Referanduma ramak kala sivil toplum örgütleri taraflarını belirlerken bir açıklama da Arap-Der Genel Merkezinden geldi. "Statüko" yerine "demokratikleşme" diyen Arap-Der Genel Başkanı Şükrü Kırboğa'nın açıklaması:
Neden Evet?
Artık referanduma saatler kaldı. Siyasi aktörlerden tutunda, köşe yazarlarına, sivil toplum örgütlerine ve garip bir şekilde Yüksek Mahkeme temsilcilerinin eleştiri ve propagandalarına kadar birçok yorum, demeç ve açıklamaları dinledik.
Kısaca oyladığımız şeyin, Türkiye’de neredeyse 100 yıla yakın süredir, asker ve sivil bürokrasinin topluma dayattığı ve meşrulaştırmak için de her türlü uygulamayı meşru gördüğü ideolojik ulus devlet modelinin meşruluğu olduğunu kabul etmek gerekiyor.
Egemenlik milletin olacak
Modern bir kutsallıkla temellendirilen “ulusal yarar”ın ancak devletin çeşitli kademelerinde “devlete hizmet” etmiş bürokratlar ve asker mantalitesi içerisinde korunabileceği, toplumun bu yarar’ları bilemeyecek düzeyde olduğu ve ne olursa olsun asker-bürokrasi düzleminde devam edilebileceği mantığı sorgulanamaz bir gerçek olarak kabullenilmiştir. Adından sıklıkla söz edilen “kırmızı kitap” böyle bir ön kabulün sonucu olabilir ancak.
“Evet” ile, egemenliğin asker-bürokrat girdabından kurtarılıp millete verilmesinin yolu açılacaktır. Dokunulmaz kurumların demokratikleştirilmesi ancak böyle bir referandumla gerçekleşebilir.
Milletin Meclisi yeniden asli kimliğine kavuşacak
Milletin Egemenliğinden söz edebilmek için demokratik seçimlerle ortaya çıkan iradenin; Anayasayı hiçbir bürokratik, askeri müdahaleye maruz kalmadan kendi özgür iradesi ve seçilmiş temsilcileri tarafından hazırlaması gerekir. 1921 Anayasası dışında, 1924, 1961 ve 1982 Anayasaları asker-bürokrat ekseninde hazırlanmış ve topluma dayatılmıştır.
Yasama ve Yürütmenin hesap verilecek konumda olmaları ve milli irade ile göreve gelmeleri dolayısı ile devlet hiyerarşisi içerisinde hak ettiği konumda olması gerekir. Meclis serbest seçimlerle oluşmasına rağmen darbe dönemi Anayasası çerçevesine bağlı kalmak zorunda kalıyor. Nitekim meclisin kahir ekseriyeti başörtüsünün serbest bırakılması için yasa çıkarmasına rağmen mevcut Anayasanın ideolojik yorumcuları tarafından bu irade yok sayılabiliyor ve siyasi parti kapatılma ile karşı karşıya kalabiliyor. Dolayısıyla yasama yani Meclis ve yürütme yani Bakanlar Kurulu, Devlet aygıtına egemen değil; aksine darbecilerin biçimlendirdiği devlet aygıtının denetim altında tuttuğu devlet organlardır.
Yine, Anayasanın 117. maddesi uyarınca, demokratik iradeye karşı “sorumlu”, ancak ona “bağlı” olmayan ordu, hükümetin ve her türlü denetimin dışında tutularak adeta devlet içinde devlet, hatta devlet üstünde devlet olarak nitelendirilebilecek bir konuma sahip olmuştur. Yani milletin vergileriyle var olan; fakat millete hesap vermeyen özel bir yapı.
Neyi oyluyoruz?
12 Eylül darbecileri yönetimi sivillere devrettiği 7 Aralık 1983 gecesine kadar yasa çıkarmış; çıkardıkları yasalara da “Yargılanamazlar” maddesini de eklemeyi ihmal etmemişlerdir. Öyle bir anayasa hazırlamışlardır ki adeta; “sosyal, güvenlik, ekonomi ve işsizlik konuları dışında hiçbir konuya sakın ola ki karışmayın” demişlerdir. Referandum sürecinde CHP Genel Başkanı’nın “Bu anayasa değişikliğinde kayısı, fındık var mı ki” demesi ne kadarda manidar geliyor değil mi?
Böylesi bir tablo karşısında Meclis’te temel siyasi kararlar alınabilir mi? Devleti halkı ile barıştırabilecek, Türkiye’nin önünde yeni açılımlar sağlayabilecek kararlar alamayan bir meclise sahip Türkiye’de tam demokrasiden bahsedilebilir mi? Türkiye, Demokrasiyi 50 yıl geriden takip etme utancını artık yaşamamalıdır.
İdeolojik Yargı
27 Mayıs Darbesiyle, tek parti ideolojisiyle bağdaşmayan tüm yargıç ve savcılar görevden uzaklaştırılmış, oluşturulan yeni kurumlar ideolojik devlet mantığının adeta emniyet supabı olarak çalışmaya başlamıştır. Türkiye adeta yargıçların yönettiği ve halka karşı devleti koruma refleksine sahip kurumların vesayeti altında bu günlere gelebilmiştir. Yakın zamanda yaşanan Ferhat Sarıkaya olayı bu zihniyetin en yalın biçimiyle tezahüründen başka bir şey değildir.
Toplumdan gelen tüm özgürlük ve demokratik talepleri devlet için bir tehdit olarak gören Yargı, darbeci ideolojiyi millet iradesi karşısında, gerektiğinde hukuku bile ihlal ederek koruma misyonunu üstlenmiştir. Yeni değişiklikle yüksek yargıçların daha geniş yelpazeden seçiliyor olması; ideolojik hukuk yerine, evrensel hukuk normlarına sahip yeni yargıçların da seçilmesine yol açacaktır.
Siyaset kurumunun fonksiyonu
Demokratik ülkelerde temel politikaları siyaset kurumu belirler. Türkiye’de ekonomiden eğitime, etnik farklılıklardan dini konulara kadar tüm sorunların Milli Güvenlik Kurul un’da “güvenlik” adı altında masaya yatırıldığını hepimiz biliyoruz. Genelde burada alınan kararlara Bakanlar Kurulu fiili olarak uyar ve Meclisteki çoğunluk da bunları yasalaştırır. Bunun sonucu olarak Terör, eğitim ve bir çok konuda Türkiye’nin geldiği nokta hepimizce malum.
Hülasa, darbelerin temel gerekçesinin; “Ülkenin temel ideolojik politikalarına uymayan siyasetçiler” olduğunu hepimiz yaşayarak öğrendik. Oysaki Siyaset Kurumu’nun gelişmişliği ülkenin gelişmişliği ve özgürlükler ile paralellik arz eder.
Yeni bir Türkiye için “Evet”
ARAPDER
Başkanı
Şükrü KIRBOĞA
Cumhuriyet Cad. Paflar Apt. Kat:1 No:2 Şanlıurfa kirbogasukru@hotmail.com Fax: 00 90 (414) 312 36 59 –Tel: 414 313 1 333 Gsm:00 90 532 642 32 14