İzmir/Bayraklı
30 Ekim 2020 Cuma
Ayda! Ayda! Şu kırmızı olandan da kay hadi kızım!
Günler sonra parka gelmiştik sonunda. Annemin beni her kaydırdığın da gözünün içi gülüyor, benden daha çok mutlu oluyordu. Her kaydıktan sonra da ellerimi iyice temizliyordu, pis diye herhalde... Ben salıncağa doğru koşarken annemin telefonu çaldı, ne çok severim bu şarkı çalarken hoplayıp zıplamayı... Telefonu “Efendim Uğur” diye açınca babam olduğunu anladım. O bizle pek parka gelemezdi. Ben anneme onun neden gelemediğini sorduğumda hep işi yüzünden olduğunu söylerdi. Bu yüzden haftanın bir tane günü var, en sevdiğim günü o gün. Babam, annem, abim ve benim tüm gün hep beraber evde olduğumuz gün... Bazen sahile gider bazen sadece evde oturur birlikte oyunlar oynarız. Ne çok eğleniriz hep beraberken... Telefonu kapattıktan sonra yanıma gelip: “Yağmur yağacak gibi Ayda’cığım eve gidelim mi?” diye sordu. Ama daha her şeye binmedim ki. “Şu pembe salıncağa da binip öyle gitsek olur mu anne?” diye sordum. Bana bakarken hep gülümserdi... Yere eğilip çözülen saçımı tekrar bağlarken: “ Tamam bin ama sonra doğru eve tamam mı güzel kızım?” diye söyledi. Çok mutlu oldum, çünkü bu parkta en sevdiğim o pembe salıncaktı. Önünde hep benim gibi çocuklar ona binmek için anneleriyle sıra beklerlerdi. O benim en sevdiğim salıncaktı neden diğerleri de en çok ona binmek istiyordu ki hiç anlamıyordum.
O güzel salıncağa bindikten sonra annemin elinden tutup eve doğru gitmeye başladık. Park evimize çok yakın olduğundan hemen ulaşabiliyorduk ama şu günlerde evden sokağa bile çıkmıyoruz. Annem hastalanmayayım diye de bir sürü şey içirip duruyor. Hani şu acı yeşil şeyler var ya onlardan. Yürürken yine çantasından o sarı kaplı fısfıslı şişeyi çıkartıp ellerime püskürttü. Her sürdüğümde koklardım ellerimi, hep çok güzel kokarlardı.
Merdivenleri yavaş yavaş çıktık. Abim buradan koşarak çıkıyor, ben de koşmak istediğimi söylediğimde annem hep: “ Sen de abin gibi büyüyünce sen de öyle çıkarsın kızım.” derdi. Bir gün ben de abim gibi olup abimden daha hızlı koşacağım bu merdivenlerden. Annem anahtarı çıkartıp kapıyı açtı. Ayakkabılarımı artık kendim çıkarabiliyordum. Çıkarttığım gibi içeri koştum. Annem arkamdan: “Ayda! Doğru lavaboya, ellerini yıkamadan bir yerlere dokunma kızım.” diye seslendi. Lavaboya gittim, ardımdan annem geldi. Benim için konan o taburenin üstüne çıkıp suyu açtım. Annem ellerine biraz sabun alıp ellerimi birbirine ovuşturmaya başladı. Daha sonra o da kendi ellerini yıkadıktan sonra iyice ellerimizi havluya dolayıp kuruladık. Annem sabah çalıştırdığı makinenin durduğunu görünce kapağını açtı. “Ooo bak çamaşırlarımız yıkanmış Ayda, kelebekli çorabın da bunun içindeydi. Dışarıya çıktığımız başka bir gün giyersin artık.” dedi. En sevdiğim çorabım, anneannem doğum günümde almıştı. O kadar güzeldi ki her gün onu giymek istiyordum. Belki en son ıslak yere onunla basmasaydım birkaç gün daha giyebilirdim.
Ben sevinçle ellerimi çırparken bir ses geldi. Annem gözlerini çamaşır makinesine çevirdi, orada bir sorun yoktu. Sonra bana baktı gözlerini kocaman açarak, çığlık atmak istedim o an annem neden korkuyordu, bana neden öyle bakıyordu ki. Karşımdaki babamın en sevdiği kitaplarını koyduğu dolap sallanmaya başladı, bir şeyler oluyordu ama anlam veremiyordum. Annem elimden tutup koşturmaya başladı, beni nereye götüreceğini, neden kaçtığımızı anlayamıyordum. Sesler artmaya, etraftaki eşyalar yıkılmaya devam ediyordu. Annem sürekli “ Korkma kızım yanındayım ben senin, hiçbir şey olmayacak.” diyordu. Ama ben zaten anlamaya çalışmaktan başka hiçbir şey yapamıyordum ki.
Annem beni nereye götürürse onun peşinden gidiyordum. Artık durmasını istiyordum bu koşturmacanın. Annem ağlıyordu, o hiç ağlamazdı ki. Abim ağlardı, ben ağlardım ama annem hiç ağlamazdı... Başıma toprak dökülüyor gibiydi. Tavandan bir sürü toz geliyordu. Annemle bu sıra koşmayı bıraktık ama annem ağlamaya devam ediyordu. Sanki gideceğimiz yeri biliyormuş gibi bir yere doğru gittik. Sürekli sallanıyorduk ama bu benim o pembe salıncakta sallandığım gibi değildi. Annem bana gülümsemiyor, gözlerinin içi gülmüyordu. Çamaşır makinesine yakın bir yere geldiğimizde üstümüzdeki tavandan artık toprak değil, büyük taşlar geliyordu. Annem kafama gelmesin diye eliyle kafamı örttü. Annem çömelince ben de çömeldim. Beni iyice yanına yaklaştırdı. Yukarıdan gelen parçalar hem büyümeye hem de hızlanmaya devam ediyordu. Annem elleriyle kulaklarımı kapatmaya çalışıyordu, sımsıkı kapadığım gözlerimden öperken bana yine “Korkma kızım, ben buradayım!” diyordu. Ben de ona aynı şeyleri söylemek istedim, annem küçük ellerimi çok severdi, onlarla annemin gözyaşlarını silmek istedim... Çok büyük bir ses koptu o anda. Annem çığlıklarla tüm vücuduyla üstüme kapandı. O sırada yapabildiğim tek şey anneme tüm gücümle sarılmaktı, ben de öyle yaptım...
En son ne gördüm, ne duydum hatırlamıyorum. Sımsıkı kapadığım gözlerimi açtığımda neredeyim bilmiyordum. Yanımda annem yoktu, o karanlıkta tek başımaydım. Neredeyse hareket bile edemiyordum, neredeyim? Annem nerede? Ne yapacağımı bilmiyordum bile. Annem yanımda olsaydı belki benim o hiç istemediğim ikindi uykusuna yatırırdı. Neden yatırdığını hala bilmiyorum bile. Buradan çıkıp annemi bulduğumda sorarım bunu da...
13. saat
Hala buradayım, annem daha gelmemiş. Keşke bana haber verip gitseydi, o yokken korkuyorum biraz. Abim de yok ki ne yapacağım burada tek başıma. Annemleyken yukarıdan gelen topraklar hala gelmeye devam ediyordu. Belki üst komşu aşağıya vuruyordur. Bir keresinde şikâyete gelmişlerdi. Çok fazla ses çıkarıyormuşuz, ama araba oyunu oynarken nasıl az ses çıkartılır ki... Ben şu an ses bile çıkarmıyorum hem.
32. saat
Annemin dün işi çıktı kesin ama babam neden gelmedi? Sahi abim de yoktu. Beni burada unutup gittiler mi? Ama beni hiç yalnız bırakmazlar ki. Hep öyle söylerdi babam. Beni hep “Benim altın yüzlü kızım” diye severdi. Abime de “Aslan oğlum benim” derdi. Ben de “Ben de aslan kızın olmak istiyorum.” derdim. Herkes gülerdi, neden gülüyorlar ki, “Hem aslanın saçları sarı bak benim saçlarım da öyle” derdim. Babam da saçlarımı okşayıp “Öylesin kızım, aslan çocuklarımsınız siz benim.” der, tek tek öperdi bizi.
59. saat
Çok susadım. Annemin o zorla içirdiği yeşil, acı şeyleri bile içerim. Bundan birkaç gün önce babam bize pide yaptırmış ama ayran almayı unutmuş. Abim ayran olmadığını duyunca ağlamaya başladı, o ağlayınca ben de ağladım. Ayran olmadan pide yenmezdi ki... Annem hemen yanımıza gelip “Ben size şimdi hemen ayran yapacağım tamam mı, ama ağlamak yok bakın” dedi. Abim hemen gözyaşını silip kafasını sallayınca ben de öyle yaptım. Annem bir tabağın içine bir sürü yoğurt dolduruyordu. Abim de “Hani ayran yapıyorduk yaa ben yoğurt yemem.” diyordu. Annem de “Bitince görürsün bakalım ne yapıyorsun.” Annem tabağın içinde hazırladıklarını bardaklara döktü. Aynı ayran gibi görünüyordu. “Hadi deneyin, bakalım beğenecek misiniz.” dedi. Annem, ben bardağı tutamıyorum diye pipet de koymuş, abim pipetsiz de içebiliyor ama üzülmesin diye ona da koymuş... “Çok güzel!” diye bağırdı abim. Evet çok güzeldi, “Neden bakkaldan alıyoruz ki ayranı?” “Hep annem yapsın!” “Tadı çok güzel!” biz abimle böyle konuşurken annem ve babam da o kadar çok gülüyorlardı ki...
“ Olur olur yapar anneniz ama bir sonrakine siz de yardım edeceksiniz, anlaştık mı? Öğrenin siz de ilerde yaparsınız.” dedi. Abimle “Evet!” diye bağırdık. Abim benden büyük olduğu için onun daha çok sesi çıkıyor ama ben de bu sefer çok bağırdım.
72. saat
Üşüdüm. Ayaklarımda da karıncalar dolanıyordu. Hep böyle derdi amcam. Ben de hep ayağımın altına bakardım karınca var mı diye, hiçbir zaman da olmazdı. Ben böyle ayağıma bakınca abim bana hep gülerdi. Ben de ona senin de kafanda var karıncalar derdim. O da kafasını kaşırdı hep. Meğer çok oturmaktan, yanlış oturmaktan geliyormuş bu karıncalar. Ne zamandır buradayım, kaç saattir oturuyorum bilmiyorum. Annem yanımda olsaydı sorardım ona... Belki buradadır, belki sadece ben görmüyorumdur annemi... Seslenirsem duyar mı? “Anne!” ağzıma o topraklardan geliyordu, elimi ağzımla örtüp tekrar bağırmayı denedim. “Anne!” belki babam da buraya gelmiştir, yanımızdadır o da... “Baba!” “Abi!” buradayım. Ayda’yım ben...
81. saat
Benden başka bağıran kimse yoktu. Sadece şu toprak sesleri vardı. Onlar yüzünden çok fazla bağıramıyordum da... Annem oturduğumuz evi benim aksime pek sevmiyordu. Hatta taşınmaya bile karar vermiştik. Sağlam değil ev diyordu. Nerden anlıyordu ki sağlam olmadığını, abim sağlam olduğunu göstermek için duvara vurup: “Bak sağlam işte anne.” derdi. Babam ve annem de çok gülerdi buna. Evet sağlamdı, “Abim vurunca bile bir şey olmuyorsa sağlamdır.” diye düşünüyordum. Eğer ben hala evdeysem ve abimden daha güçlü biri gelip eve vurduysa belki de evimiz yıkılmıştır. Annem haklı olabilir, sağlam değil ki bu ev... O zaman neden bize bu evi verdiler, bakın nolmuş... Her şey düştü, kırıldı sizin yüzünüzden... Peki ben neden hala buradayım, beni neden götürmediler ki, kendi başıma bu taşları kaldıramam ama babam kaldırabilir. Keşke babam burada olsaydı. Beni de kucaklayıp çıkartırdı buradan...
85. saat
Üzerimde olan taşlar ve gelen tozlar yüzünden iyi nefes alamıyordum... Dur. Durun! Buradayım ben. “Anne!” “Baba!” buradayım! Çıkarın beni! Yukarıdan sesler geliyordu, bana bağırıyor gibiydiler. “Ayda!”... İsmimi seslenmişti biri... Evet beni arıyorlardı, unutmamışlar, almaya geldiler beni...
87. saat
Yeni yatağımı yapmak için evimize gelen abilerin getirdiği aletlerin sesi geliyordu yukarıdan. Belki onlar da beni çıkarmak için yardıma gelmişlerdir. Yukardan üstüme gelen tozlar sesler her yakınlaştığında biraz daha artıyordu. Gözlerimi yumdum. Çok az nefes alabiliyordum. Ama dayanabilirdim, benim için oradalar, benim için geliyorlar...
89. saat
Sesler çok yakındı artık. “Dayan Ayda!” “Biz buradayız, sakın korkma!” diyorlardı. Korkmuyordum ki, sadece biraz susamış; annemi, babamı ve abimi özlemiştim. Ellerim artık o kadar da güzel kokmuyordu, buradan çıkınca annemden tekrar o fısfıstan isterim yine güzel kokar ama...
91. saat
“Gördüm, gördüm! Ayda bebek burada!” “Bilinci açık, bize bakıyor şu an!” Günlerdir görmediğim o sapsarı güneş ışığı, açtığım gözlerimi yakıyordu, artık etraf karanlık değildi. Tanımadığım bir amca bana doğru bakıyordu. Onun da gözlerinde yaş vardı. Ama anneminkiler gibi değildi, ağlıyordu ama gülerek bakıyordu bana... Bana “İyi misin? Adın ne senin?” diye sordular. “İyiyim. Ayda’yım ben.”
dedim. Bana bakan amca elini tutmamı istedi benden, sımsıkı tuttum elini, sadece bir an önce çıkmak istiyordum buradan. “Çıkarır mısınız beni?” dedim. O da: “Çıkaracağız güzel yavrum, çıkaracağız. Bak buradaki tüm abilerin, ablaların senin için buradalar.” dedi. Aralarında ne babam ne annem ne de abim vardı... “Babam nerede?” dedim. “Dışarıda seni bekliyorlar, birazdan gideceksin yanlarına, dayan olur mu yavrum.” “Senin istediğin bir şey var mı?” diye sordular bana. “Su.” dedim. “Su ve ayran istiyorum.”
Koluma bir iğne takmışlardı, artık susamıyordum. Beni olduğum yerden çıkartıp, bir yatağa yatırdılar. Etrafımda o kadar fazla amca vardı ki... Bazıları ağlıyor, bazıları gülüyor, bazıları da anlamadığım şeyler söylüyorlardı... Üstüme sarı bir şey örttüler, o kadar da üşümüyordum aslında. Etraf çok kalabalıktı. Her yerden alkış sesleri geliyordu, biri bir şey mi kazandı, kimi alkışlıyorlardı... Kalabalığı geçtikten sonra şu büyük kırmızı arabaların birine götürdüler beni. Orada bir sürü şey taktılar. Benimle ilgilenen herkes gülerek bakıyordu yüzüme...
Gözlerimi açtığımda yanımda babam ve abim vardı. Mavi bir odanın içindeydik. İkisi de merak içinde bana bakıyorlardı... Ama eksik bir şey vardı. En son gördüğümde korkulu, yaşlı gözleri vardı üzerimde onun... Şimdi neredeydi, ben geldim işte, kurtuldum oradan, beni görmeyecek mi?
“Baba.” sesim zor çıkıyordu ama anlıyorlardı beni. Başımı okşayarak “Söyle güzel kızım, dinliyorum.” dedi babam. “Annem, nerede Annem?
Babamın meraklı yüzü düştü bir anda, yanında abim ağlamaya başladı. Hiçbir şey anlamıyordum. “Geç geldim diye mi kızdı? O da oradaydı baba, nerede annem? Alsın bizi gidelim. Ben annemi özledim. Nerede o? Söz, verdiği tüm o acı içecekleri içeceğim, bir daha gözünün önünden de kaybolmayacağım söz... n’olur gelsin.
GÜL BETÜL KUTLU