Anadolu'nun bir çok şehrinde yaşanan 'alternatif' ekonomik kalkınma modelleri aynı zamanda birer alternatif modernleşme pratiğidir. Sorun bunların Anadolu'da kalkınmaya muhtaç diğer illerde uygulanacak ulusal bir modele nasıl dönüştürülebileceğidir.
Türkiye muhafazakârlaşıyor mu? sorunsalı mahalle baskısı kavramı etrafında yerel bir ölçekte tartışılırken, benzer tartışmalar bugünlerde Anadolu şehirleri ve muhafazakârlaşma bağlamında, çok daha karmaşık bir ölçekte, kent mekânı üzerinde yapılıyor. Yazılı ve görsel medyada süren tartışmaların gölgesinde kalan iki önemli kavram var: Modernite ve mekân. Bu iki kavram üzerinden giderek Anadolu şehirlerinde, özellikle de Kayseri ve Konya gibi Anadolu Kaplanı ünvânı almış kentlerde yaşanan değişim ve dönüşümü, modernite-postmodernite arasında sıkışıp kalmışlığın bir paradoksu olarak anlamak mümkün. Çoğu zaman 'muhafazakârlaşma mı, yoksa modernleşme mi' gibi bir karşıtlık üzerinden, kimi zaman da Batı dışı modernitelerin mümkün olabileceği teziyle beslenen tartışmaları mekânın içselleştirdiği ekonomik, sosyal ve kültürel pratikler üzerinden giderek yeniden gözden geçirmek gerekiyor. Muhafazakârlaşmayı "şehir mekânı" ve "modernite/post-modernite" ekseninde yeniden düşünmenin bu bağlamda açıklayıcı olacağını düşünüyorum.
MODERNİTENİN PARADOKSU
Anadolu şehirlerinde yaşananları modernitenin günümüzde yaşadığı çelişkinin mekânsal yansımaları olarak irdelemek gerekiyor. Eser Karakaş'ın Konya'daki izlenimlerini içeren yazısında bahsettiği 'poşette içki temini' örneğinde olduğu gibi, şehirlerin değişen dönüşen dinamiklerini anlamada günlük hayatın içine girebilmek çok önem taşıyor. Sosyolog Anthony Giddens'in belirttiği gibi günlük hayatı yerleşikleşmiş 'yapılar' ile değil, bizzat günlük hayatta olup bitenlerle açıklamak gerekiyor. Neyin/nelerin rutinleştirildiğini, normlaştırıldığını analiz etmek, diğer bir deyişle geleneklerin ne ölçüde değiştiği, hangi güçlerin gelenek ve rutinler üzerinde baskı oluşturduğuun saptamak önemli. Örneğin, küreselleşme ve kapitalizm işgücünü ve mekânı metalaştırıp, kendine adeta yeni mekânlar 'imal' ederken şehir mekânında somutlaşan günlük pratiklerin, rutinlerin ve geleneklerin bu süreçte nasıl değişiyor? Yerleşikleşmiş bu pratikler ve ahlaki gereklilikler yerini piyasa temelli kapitalist zihniyete mi bırakıyor? İşte tam da bu noktada modernitenin paradoksu ile karşılaşıyoruz. Anadolu şehirleri, özellikle de "Kaplan" rütbesindekiler tamamen küresel kapitalist güçlerin yörüngesinde değil, aynı zamanda şehir mekânını yaratan farklı kültürel anlamlar, simgeler ve gelenekler tarafından da şekilleniyor, yönlendiriliyor.
Modernleşen şehirler evrensel bir şehir kültürüne yaklaşmaktan ziyade, kentsel mekânda 'görünür' olan sembollerin, söylemlerin ve pratiklerin farklı yorumlarının olabileceğini ve aynı zamanda bunların şehrin farklı aktörleri tarafından farklı şekillerde anlam kazandığını/yaşandığını göz önüne seriyor. Bu farklı yorumlamalar ve anlamlandırmaların merkezinde, gerek şehre hayat veren aile grupları, yerel otoriteler, gerekse de şehir sakinleri, kısaca farklı aktörler şehir kimliklerini sunarken mekânı kolektif bir şekilde tanımlama yoluna gidiyorlar. İşte mekânın bu toplumsal ve kolektif tanımlanması Kayseri modeli, Konya modeli gibi üretim kapasitesi yüksek enerjik şehirlerden söz etmemize olanak tanıyor. Kentsel aktörler modernist perspektiften şehir mekânını kendi çıkarları doğrultusunda tanımlamak isterler, ancak Anadolu şehirlerinde yaşanan 'mekânı toplumsal olarak tanımlama süreci' tam da modernitenin paradoksu olsa gerek! İhracatı, üretimi ve sanayisi ile kaplan ünvanı alan bu şehirlerde gelenekler, muhafazakâr semboller, imgeler post-modernitenin esiri olan şehirlerde göze çarpan tüketim kültürüne, kapitalist zihniyetin sosyal ilişki ağlarını yokedişine, metalaşmaya karşı çıkıyor.
İlginçtir ki, modernite ile kısmen açıklanan Anadolu şehirlerindeki dönüşümü post-modernite ile de açıklanmak zor. Post-modernleşen şehirleri tanımlayan çok işlevli alışveriş merkezleri, marinalar, eklektik, özgün binalar şehir mekânının "üretimden" "tüketime" doğru bir dönüşüm geçirdiğini gösteriyor. Anadolu şehirlerini bu açıdan post-modern olarak adletmek de tam olarak doğru değil çünkü üretim onlar için tüketimden çok daha öncelikli. Ancak post-modernizm Anadolu şehirlerinde aynı anda birbiriyle çatışan farklı gerçeklikleri barınmasını açıklamamızda önemli bir bakış açısı oluyor.
ALTERNATİF MODERNİTELER Mİ?
Özetle modernite/post-modernite bağlamında Anadolu şehirlerini düşündüğümüzde, bir yanda sahip oldukları reel üretim kapasitesi sayesinde modernite ile devamlılığın söz konusu olduğunu, ancak sadece ekonomik güçler tarafından şekillenmeyen, şehirdeki farklı sosyal ve ekonomik aktörlerin şehir mekânına atfettiği çeşitli kültürel anlamların varlığı nedeniyle moderniteden koptuklarını, post-modern bir hal aldıklarını görüyoruz. Kısmen modernite, kısmen de post-modernite ile açıklanabilecek bir dönüşüm geçiren Anadolu şehirlerinin adeta "arada kalmış" modernleşme deneyimlerini bugün alternatif modernite olarak nitelemek mümkün. Ancak önümüzdeki esas sınavın başta Kayseri, Konya ve Denizli gibi Anadolu şehirlerinde yaşanan "alternatif" ekonomik kalkınma modellerinin nasıl ulusal bir modele dönüştürülebileceği, ve Anadolu'nun kalkınmaya muhtaç diğer şehirlerinin de kendi alternatif modernitelerini nasıl yaratabileceklerini ortaya koymak olduğunu düşünüyorum.
* Carleton Üniversitesi Araştırma Görevlisi