Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu 27/10/2022 tarihinde, Samandağ Vakıflı Köyü Ermeni Ortodoks Kilisesi Vakfı (B. No: 2018/9214) ve Yedikule Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi Vakfı (B. No: 2018/25252) başvurularında, Anayasa'nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.
Mahkemenin Karara İlişkin Duyurusu:
"Olaylar
Ermeni toplumuna mensup kişiler tarafından kurulmuş olan, Hatay ve İstanbul’da bulunan başvurucular 5737 sayılı Vakıflar Kanunu'nun 3. maddesinde tanımı yapılan cemaat vakfı niteliğindedir.
Başvurucu Samandağ Vakıflı Köyü Ermeni Ortodoks Kilisesi Vakfı
Başvurucu, Hatay'ın Samandağı ilçesi sınırları içinde bulunan 36 taşınmazın 5737 sayılı Kanun'un geçici 11. maddesinin birinci fıkrası uyarınca adına tescil edilmesi için Hatay Vakıflar Bölge Müdürlüğüne başvurmuş; Vakıflar Genel Müdürlüğü Vakıflar Meclisince bu taşınmazlardan 33'üne yönelik talep Vakfın 1936 tarihli beyannamesinin bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Diğer 3 taşınmaza yönelik talep ise yine aynı gerekçeyle reddedilmiştir. Her iki işleme karşı ayrı ayrı davalar reddedilmiştir.
Başvurucu Yedikule Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi Vakfı
Ermeni toplumuna mensup A.H. 25/3/1968 tarihli vasiyetnameyle İstanbul'da bulunan taşınmazını, başvurucu Vakfa bağışlamış ancak Yargıtayın cemaat vakıflarının vasiyet yoluyla taşınmaz edinmelerinin hukuken mümkün olamayacağına 1974 yılında karar vermesi üzerine bu taşınmazı A.K. ve S.Ö.ye satmıştır. A.H.nin 11/5/1976 tarihinde vefat etmesi üzerine Hazine, asliye hukuk hâkimliğinde A.K. ve S.Ö. aleyhine dava açmış; hâkimlik, cemaat vakfının vasiyetname yoluyla taşınmaz edinmesinin hukuken imkânsız olması sebebiyle başvurucu lehine bağışlama içeren vasiyetnamenin geçersiz olduğunu belirterek vasiyetnameyi iptal etmiştir. Hâkimlik ayrıca muvazaalı olduğu gerekçesiyle satış işleminin ve tescilin iptali ile taşınmazın Hazineye intikal ettirilmek üzere A.H.nin terekesine iadesine hükmetmiştir.
7/2/2008 tarihinde yürürlüğe giren 5737 sayılı Kanun'un geçici 7. maddesiyle (geçici 7. madde) 1936 Beyannamesi'den sonra cemaat vakıflarına vasiyet edildiği veya bağışlandığı hâlde mal edinememe gerekçesiyle hâlen Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğü adına tapuda kayıtlı olan taşınmazların cemaat vakıflarına iadesi imkânı getirilmiştir.
Başvurucu 28/12/2010 tarihinde Hazine aleyhine bahsi geçen taşınmaza yönelik olarak asliye hukuk mahkemesinde vasiyetin tenfizi ile tapu iptali ve tescili davası açmıştır. Mahkeme davayı kabul ederek taşınmazın başvurucu adına tesciline karar vermiş ancak söz konusu karar Yargıtay tarafından bozulmuştur. Bozma kararının gerekçesinde, vasiyetnamenin iptaline dikkat çekildikten sonra iptal edilen vasiyetnamenin tenfizinin istenemeyeceği, bu nedenle davanın reddi gerektiği belirtilmiştir. Mahkeme bozma kararına uyarak davayı reddetmiştir.
İddialar
Başvurucular, cemaat vakfına ait olup Hazine adına tescil edilen taşınmazların iade edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
Mahkemenin Değerlendirmesi
Başvurucu Samandağ Vakıflı Köyü Ermeni Ortodoks Kilisesi Vakfı Yönünden
2762 sayılı mülga Kanun'un geçici 1. maddesinin (geçici 1. madde) öngördüğü beyanname verme yükümlülüğünün doğduğu ve ifa edilmesi gerektiği tarihte başvurucu Vakfın Türkiye Cumhuriyeti'nin egemenliği altında bulunmadığına ve hak iddia ettiği taşınmazların da Türkiye Cumhuriyeti'nin topraklarının bir parçası olmadığına işaret etmek gerekir. Dolayısıyla başvurucunun 1936 Beyannamesi'ni vermesi hukuken ve fiilen mümkün olmamıştır. Öte yandan Hatay'ın Türkiye Cumhuriyeti'ne katılmasından sonraki dönemde, Hatay'da kurulu bulanan cemaat vakıflarının 1936 Beyannamesi'ne benzer bir beyanname vermesini gerekli kılan bir mevzuatın ihdas edildiği de tespit edilememiştir. Bu durumda başvurucunun 5737 sayılı Kanun’un geçici 7. ve 11. maddeleriyle (geçici 7. ve 11. maddeler) getirilen imkânlardan yararlanmasının 1936 yılında beyanname vermiş olmasına bağlı kılınması başvurucuya ifası mümkün olmayan oldukça ağır bir külfet yüklemiştir.
Öte yandan Hatay'daki cemaat vakıflarının geçici 1. maddenin öngördüğü beyanname verme yükümlülüğünü yerine getirmemesi sebebiyle bu vakıfların taşınmazlarının kamu adına tescil edilmesinin kanuni temelinin ne olduğuyla ilgili muğlaklığı da hatırlamak gerekir. Geçici 1. maddenin yürürlüğe girdiği ve madde uyarınca beyanname verme süresinin dolduğu tarihten sonra -7/7/1939 tarihinde- Türkiye'ye katılan Hatay'da kurulu bulunan vakıflara ait taşınmazlar için bu yükümlülüğün yerine getirilmemesine bağlı olarak bu taşınmazların Hazine adına tescil edileceğinin kabul edilmesi öngörülebilir bir durum değildir.
Geçici 7. ve 11. maddelerin ihdas edilmesinin amaçlarından biri 1936 Beyannamesi'nde yer alıp nam-ı müstear veya nam-ı mevhumlar adına tapuda kayıtlı olan ya da tapuda malik hanesi açık bulunan taşınmazlardan süreç içinde Hazine veya diğer kurumlar adına tescil edilenlerin cemaat vakıflarına iadesini sağlamaktır. Kanun koyucunun 7/7/1939 tarihinde Türkiye'ye katılan Hatay'da kurulu bulunan ve benzer koşulları taşıyan taşınmazları geçici 7. ve 11. maddelerle getirilen tescil imkânının dışında tutmayı amaçladığı düşünülemez. Hatay'da kurulu bulunan ve Osmanlı Dönemi'nden kalma cemaat vakıflarının aynı koşulları sağlayan diğer vakıflardan farklı tutulmasını haklı kılan bir neden bulunmamaktadır. Derece mahkemelerinin 1936 Beyannamesi'ni vermesi mümkün olmayan Hatay'daki vakıfların kendine özgü bu durumunu dikkate almamaları başvurucu Vakıf ile diğer illerde kurulu bulunan cemaat vakıfları arasında farklı uygulamanın oluşmasına yol açmıştır.
Derece mahkemelerinin bu yorumu sebebiyle başvurucu geçici 7. ve 11. maddelerdeki diğer koşulların oluştuğunu ispatlayarak taşınmazları, adına tescil ettirme imkânından mahrum bırakılmıştır. Başvurucunun 1936 Beyannamesi'ni vermiş olması şartına tabi kılınması -Hatay'ın 7/7/1939 tarihinde Türkiye'ye katılması sebebiyle başvurucunun bunu yerine getirmesinin mümkün olmadığı gözetildiğinde- anılan imkânların getirilmesini başvurucu açısından anlamsız kılmış ve başvurucuya aşırı bir külfet yüklemiştir. Bu durumda kamu yararı ile başvurucunun bireysel yararı arasında adil bir dengenin kurulamadığı ve mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin orantılı olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.
Başvurucu Yedikule Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi Vakfı Yönünden
Somut olaydaki taşınmaz başvurucu lehine 25/3/1968 tarihinde vasiyet edilmiştir. Öte yandan bu taşınmazın Hazine adına tesciline hükmedilmesinin temel gerekçesinin cemaat vakıflarının mal edinememesi (vasiyet yoluyla bile olsa mülk edinememesi) olduğu açıktır. Yargıtayı başvurucunun durumunun geçici 7. madde kapsamına girmediği sonucuna götüren olgunun vasiyetnamenin iptal edilmesi olduğu anlaşılmıştır. Nitekim Yargıtay kararında, vasiyetnamenin iptal edilmesi sebebiyle ortada tenfiz edilebilecek bir vasiyetnamenin bulunmadığı belirtilmiştir.
Yargıtayın vasiyetnamenin iptal edilmiş olmasından hareketle başvurucunun durumunun anılan madde kapsamına girmediği yorumunun söz konusu imkânın getiriliş amacıyla açık bir çelişki içinde olduğunu ifade etmek gerekir. Zira vasiyetnamenin iptal edilmesinin temelinde cemaat vakıflarının mülk edinmesinin, dolayısıyla bunlar lehine vasiyette bulunulmasının hukuken mümkün olmadığı düşüncesi yatmaktadır.
Diğer taraftan Yargıtay "vasiyetnamenin geçersizliğinin bir mahkemece tespit edilmiş olmasını" gözeterek başvurucunun taşınmazının anılan Kanun'un kapsamına girmediği sonucuna ulaşmışsa bu takdirde de Hazinenin tutumuna bağlı olarak iade imkânının kapsamının değişebileceği kabul edilmiş olacaktır. Buna göre Hazine tarafından mahkemelere taşınarak iptal ettirilen vasiyetnamelerle lehlerine nasıpta bulunulan cemaat vakıfları geçici 7. maddeyle getirilen imkândan yararlanabilecekken Hazinenin iptali için dava açmadığı vasiyetnamelerin mansuplarının anılan maddenin kapsamına girmediği kabul edilecektir. İdarenin tutumuna bağlı olarak hakkın kapsamını daraltan bu yorumun hakkın açıkça hiçe sayılması mahiyetinde olacağı aşikârdır.
Ayrıca geçici 7. maddenin ihdas edilmesine yol açan koşulların da gözardı edildiğinin altı çizilmelidir. Yargıtayın 1974 tarihli kararının hak ihlallerine yol açtığı tartışılagelmiştir. Nitekim bu karar AİHM tarafından Türkiye Cumhuriyeti aleyhine ihlal kararı verilmesine de yol açmıştır. Söz konusu düzenleme bu ihlalleri bertaraf etmek amacıyla ihdas edilmiştir. Düzenlemenin hedeflerinden biri de vasiyetnamelerin geçersiz sayılması nedeniyle Hazineye intikal eden taşınmazların iadesini sağlamaktır. Yargıtayın geçersizliği mahkeme tarafından tespit edilen (iptal edilen) ve haklarında bu yönde bir tespit bulunmayan (iptal davasına konu olmayan) vasiyetname ayrımı yaptığına işaret eden yorumu, kanun koyucunun bu amacıyla açıkça çelişmektedir. Bir ihlalin giderilmesi amacıyla çıkarılan ve hak bahşeden bir kanunun ısdar edilme amacıyla açıkça çelişecek biçimde yoruma tabi tutulması öngörülebilirlik ilkesiyle çelişmektedir.
Sonuç olarak başvurucu tarafından açılan davanın reddedilmesinin geçici 7. madde hükmünün öngörülemez bir şekilde yorumlanmasına dayandığı tespit edildiğinden başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağının bulunmadığı değerlendirilmiştir.
Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir."
Olaylar
Ermeni toplumuna mensup kişiler tarafından kurulmuş olan, Hatay ve İstanbul’da bulunan başvurucular 5737 sayılı Vakıflar Kanunu'nun 3. maddesinde tanımı yapılan cemaat vakfı niteliğindedir.
Başvurucu Samandağ Vakıflı Köyü Ermeni Ortodoks Kilisesi Vakfı
Başvurucu, Hatay'ın Samandağı ilçesi sınırları içinde bulunan 36 taşınmazın 5737 sayılı Kanun'un geçici 11. maddesinin birinci fıkrası uyarınca adına tescil edilmesi için Hatay Vakıflar Bölge Müdürlüğüne başvurmuş; Vakıflar Genel Müdürlüğü Vakıflar Meclisince bu taşınmazlardan 33'üne yönelik talep Vakfın 1936 tarihli beyannamesinin bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir. Diğer 3 taşınmaza yönelik talep ise yine aynı gerekçeyle reddedilmiştir. Her iki işleme karşı ayrı ayrı davalar reddedilmiştir.
Başvurucu Yedikule Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi Vakfı
Ermeni toplumuna mensup A.H. 25/3/1968 tarihli vasiyetnameyle İstanbul'da bulunan taşınmazını, başvurucu Vakfa bağışlamış ancak Yargıtayın cemaat vakıflarının vasiyet yoluyla taşınmaz edinmelerinin hukuken mümkün olamayacağına 1974 yılında karar vermesi üzerine bu taşınmazı A.K. ve S.Ö.ye satmıştır. A.H.nin 11/5/1976 tarihinde vefat etmesi üzerine Hazine, asliye hukuk hâkimliğinde A.K. ve S.Ö. aleyhine dava açmış; hâkimlik, cemaat vakfının vasiyetname yoluyla taşınmaz edinmesinin hukuken imkânsız olması sebebiyle başvurucu lehine bağışlama içeren vasiyetnamenin geçersiz olduğunu belirterek vasiyetnameyi iptal etmiştir. Hâkimlik ayrıca muvazaalı olduğu gerekçesiyle satış işleminin ve tescilin iptali ile taşınmazın Hazineye intikal ettirilmek üzere A.H.nin terekesine iadesine hükmetmiştir.
7/2/2008 tarihinde yürürlüğe giren 5737 sayılı Kanun'un geçici 7. maddesiyle (geçici 7. madde) 1936 Beyannamesi'den sonra cemaat vakıflarına vasiyet edildiği veya bağışlandığı hâlde mal edinememe gerekçesiyle hâlen Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğü adına tapuda kayıtlı olan taşınmazların cemaat vakıflarına iadesi imkânı getirilmiştir.
Başvurucu 28/12/2010 tarihinde Hazine aleyhine bahsi geçen taşınmaza yönelik olarak asliye hukuk mahkemesinde vasiyetin tenfizi ile tapu iptali ve tescili davası açmıştır. Mahkeme davayı kabul ederek taşınmazın başvurucu adına tesciline karar vermiş ancak söz konusu karar Yargıtay tarafından bozulmuştur. Bozma kararının gerekçesinde, vasiyetnamenin iptaline dikkat çekildikten sonra iptal edilen vasiyetnamenin tenfizinin istenemeyeceği, bu nedenle davanın reddi gerektiği belirtilmiştir. Mahkeme bozma kararına uyarak davayı reddetmiştir.
İddialar
Başvurucular, cemaat vakfına ait olup Hazine adına tescil edilen taşınmazların iade edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
Mahkemenin Değerlendirmesi
Başvurucu Samandağ Vakıflı Köyü Ermeni Ortodoks Kilisesi Vakfı Yönünden
2762 sayılı mülga Kanun'un geçici 1. maddesinin (geçici 1. madde) öngördüğü beyanname verme yükümlülüğünün doğduğu ve ifa edilmesi gerektiği tarihte başvurucu Vakfın Türkiye Cumhuriyeti'nin egemenliği altında bulunmadığına ve hak iddia ettiği taşınmazların da Türkiye Cumhuriyeti'nin topraklarının bir parçası olmadığına işaret etmek gerekir. Dolayısıyla başvurucunun 1936 Beyannamesi'ni vermesi hukuken ve fiilen mümkün olmamıştır. Öte yandan Hatay'ın Türkiye Cumhuriyeti'ne katılmasından sonraki dönemde, Hatay'da kurulu bulanan cemaat vakıflarının 1936 Beyannamesi'ne benzer bir beyanname vermesini gerekli kılan bir mevzuatın ihdas edildiği de tespit edilememiştir. Bu durumda başvurucunun 5737 sayılı Kanun’un geçici 7. ve 11. maddeleriyle (geçici 7. ve 11. maddeler) getirilen imkânlardan yararlanmasının 1936 yılında beyanname vermiş olmasına bağlı kılınması başvurucuya ifası mümkün olmayan oldukça ağır bir külfet yüklemiştir.
Öte yandan Hatay'daki cemaat vakıflarının geçici 1. maddenin öngördüğü beyanname verme yükümlülüğünü yerine getirmemesi sebebiyle bu vakıfların taşınmazlarının kamu adına tescil edilmesinin kanuni temelinin ne olduğuyla ilgili muğlaklığı da hatırlamak gerekir. Geçici 1. maddenin yürürlüğe girdiği ve madde uyarınca beyanname verme süresinin dolduğu tarihten sonra -7/7/1939 tarihinde- Türkiye'ye katılan Hatay'da kurulu bulunan vakıflara ait taşınmazlar için bu yükümlülüğün yerine getirilmemesine bağlı olarak bu taşınmazların Hazine adına tescil edileceğinin kabul edilmesi öngörülebilir bir durum değildir.
Geçici 7. ve 11. maddelerin ihdas edilmesinin amaçlarından biri 1936 Beyannamesi'nde yer alıp nam-ı müstear veya nam-ı mevhumlar adına tapuda kayıtlı olan ya da tapuda malik hanesi açık bulunan taşınmazlardan süreç içinde Hazine veya diğer kurumlar adına tescil edilenlerin cemaat vakıflarına iadesini sağlamaktır. Kanun koyucunun 7/7/1939 tarihinde Türkiye'ye katılan Hatay'da kurulu bulunan ve benzer koşulları taşıyan taşınmazları geçici 7. ve 11. maddelerle getirilen tescil imkânının dışında tutmayı amaçladığı düşünülemez. Hatay'da kurulu bulunan ve Osmanlı Dönemi'nden kalma cemaat vakıflarının aynı koşulları sağlayan diğer vakıflardan farklı tutulmasını haklı kılan bir neden bulunmamaktadır. Derece mahkemelerinin 1936 Beyannamesi'ni vermesi mümkün olmayan Hatay'daki vakıfların kendine özgü bu durumunu dikkate almamaları başvurucu Vakıf ile diğer illerde kurulu bulunan cemaat vakıfları arasında farklı uygulamanın oluşmasına yol açmıştır.
Derece mahkemelerinin bu yorumu sebebiyle başvurucu geçici 7. ve 11. maddelerdeki diğer koşulların oluştuğunu ispatlayarak taşınmazları, adına tescil ettirme imkânından mahrum bırakılmıştır. Başvurucunun 1936 Beyannamesi'ni vermiş olması şartına tabi kılınması -Hatay'ın 7/7/1939 tarihinde Türkiye'ye katılması sebebiyle başvurucunun bunu yerine getirmesinin mümkün olmadığı gözetildiğinde- anılan imkânların getirilmesini başvurucu açısından anlamsız kılmış ve başvurucuya aşırı bir külfet yüklemiştir. Bu durumda kamu yararı ile başvurucunun bireysel yararı arasında adil bir dengenin kurulamadığı ve mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin orantılı olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.
Başvurucu Yedikule Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi Vakfı Yönünden
Somut olaydaki taşınmaz başvurucu lehine 25/3/1968 tarihinde vasiyet edilmiştir. Öte yandan bu taşınmazın Hazine adına tesciline hükmedilmesinin temel gerekçesinin cemaat vakıflarının mal edinememesi (vasiyet yoluyla bile olsa mülk edinememesi) olduğu açıktır. Yargıtayı başvurucunun durumunun geçici 7. madde kapsamına girmediği sonucuna götüren olgunun vasiyetnamenin iptal edilmesi olduğu anlaşılmıştır. Nitekim Yargıtay kararında, vasiyetnamenin iptal edilmesi sebebiyle ortada tenfiz edilebilecek bir vasiyetnamenin bulunmadığı belirtilmiştir.
Yargıtayın vasiyetnamenin iptal edilmiş olmasından hareketle başvurucunun durumunun anılan madde kapsamına girmediği yorumunun söz konusu imkânın getiriliş amacıyla açık bir çelişki içinde olduğunu ifade etmek gerekir. Zira vasiyetnamenin iptal edilmesinin temelinde cemaat vakıflarının mülk edinmesinin, dolayısıyla bunlar lehine vasiyette bulunulmasının hukuken mümkün olmadığı düşüncesi yatmaktadır.
Diğer taraftan Yargıtay "vasiyetnamenin geçersizliğinin bir mahkemece tespit edilmiş olmasını" gözeterek başvurucunun taşınmazının anılan Kanun'un kapsamına girmediği sonucuna ulaşmışsa bu takdirde de Hazinenin tutumuna bağlı olarak iade imkânının kapsamının değişebileceği kabul edilmiş olacaktır. Buna göre Hazine tarafından mahkemelere taşınarak iptal ettirilen vasiyetnamelerle lehlerine nasıpta bulunulan cemaat vakıfları geçici 7. maddeyle getirilen imkândan yararlanabilecekken Hazinenin iptali için dava açmadığı vasiyetnamelerin mansuplarının anılan maddenin kapsamına girmediği kabul edilecektir. İdarenin tutumuna bağlı olarak hakkın kapsamını daraltan bu yorumun hakkın açıkça hiçe sayılması mahiyetinde olacağı aşikârdır.
Ayrıca geçici 7. maddenin ihdas edilmesine yol açan koşulların da gözardı edildiğinin altı çizilmelidir. Yargıtayın 1974 tarihli kararının hak ihlallerine yol açtığı tartışılagelmiştir. Nitekim bu karar AİHM tarafından Türkiye Cumhuriyeti aleyhine ihlal kararı verilmesine de yol açmıştır. Söz konusu düzenleme bu ihlalleri bertaraf etmek amacıyla ihdas edilmiştir. Düzenlemenin hedeflerinden biri de vasiyetnamelerin geçersiz sayılması nedeniyle Hazineye intikal eden taşınmazların iadesini sağlamaktır. Yargıtayın geçersizliği mahkeme tarafından tespit edilen (iptal edilen) ve haklarında bu yönde bir tespit bulunmayan (iptal davasına konu olmayan) vasiyetname ayrımı yaptığına işaret eden yorumu, kanun koyucunun bu amacıyla açıkça çelişmektedir. Bir ihlalin giderilmesi amacıyla çıkarılan ve hak bahşeden bir kanunun ısdar edilme amacıyla açıkça çelişecek biçimde yoruma tabi tutulması öngörülebilirlik ilkesiyle çelişmektedir.
Sonuç olarak başvurucu tarafından açılan davanın reddedilmesinin geçici 7. madde hükmünün öngörülemez bir şekilde yorumlanmasına dayandığı tespit edildiğinden başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağının bulunmadığı değerlendirilmiştir.
Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir"