ARAPDER Başkanı Şükrü Kırboğa yaptığı basın açıklamasında; “Demokratik özerklik konusu biz Türkiyeli Araplarda tedirginlik yaratıyor, Türkiye’nin yeniden kaos ortamına sürükleneceğinden endişe ediyoruz” dedi.
Kırboğa açıklamasında, Anadolu coğrafyasının barındırdığı farklılıklar ile çok kültürlü medeniyetin en güzel örneklerinin yaşandığı bir bölge olarak, yeşerttiği en güzel insani değerlerle bölge kültürel dokusuna kaynaklık ettiği kadar tüm dünyaya da ışık tuttuğunu belirterek; bu olgunun dünyanın başka bir coğrafyasında ender rastlanabilecek bir durum olduğunu söyledi.
Çok kültürlü tarihin içerisinde Arapların da bu coğrafyanın en eski halklarından birisi olduğunu, Anadolu'nun medeniyet havzasına Arapların sunduğu katkıların, tarihin aydınlatıcı ışığı içerisinde incelenip ön yargısız değerlendirilirse hiç de küçümsenemeyecek boyutlarda olduğunun görüleceğini belirten ARAPDER Başkanı Şükrü Kırboğa; “Diğer tüm halklar gibi Araplarında bu günkü Anadolu coğrafyası içerisinde etnik ve kültürel değerleri ile birlikte hak ettiği yeri alması gerekir.” dedi.
Kırboğa Açıklamasına şöyle devam etti: “Bu gün Türkiye'nin en az 10 ilinde Araplar, belli bir nüfus yoğunluğuna sahip olarak yaşamaktadır Şanlıurfa, Mardin, Batman, Muş,Bitlis, Hatay, Adana, Siirt ve Gaziantep bu illerin başında gelenleridir. Türkiye'de Arapların nüfusunun 7 milyon civarında olduğu tahmin edilmektedir ki bu Arapların, Türk ve Kürt nüfusundan sonra Türkiye'de en fazla etnik nüfusa sahip olduğunu göstermektedir. Ve bu gerçek nedense bu güne kadar hep göz ardı edilmiştir.
Bizler Ortak tarihin, ortak kültürün ve ortak coğrafyanın çocukları olarak birlikte yaşama mecburiyetinde olduğumuzun bilincindeyiz. Bu tarihin ve coğrafyanın bize dayattığı bir zorunluluktur. Fakat bu zorunluluk; Türkiye’deki farklı etnik ve kültürel değerlerin tek veya bu günlerde oluşturulmaya çalışılan iki etnik kimliğe; yine zorlamayla oluşturulmaya çalışılan tek bir kültüre indirgenmesi demekte değildir.
Etnik ve kültürel değerlere duyulan saygı demokrasilerin ve birlikte yaşama kültürünün en önemli özelliklerinden birisidir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası devleti demokratik, sosyal ve hukuk devleti olarak tanımlar. yani evrensel hak ve hürriyetler, farklı etnik ve dini gurupların yaşama ve topluma katkı sunma iradeleri anayasal bir hak olarak tanımlanır. Bu noktada Türkiye'deki tüm etnik, dini ve mezhepsel gurupların hiçbir ayrıma tabi tutulmadan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı üst kimliğinde yeniden tanımlanması birçok problemin de ortadan kalkmasını sağlayacaktır.
Gelinen süreçte tartışmaya açılan “demokratik özerklik” konusu biz Türkiyeli Araplarda tedirginlik uyandırmış, Türkiye’nin yeniden kaos ortamına sürükleneceği noktasında ciddi endişeler yaratmıştır. Demokratik özerklik isteyenlerin bu güne kadar yapılan yanlışlara kendilerinin de kapıldığını, kendilerinin dışında farklı etnik kimlikleri görmezden geldiklerini ve açıklamalarında sanki Doğu ve Güneydoğu’da yaşayan tüm etnik kimlikleri temsil ettiklerini ifade etmektedirler.
Oysaki sadece Araplar olarak bizler Doğu ve Güneydoğu’da ciddi bir nüfus yoğunluğuna sahip olarak yaşamaktayız ve bu güne kadar yaşadığımız sıkıntıların yeni bir versiyonunun yaklaşmakta olduğunu düşünüyoruz. Tüm bu demokratik talep ve siyasi mücadele içerisinde Türkiye Araplarının da görüşleri alınmalı ve platformlarda söz hakkı tanınmalıdır. Nihayetinde bizler demokratikleşme sürecinde kendi kimliklerimiz ve kültürümüzle var olmak istiyoruz ve bizce bunun yolu demokratik özerklik veya federasyon gibi çözümler değil daha demokratik bir Türkiye için verilecek demokrasi mücadelesi olmalıdır.
Günümüz şartlarında Türkiye’nin farklı etnik kimlikleri öne çıkarmadan yerel yönetimleri güçlendirici çalışmalar yapması ve farklı kimliklerin sistem içerisinde varlığını kendi kültürleriyle ifade edebilmesinin önü açılmalıdır. Bu çalışmalar yapılırken de tek bir etnik kimliğe bağlı kalmanın ve tüm yapıyı yine tek bir etnik kimlik etrafında dizayn etmenin Türkiye’yi getirdiği noktayı fark ederek daha dikkatli olunmalıdır.
Farklı etnik grupların resmi dil olan Türkçe’nin yanında, kendi ana dilleri ile eğitim almalarının önündeki engeller kaldırılarak Anayasal güvence altına alınması sağlanmalıdır. Yine bu bağlamda merkezi yönetimin yerel yönetimleri güçlendirecek çalışmalar içersinde bulunması; bölge sosyo ekonomik kalkınması açısından da büyük bir fayda sağlayacaktır. Bu konuda ki düşüncemiz, yerel İl Genel Meclisleri ve Belediye Meclisleri’nin güçlendirilmesi, ekonomik ve kültürel hakların kullanılması yönünde her türlü yasal engelin kaldırılmasının gerekliliğidir.
Sonuç olarak farklılıklarımız ayrıştırıcı değil, birleştirici olmalı; hiçbir etnik kimliğe vurgu yapmayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı temelinde düzenlenecek bir anayasa tüm problemlerin çözümünde temel etken olacaktır.”