokrasi, enerji kaynak açıklarımızı kapatmanın ilk adımını 12 Eylül 2010’da atacağız. ‘EVET’de çıksa ‘HAYIR’da çıksa dünyanın sonu gelmeyecek. Ama Hayır çıkarsa ‘GÖLGEDEKİLER’ cesaret bulup bu milletin üstüne çullanacaklar. Bu kadar çok 12 Eylül zulmünü savunabilen vatandaşımızın olması içimi acıtıyor… Onların da İyiliği için ‘’ EVET. ‘’
Başak Medya Ajans