Müslüm Üzülmez'in yazısı:
kırk kapı açıldı
kırk kapı kapandı
iki gözü iki çeşme
anam içeri alındı
Devrimciler biraz divane olur. Fırtınalara aldırmazlar yürekten menzili uzak umutlara koşarlar. Aşkla yıldızlara bekçilik edip sevdayla güneşin doğuşunu bekler. Gökyüzü mavi özgürlüğün, yaşadıkları topraklar zulmün karanlığı altındaysa geceleri cehennem sıcağında üşürler. Altın başaklı buğday başaklarının herkese yetecek aş, özgürlüğün tüm dillerde coşkuyla söylenen bir türkü olmasını isterler.
12 Eylül’le birlikte bu kızıl güzel düşlere dolu vurdu. Ve sadece yıldızların bekçileri güneşin çocuklarının değil, tümden Türk ve Kürt halklarının üzerlerine kanlı karanlık çöktü. Gece yarıları yollar kesildi, kollar kırıldı. İstanbul’dan, Diyarbakır’dan ve adı dahi duyulmayan kasaba ve köylerden umutla havalanan güvercinler vuruldu kanatları yerde kaldı. Diller yasaklandı. İnsanlar lal oldu. Ülke hapishaneye, hapishaneler ölüm kampına dönüştü.
Yılanın zehri dilinin altındadır. İyi olan yaşamı, kötü olan ölümü davet eder. Veremli, hastalıklı ruhlar kan ve ölüm istiyordu. İstek gerçekleştirildi: Diyarbakır 5 Nolu Askeri Cezaevi cehennemin diğer adı oldu.
Çok iyi bilirim bu cehennemi. 1982-84 yılları arasında bu cehennemde bende kaldım. Burada her şey insan ruhuna acı veriyordu; duyulan her ses, görülen her görüntü insan ruhunun derinliklerinde derin yaralar açıyordu. Cesaretin ve insanlığın sınandığı yerdi; burada vahşetin sıcaklığını göze almak direnişlerde yaşamak, kabullenmek ise ruhen ölmek demekti. Zindan içinde zindan olan bu zindanın görüş kabininde bir tutuklunun anasına; “Ana! Esas duruşa geç!” demesinden daha yalın bir ifade var mıdır acaba o günleri esastan anlatan?
***
Zor yılların anılarına yolculuk çok zordur. Biliyorum, bazı şeyleri kaleme almak kolay değildir. Ama aynı zamanda bunları yazmakta gerekir diye düşünüyorum. Diyarbakır Cezaevi ve bu cezaevinde yaşananlar söz konusuysa eğer, artık yazma gereklilikten çok bir farzdır bence. Kendimden biliyorum, zulüm altında geçen yaşanmışlıklar kaleme alınırken; acılar, hüzünler, dostluklar, direnmeler, gevşeklikler, kırgınlıklar, işkenceler bir bir yeniden yaşanır. Gece uyku tutmaz, önce anılar sökün eder ardından kötü rüyalar insanı esir alır. Yoldaş Koçero (TÜSTAV Sarı Defter, İstanbul-Temmuz 2011) anı kitabımı yazarken ben bunların hemen hemen tümünü yaşadım. Bir iki kez neredeyse yazmaktan vazgeçecektim, ama direndim. Yazdım. Yazmakla da iyi ettim. Kolektif hafızanın oluşumuna katkı ve tarihe ufak bir kayıt düşmenin yanında, hem kendimle hem de yaşadıklarımla yüzleştim.
Diyarbakır 5 Nolu’nun en kötü dönemlerinde uzun süre bir Kürt devrimcisi olarak tutuklu kalan koğuş arkadaşım Kamil Sümbül’ünde yazarken aynı şeyleri yaşadığını, aynı şeyleri hissettiğini düşünüyorum. Ama çekilen sıkıntılara değmiş. Kamil, zor bir yol izleyip (biraz geç olsa da) anılarını hikâyeleştirerek bu zorlu yolculuğun üstesinden gelebilmiş ve ortaya yarı belgesel nitelikte mükemmel bir öykü kitabı çıkartmış: Diyarbakır 5 Nolu’dan Hikayeler: Ana! Esas Duruşa Geç.
Kitabının yazılış serüveni de en az kitap kadar düşündürücü bence. Yazarın yazdığı Önsöz’den aktarmak istiyorum:
“1988'de İsveç'e gelip iltica ettikten sonra, tanıdıklara, merak edenlere sürekli 5. Nolu’yu anlatıyordum. Anlattıklarımı merakla dinleyenlerden biri de Mehmet Uzun'du. Beni Kızıl Haç'a götürüp İşkence Tedavi Merkezinde tedaviye başlamamı da o sağlamıştı. Her görüşmemizde; bunları muhakkak yazmalısın, politik bir görüş ve özel anı anlatımından ziyade hikaye olarak bunları yazmalısın, diye ısrar ederdi. Ben de o sıralar kaldığım mülteci kampında yazmaya devam ediyor, bitirdiğim hikayeleri başta Mehmet Uzun olmak üzere tanıdıklarıma verip öneri ve eleştirilerini bekliyordum. 1989-1991 yılları arası kafamda tasarladığım tüm hikayeleri yazıya döktüm. Mehmet Uzun bana, yazarak hikaye tekniğini kazanabileceğimi telkin ediyor, kendi kütüphanesinde bulunan bir çok yazarın hikaye kitaplarını okumam için veriyordu. Bazı dostlarımın evlerine her gidişimde kitaplıklarındaki hikaye türü kitapları ödünç alarak okuyordum.”
Sonrasında ise azimli ve sabırlı bir çalışmayla öykülerinin birinci cildini tamamlamış. (Müjdesini verebilirim: İkincisi yolda.)
Kendisiyle yüzleşme cesaretini gösterdiği için, tarihe küçükte olsa bir kayıt düştüğü için Kamil’i kutluyorum. Yazı serüveninde kendisine başarılar diliyorum. Bir dostumun edebi dozu yüksek bir esere imza atmasından onur duyuyorum.
5 Nolu daha çok haber ve röportajlarla gündeme gelmiştir. Ve yine bildiğim kadarıyla 5 Nolu ile ilgili çok sayıda şiir ve anı kaleme alınmıştır. Ama öykülerle anlatımı çok azdır. Öykü olarak şimdiye kadar bir tek Selahettin Bulut’un Hadım (İthaki Yayınları, İstanbul-Eylül 2010, Kürtçeden Çeviren: Muhsin Kızılkaya) adlı öyküsünün Türkçe çevrisini okumuştum. Hadım, sade bir anlatım ve derin bir gözlemle kaleme alınmış güzel bir öykü kitabıydı. Ana! Esas Duruşa Geç’inde benzer şekilde anlatımı samimi ve sade. Öykülerde derin bir gözlem var. Kurgular sağlam. Kitap 5 uzun öyküden oluşuyor. Öykülerde cezaevi ve 12 Eylül sonrası yaşananlar farklı açılardan anlatılıyor: “Ana! Esas Duruşa Geç” öyküsünde (s.13-21), Hacer Ana’nın iç dünyasındaki fırtınalar ve ruhunun derinliklerinde köpürüp kabaran dalgaların yanında tutuklu oğluna olan duyguları, çaresizliği, inadına her ziyaret gününde cezaevi kapısında oluşu; “25 (Birinci Bölüm” öyküsünde (s.99-143), cezaevinde görevli olan 25. Koğuş gardiyanın duyguları, düşünceleri ve ruh hali; “Öteki Dünya” öyküsünde (s.25-42) ise, 5 Nolu’da bulunan bir tutuklunun duyguları, düşünceleri, kendisine yapılan işkenceler ve işkenceler sonucu -Dante’nin İlahi Komedya’sını anımsatan- tutuklunun “öte dünya”ya yaptığı yolculuk anlatılmakta. Kısacası yazar zihinsel notlarını ak kâğıda dökerek ruh halleri arasında bizi bir gezintiye çıkarıyor. Bir öykü kitabında, hem bir annenin, hem bir gardiyanın, hem bir tutuklunun ruh halini ayrı ayrı yansıtmanın hiçte kolay olmadığını düşünüyorum. Kamil, öykülerleriyle zoru başarmış; yazma konusunda ve tarih bilincine her yönüyle sahip çıkma gayretinde iyi bir sınav vermiş diye düşünüyorum.
Son söz: Gökyüzünün güneşsiz ve yıldızsız kaldığı kanlı karanlık günlerde cezaevlerinin kilitli demir kapılarının önünden ayrılmayan annelerin tümüne hürmetlerimi gönderiyorum. Aramızdan ayrılanları ise saygıyla anıyorum. Seher yelinde birer türküdür onların adları.
***
Kamil Sümbül Kimdir?
Kamil Sümbül, 1956 tarihinde Diyarbakır’a bağlı Çermik ilçesinde doğdu. İlk ve orta okulu Çermik’te, liseyi Siverek’te okudu. 1973-76 yılları arasında Konya Seydişehir’de Alüminyum tesislerinde kimya laborantı olarak çalıştı; sendikal hareketin ve işçi sınıfı mücadelesi içinde yer aldı. 1976’da ADMMA Kimya Mühendisliği Bölümü’ne kayıt yaptırdı. 4. sınıftayken Eylül 1979’da Ankara’da tutuklanıp 1980’in Mart ayına kadar Mamak Askeri Cezaevi’nde kaldı; 1980’de Diyarbakır Askeri Cezaevi’ne götürüldü. Diyarbakır’da Sıkıyönetim Mahkemesi tarafından “Rızgari-Ala Rızgari Davası”ndan yargılandı ve 8 yıl ceza aldı. 1983’ün Aralık ayında tahliye olmasına rağmen dava dosyası Askeri Yargıtay’da bekletilince bir yıla yakın fazladan cezaevinde yattı. Ancak 1984’un sonunda tahliye edildi. 2 yıl 8 ay Sivas ilinde sürgün cezası alması nedeniyle de tahliyesinden kısa bir süre sonra polislerce evden alınıp Sivas’a götürüldü. İki aylık bir süreden sonra İstanbul’a yerleşti. 1988 sonunda İsveç’e gedip iltica etti. Halen Stockholm’de yaşamaktadır.
Ana Esas Duruşa Geç yayınlanmış ilk eseridir.
Künyesi;
Kamil Sümbül, Ana! Esas Duruşa Geç, Öykü, Vate Yayınları, Aralık 2011, İstanbul, 143 sayfa.
Prizmahaber.com