Tanıma şerefine nail olduğum Bir çok insanın hidayetine vesile olan ve hayatını İslam'ı anlatmaya adamış bir çok gayri müslimin müslüman olmasına vesile olmuş ve Hak için hayatı boyunca gayret göstermiş Nimatullah hocamız Hakkın rahmetine kavuşmuştur. Rabbim rahmet eylesin
Nimetullah Hoca kimdir?
Nimetullah Halil İbrahim Yurt Hoca, 1931’de Amasya’nın Taşova ilçesinde dünyaya gelmiştir. Daha küçük yaşlarda babası ile birlikte alimlerin ve ariflerin sohbetlerine katılmış, Mahmud Sami Ramazanoğlu, Süleyman Hilmi Tunahan, Mehmet Zahid Kotku Hazretleri gibi dönemin büyük Allah dostlarının hizmetinde bulunmuştur.
Sultan II. Abdülhamid dönemini görmüş birçok alimden ders alan Nimetullah Hoca, İslam’ı tebliğ etmek için 50’den fazla ülkeyi ziyaret etmiştir. Nimetullah Hoca yaklaşık 20 yıl Japonya’da bulunmuş ve kuzeyden güneye ülkenin birçok noktasına giderek buralarda mescitler açmış, onları birer İslam medresesi haline getirmiştir.
“Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali”
İslamabat’taki Çin Halk Cumhuriyeti Büyükelçiliği’ni 1981’de ikna eden Nimetullah Hoca, Çin Hükümeti’nin izni ile Çin’e 20.000 nüsha Kuran-ı Kerim götürür ve bunları Komünist Çin’de doğudan batıya, kuzeyden güneye dağıtır. Çin’de iken (Başkent Seul’den 3 saat uzaklıkta olan) Kore’nin Kwangju kentinde bir cami açılacağını duyan Nimetullah Hoca, 1977’de ziyaret etmiş olduğu Kore’yi tekrar ziyaret için yola çıkar.
Seul’e varır ve Kwangju Camii’nin açılış programına katılmak için dünyanın farklı yerlerinden gelen delegasyonlarla beraber büyük bir otelde kalmaya başlar. Oradaki tanınmış şahıslardan biri Hoca’ya: “Seni buraya kim davet etti?” der. Hocamız Müslüman’a yakışır bir izzetle şöyle cevap verir: “Buradaki bütün delegasyonları ben davet ettim.”
Açılışın yapılmasına bir gün kala, Seul Merkez Camisi’ne gelir Nimetullah Hoca. Vakit namazı için ezan okur. Namazdan sonra caminin girişine oturur. Gözyaşları içinde düşünmeye başlar. “Eğer sahabe efendilerimizden biri bu ülkeye gelse idi doğrudan bu ülkenin kralına gider ve onu İslam’a davet ederdi, insanları da İslam’a davet ederdi. Ancak biz, yapılması gerekeni yapmadığımız için bu insanlar İslam’ı duyamadı. Her şeye rağmen ben, sahabilerin yolunu takip edeceğim ve inşallah Rabb’im bana salih amelimde yardım eder.” der ve anlatmaya devam eder Nimetullah Hoca:
“Ben bu hal üzereyken dört Koreli genç mescidi ziyarete geldiler, lise talebesine benziyorlardı. Gözyaşlarımı sildim ve bana gelmeleri için el salladım. Onlar bana yaklaştılar ve Nimetullah Hoca kelime-i tevhidi getiren kişinin bu sözü anlasa da anlamasa da Müslüman olduğuna inanırdı elimle dudaklarımı göstererek ’Kelime-i Tevhidi getirin.’ dedim. İlk önce ne dediğimi anlamadılar ama ben tekrar edince anlamaya başladılar. Üç defa kelime-i tevhidi getirdiler. Onlara hediye olarak Müslüman isimleri verdim: Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali.”
Nimetullah Hoca kelime-i tevhidi getiren kişinin bu sözü anlasa da anlamasa da Müslüman olduğuna inanırdı. Muhatabı bu sözü duyduğu vakit; kulağının, zihninin ve kalbinin aydınlanacağını, sorunlarının yok olacağını; hem bu dünyada hem ahirette mutlu olacağını söylerdi.
İkinci gün kahvaltıdan sonra, sabah otelde delegeler açılışa gitmeye hazırlanırken Nimetullah Hoca birkaç delegeyle beraber yuvarlak bir masanın etrafına oturur ve onlara bu vakıayı anlatır. Oradaki delegelerden biri patavatsızca “Bu konuşma nedir? Halifeleri yeniden mi canlandırdın? Aslında sen delirmişsin!” der. Bu sözler Nimetullah Hoca’yı üzer, ancak hissettirmez kimseye.
Delegeler üç gün sonra evlerine geri dönerler, ancak Nimetullah Hoca 45 gün civarı orada kalır ve kendine has üslubuyla insanları camiye getirir. Her gün 60-70 insanın İslam’a girmesine vesile olur ve onlara (Ahmed, Muhammed, Hüseyin, Ayşe, Fatma gibi) Müslüman isimleri verir.
“Benim Nimetullah Hocam, oğlun Ömer.”
Bundan seneler sonra bir gün Nimetullah Hoca Medine-i Münevvere’de kalıyor ve Mescid-i Nebevî’de Türklere vaaz ediyordu. Kore’yi en son ziyaretinin üzerinden 11 sene geçmişti. Namazdan sonra Uzak Doğululara benzeyen bir genç Hoca’ya selam verdi: “Benim Nimetullah Hocam, oğlun Ömer.” ”Sen hangi ülkedensin Ömer?” ”Kore, 11 sene önce senin elinle Müslüman oldum.” “Söyle bana nasıl Müslüman oldun? Benim elimde her gün onlarca kişi Müslüman oluyordu.” ”Biz Seul’de camiye gitmiştik ve sen orada ağlıyordun. Bizleri görünce gözyaşlarını sildin ve… İşte ben, o Ömer’im.”
“Sen Medine’ye nasıl geldin Ömer?” “Biz kelime-i tevhid getirdikten sonra Müslümanlar tarafından hoş bir şekilde karşılandık. Sonra ben Arapça öğrenmeye başladım. Bir gün, Medine İslam Üniversitesi’nden bir delege talebe seçmek için Kore’ye gelmişti. Orada ki Müslümanlar beni tavsiye ettiler ve buraya talebe olarak geldim. Şimdi Davet Fakültesi’nin 4. Sınıfındayım.” “Ne olursa Allah’ın izni ile olur, elhamdülillah sen başardın. Diğer kardeşlerin Ebubekir, Osman ve Ali nasıllar?” “Elhamdülillah hepsi iyiler. İbadetlerine çok dikkat eden Müslümanlar. Ben de sizin gibi vaaz ediyorum.”
El-Medine gazetesi Nimetullah Hoca ile bir mülakat yaptı ve muhabirleri Hoca ile Ömer birbirlerini kucaklarken bir resim çekti. Bu fotoğraf belki de Hoca’nın binlerce faaliyetlerinden tek resimlenmiş olanıdır. Ben bu resmi örnek olması ve okuyanların görmesi için buraya ekliyorum ve bu vakıanın hakikat olduğunu, şüpheye mahal olmadığını göstermek istiyorum. O tek başına bir “Davet Üniversitesi”dir. 20 senedir onunla beraber olarak ondan çokça istifade ettim; onu bir “davet öncüsü” ve “uzak okullarda daveti başlatan” bir şahıs olarak görüyorum. Araplar, İslam’ın mesajını anladılar, ama ya ilk Türkler, Farslar, Afganlar, Berberiler, Endonezyalılar ve Afrikalılar? Onlar ne anladılar İslam hakkında? Hayaller ve hisler…
Sahabiler, Tabiin ve Tebeu’t-Tabiin Farisilerin, Türklerin, Kafkasyalıların hanımlarıyla evlendiler ve böylece onların torunları Arapçayı öğrendi ve İslam’ın hakikatini anladılar. İmam-ı Azam Ebu Hanife, Buhari, Tirmizi ve onların torunları gibi öncü alimlerimiz bu neslin çocuklarıdır.
Nimetullah Hoca Ömer’i Medine’de bir düğüne götürdü ve insanlara onu tanıttı, Kore ve Japonya’daki Müslümanların durumunu anlattı.
“Görmedin mi Allah nasıl bir misal getirdi: Güzel bir sözü, kökü (yerde) sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaca benzetti.” (İbrahim Suresi, 24)
-Prof. Dr. Salih Mahdi Samarrai