Türkiye bir kere daha demokrasi sınavında.
Sokaklar hareketli.
Bu hareketin bir boyutunda seçimsiz iktidar devirme niyeti var. Bir boyutu normal bir sivil tepkiyi ihtiva ediyor.
Demokrasi için risk, normal sivil tepki ile sokak hareketleriyle iktidarı devirme iradesinin iç içe geçirilme ihtimalinden kaynaklanıyor.
Şunu kesin olarak ifade etmekte yarar var:
Sokak hareketleriyle iktidarı devirme iradesinin -demokratik zemin korunabildiği ölçüde- amacına ulaşması imkanı yoktur. Öyle bir şey olduğu takdirde Türkiye bir kere daha demokraside inkıta yaşayacak demektir. Çünkü bu olabilirse halka rağmen olacaktır. Halkın böyle bir şeye izin vermemesi durumunda ise, derin sosyal mukavemetlerin beklenmesi mukadderdir. Bu sokak hareketlerinin halkı sindirecek bir boyuta ulaşması durumu, hangi şekilde olursa olsun despotluktur.
Şu da muhakkak ki, halkı sindirecek böyle bir yapının sandık karşılığı mevcut değildir.
Şu anda yapılacak bir seçim, kesinlikle AK Parti'yi çok daha yüksek oy oranlarıyla yeniden iktidara getirecektir.
Bahçeli ayrıştı
Bu durumda, "Hükümet istifa" çağrıları nasıl bir demokratik sürecin oluşmasına yöneliktir? Hükümet istifa edince neyin olması beklenmektedir? Mesela bunu CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu seslendirdiğine göre halkın önüne bir sandığın konulmasını ve buradan CHP iktidarının çıkmasını mı? Yoksa İşçi Partisi iktidarının çıkmasını mı?
MHP lideri Bahçeli, tam zamanında çok net bir duruş sergiledi. "Türk baharı" hesaplarına karşı tavır koydu. Bu, açık biçimde demokrasiden yana bir tavırdır. Bahçeli'yi kutluyorum. Bana göre MHP'yi çok kötü bir işbirliği kumpasının kıyısından döndürmüştür.
Ama CHP, ne yazık ki, başıboş -ya da daha doğru ifade ile başı derin odaklarla ilgili- kalkışmanın içine boylu boyunca uzanmıştır. Kılıçdaroğlu "Sivil bir kişi olarak halkımın yanında yer aldım" diyor.
Polis araçlarını, canlı yayın araçlarını, belediye otobüslerini devirip barikat yapan, otobüs duraklarını harabeye çeviren, dükkan vitrinlerini paramparça eden "halk" hangi halktır acaba?
Ayrışmaya çağrı, evet.
Demokrasilerde protesto vardır, direniş vardır ama yakıp yıkma yoktur.
Demokrasilerde protesto ve direniş, iktidarı devirme amacı da taşıyabilir ama seçimi ve sandığı hedeflemek ve halk iradesine saygı duymak şartıyla.
Maskeli göstericilerin hedefinde sandık var mı?
Bugün iktidarın halk iradesindeki karşılığı hâlâ yüzde 50'lerde ise, hangi halk iradesi ile tepki konmaktadır ve bu yüzde 50'nin yerine yüzde kaçın iradesi egemen olacaktır?
Yoksa "Biz yüzde 5 bile olsak, yüzde 95'e hükmetme hakkımız vardır" şeklindeki Jakoben ruh, yeniden bedenlenmek gibi bir hamle halinde midir?
Benim gözlemim şu:
Halk henüz belli bir vakar içinde meydanları izliyor.
Ama işin bu yakma-yıkma ve halk iradesine meydan okuma boyutuna gelmesi, yer yer gecenin bilmem kaçında tencere-tava ya da düdük çalma eylemine dönüşmesi, "Mustafa Kemal'in askerleriyiz" sloganının geceleri bir terör boyutu kazanması en azından çevreye verdiği rahatsızlık sebebiyle büyük öfke doğuruyor.
Bütün dehşetiyle arzı endam eden "Halk iradesi"ni hazmedememe boyutu ise, Tayyip Erdoğan etrafındaki safları daha da sıklaştırıyor.
Herkes emin olsun ki Türkiye, "İnadına Tayyip" denilecek bir duygu atmosferine akıyor.
Dört gün boyunca Fas, Cezayir, Tunus yollarındayız. İnşallah oralardan haberleşeceğiz.