Yazar; Omar F. Abd-Allah
Nadirah Florance`ın “Çağının üzerinde biriken tozu toprağı, ellerimizle temizleyerek arayıp bulabileceğimiz, gizli bir hazine” olarak tarif ettiği kişi; ölümünden çok kısa bir süre sonra unutulan, 21. Yüzyıl müslümanları tarafından yeniden keşfedilmeyi bekleyen, genellikle akademik seviyedeki kişilerce malum, ancak halkın genelinden saklı kalmış olan; Mohammad Alexander Russel Webb.
Kitap Webb`in yaşadığı çağı, coğrafyayı, dönemi (Victorian era), onu islama yönlendiren sebepleri, örnek aldığı, etkilendiği, birlikte çalıştığı insanları, başarıları, kaygıları, hayal kırıklıkları ve daha pek çok konuyu biyografisine konu edinmiştir. Mohammad Alexander R. Webb biyografisinde bizi en çok ilgilendiren, dikkatimizi çeken ve bizce bahsedilmeye değer en önemli şey, onun Amerika`da İslam`ı anlatma niyet, gayret ve emekleridir ki; bugünkü islami çalışmalar o günlerdeki bu niyetin, emeğin ve gayretin bir semeresidir.
Mohammad Alexander Russel Webb ve içinde yaşadığı şartlar
Onun yaşadığı Amerika`da; telefon hayatın kaçınılmaz bir parçası haline gelmiş, elektrik bulunmuş, sokakları aydınlatmaya başlamıştır bile. Fotoğraf sıradanlaşmış, T Model Ford otomobiller piyasaya çıkmıştı. İç savaş ülkeyi, Kuzey-Güney diye bölmüş, kızgın ve manasız bir savaşa tutuşturmuştu. Özellikle Güney bölgelerinde köleliğe karşı olmak anti-Hristiyan olmak anlamına geliyordu. Kuzeyliler köleliğe karşıydı karşı olmasına ama onlar da her anlamda onlarla kucaklaşmayı, eşit olmayı, aynı haklara sahip olmayı akılllarından dahi geçirmiyorlardı. O günkü Amerika`da insanlar üç ana ırka ayrılıyordu; Amerikan topraklarına taht kurup yurt edinmiş İngiliz- Amerikalılar yani beyazlar, köle olarak Afrikadan getirilen Afrikan-Amerikalılar ve Amerikan topraklarının asıl sahibi Kızılderililer. Sosyal statüler, insan hakları, saygınlık veya üstünlük bu ırklara göre belirleniyordu. Siyahlar ve kızılderililerin kaderleri aynıydı. Beyaz İngiliz Amerikalılar ne onlardan feragat ediyorlar, ne vazgeçiyorlar, ne de onlarla birlikte uyum içinde yaşamaya, eşit hak ve özgürlüklere sahip vatandaşlar olmaya rıza gösteriyorlardı.
Amerikan Kuzey-Güney savaşı, ekonominin bozulmasına, alım gücünün azalmasına, insanların dini duygularının zayıflamasına, kiliseye gidenlerin azalmasına, bunun aksine Ateismin popülaritesinin artmasına sebep olmuştu. Bazı eyaletlerde iç savaş sonu yenilgi sembolü olduğunu düşündükleri için Amerikan bayrağını asmayı reddediyorlar, konfederasyon bayraklarını asmayı tercih ediyorlardı. Hatta 15 yıl kadar da 4 Temmuz`u (Bağımsızlık Bayramı) kutlamayı bile reddetmişlerdi.
Mohammad Alexander Russel Webb 1846`de Presbiteryan kilisesine bağlı bir ailede, New York`un Hudson kasabasında dünyaya geldi. Üniversite eğitimini, o zamanlar Yale üniversitesine bağlı New York`daki Claverack yüksek okulunda İngilizce Gramer, Tarih ve Matematik konuları üzerine aldı.
Okulu bitirince mücevherat işiyle ilgilenmek üzere Chicago`ya gitti. Bütün varlığı Chicago büyük yangınında kül olunca Missouri `de, Unionville Republican gazetesinde, baba mesleği olan editörlüğe başladı. Sonra da St. Joseph ve St. Louis` de gazetecilik hayatına devam etti.
İslam`ı tanımaya doğru
Webb hiç bir zaman hristiyanlığa bağlı, onun bütün şartlarını kabul eden, tam anlamıyla boyun eğen biri olmadı. Kiliseye genç-güzel kızlarla arkadaşlık yapmak ve ayinden sonra onları eve bırakmak için gittiğini söyleyecek kadar hristiyanlıkla alakasızdı. Dahası, ailesinin de bağlı olduğu Presbiteryan kilisesine gitmeyi bırakmış, sırf daha güzel kızlar var diye Episkopal kiliseye gitmeye başlamıştı. Onun gözünde kilise aşağı yukarı bu türden bir ilişkiyle ibaret kaldı. Üçlü tanrı inancını akılcıl bulmadığı için, zaten çok da düşkün olmadığı Hristiyanlıktan, zamanla iyice uzaklaştı. Nihayet kilisenin ona öğrettiği hemen hiç bir şey olmadığını düşünerek, 1872 de hristiyanlığı tamamen bıraktı ve yıllarca hiç bir dine inanmadı. Bir süre oryantal dinlere merak salıp, Budist oldu.
Bu arada, pozitif bilimlerin cevap veremediği; “ölü ile diri insan arasındaki fark nedir, ağaç niye büyür, çiçek neden çiçek açar…” sorularına cevap bulmaya çalıştı. Theosophical society`ye (İlahiyat Cemiyeti) üye oldu, o zamanlar bu cemiyet Webb`in arkadaşları arasında oldukça popülerdi ve kuralları hayli insalcıldı; Bütün insanlar kardeştir, insanlar arasında renk, ırk, dil, din ayrımı yapılamaz, ancak cemiyet hiç bir dine mensup değildir. Esasen cemiyetin asıl amacı, Budismi ve Hinduismin öğretisini aşılamaktı. Fakat dinler arası mukayese yapılmasını da serbest bıraktığından oldukça geniş kitlelerce benimseniyordu.
O yıllarda Hindistan`dan Mirza Ghulam Ahmad, batıda ve Amerika da en bilinen ve saygın İslam alimlerinden biri olarak kabul ediliyordu ve üstelik batının İslam`la tanışmasında ve bilinmesinde en etkili adamlardan biri olduğu düşünülüyordu. Webb, Mirza Ghulam Ahmad`le, Amerikan gazetelerinden birinde bir makalesini okuduktan sonra yazışmaya karar verdi. Yazışmalarında Ghulam Ahmad` e İslam`a ilgi duyduğunu ve Hz. Muhammed`in (sav) öğretisini benimsediğini yazıyor, sorular soruyordu, ancak henüz İslamiyeti kabul etme aşamasında değildi.
Manila Konsolosluğu ve İslam`a Girişi
O sıralarda zamanın Amerikan başkanı tarafından, Filipinler`in başkenti Manila`ya Amerikan konsolosu olarak gönderildi. Manila`daki görevinin üzerinden henüz bir yıl bile geçmemişti ki, tek bir Müslümanla bile karşılaşmadan Müslüman olmaya karar verdi. Onun Müslüman oluşu, İslam dünyasında sevince, Batı dünyasında ise büyük bir şaşkınlığa sebep oldu. Webb müslüman olunca, karısı ve üç çocuğu da müslüman oldular.
Kendisine İslam`a girişini soranlara; “İslam`a girişim, yoldan sapmış bir düşünce, körü körüne bir saflık, ani duygusal bir dürtü değil, samimi, dürüst, önyargısız bir inceleme ve araştırma sonucu, gerçeği öğrenmeye aşırı istekten kaynaklanan bir karardır. Hristiyanlık modern bilmin sorularına yeterli cevaplar veremezken, tam tersine İslam çok daha ileri seviyede modern bilimin sorularına cevap vermeye muktedirdir” diyerek İslam`ı tesadüfen veya bir bunalım sonucu değil, bilerek ve isteyerek seçtiğini anlatıyordu.
Hindistan Müslümanları
Hindistan müslümanlarından ilk Budruddin Kur`la irtibata geçti. Kur bir gazetede, organize bir çalışmayla İslam`ın Amerika`da başarıyla anlatıbileceğini ve açık fikirli eğitimli müslümanların bu misyonu desteklemesi gerektiğini yazarak kamuoyu hazırlamaya, halkın Amerikan Misyonu için desteğini almaya çalıştı. Daha sonra Hindistanlı tüccar Hajee Abdulla Arab Manila`ya geldi ve Webb`le Amerikan misyonunun hazırlık çalışmalarını yaptılar. Hajee Abdulla Arab ile Webb`in vardıkları anlaşmaya göre, Hintli Müslümanlar, Amerika`da islami yaymak için, yaklaşık beş yıl süreyle maddi destek verecekler, bundan sonra misyon kendi ayakları üzerinde durabilecek noktaya gelecekti.
Bir müddet sonra Hindistan`dan kuruluş aşamasındaki desteğin sağlandığı haberi gelince, Manila`daki konsolosluk görevinden istifa edip Hindistan`a gitti. Hindistan`da gittiği her yerde halkın büyük tezahüratıyla ve ilgisiyle karşılaştı. Çeşitli toplantılara davet edildi, konuşmalar yaptı, Amerikan misyonununu anlattı. Ancak halkın yoğun ilgisine karşılık misyonun maddi kanadına destek verenlerde ilgisizlik, ihmallık ve lakaytlik görünce hayal kırıklıkları yaşadı. Bu ilgisizliğin sebebi “ paraları Amerika`ya göndereceğimize, fakir Hint halkına vermeliyiz” düşüncesinin hakim olmaya başlamasıydı. Kafalar karışmaya başlamıştı.
Amerika`ya dönüş, Amerikan Misyonu
1893`de New York`a vardı. Amerika`nın İslam` a sıcak bakacağını, eğer iyi anlatılır ve iyi yönetilirse, İslam`ın Amerikan ahlakına ve yaşayışına son derece uygun bir din olduğunu düşünüyordu. Kimseyi müslüman yapmaya zorlamayacak, onları düşünmeye sevkedecekti ve sadece düşünen, eğitimli insanlar üzerinde çalışacaktı. İyi yönetilen bir hareketle İslam`ı bir dünya dini yapma azmi ve kararlılığındaydı. “İslam dininin insanlığın ihtiyaçlarına cevap vereceğini biliyorum, o yüzden burdayım. Bu sistem tam olarak Amerika`da bizim aradığımız sistemdir.” diyordu. “Amerikan Misyon”u başlamıştı.
İlk işi Manhattan`da bir ofis açmak oldu. Ancak Hintli Müslümanların taahhüd ettikleri yardım gecikince maddi sıkıntılar yaşadı ve ofisini bir kaç kere taşımak zorunda kaldı. Hareketin merkez binası; kütüphane, okuma odası, ibadet odası, sohbet odası ve Kur`an eğitiminin de yapıldığı odalardan oluşuyordu.
Salon konuşmaları
Salon konuşmaları onun ideal sohbet ortamlarıydı. Kadın, erkek seçkin davetlilerin çağrıldığı bu salon konuşmalarında, İslam en güzel, en mahir, en detaylı şekilde konuşulup tartışılıyordu.
“ İslam insanı yücelten bir sistemdir; evrensel sevgi, evrensel iyilik, evrensel dostluk ve kardeşlik, evrensel yardım demektir ve insana zihnin, aklın, konuşmanın, davranışın doğruluğunu ve hiç bir dinde olmayan mükemmel bir beden temizliğini öğretir. İnsanı ne bu dünyadan soyutlar, ne de dini bir merasim haline getirir. Kişiye ne tövbe için vekalet vermeyi kabul eder, ne de mensuplarını günahlarının sorumluluklarını hafife almayı salık verir. İslam insanın her hareketinin, her düşüncesinin sorumluluğunu almasını ister. Çünkü İslam, içtenlikle, akıllıca ve kalpten inanıldığı müddetçe insanın eğilimlerini arındıran, onu yücelten, şerefli bir insanlığa yükselten tek dindir.”
Kaç kişiyi müslüman yaptınız sorusuna şöyle cevap vermişti; “Hiç bir zaman kimseyi Müslüman yapmaya çalışmadım. İnsanların müslüman olması için önce düşünmeleri lazım. Biz sadece düşünen insanların Müslüman olmaya karar verebileceğini düşünüyoruz. Halbuki bu insanlar henüz düşünmeye eğitimli değiller.”
Bugün olduğu gibi o günlerde de İslam korkusu, İslam düşmanlığı, bağnazlığı vardı. Öncelikle bununla mücadele etmeli, yanlış İslam düşüncelerini silmeliydi. “Bir Hristiyan oğlunu öldürdü ve bunu ona Tanrı`nın oğlunu kurban etmesini emrettiği için yaptığını söyledi. Tabi ki yakalanıp akıl hastanesine koyuldu. Ama hiç bir müslüman “Hristiyanlar çocuklarını Tanrı`ya kurban edip öldürüyorlar” demedi. Fakat bir Müslüman aynı işi yapacak olsaydı, batılı Hristiyanlar hemen hükmü verirler ve “Bu İslam inancının bir parçasıdır” derlerdi.”
“Batıda insanlara “İslam hakkında bilginiz var mı?” diye sorsanız size hemen “evet var” derler, ama bildikleri ve okudukları, misyonerlerin kitapları ve kaynaklarından ibarettir.”
Webb Amerika`da her evde bir İngilizce Kur`an tercümesi olsun düşüncesindeydi. Bunun için de maddi kaynak lazımdı. Amerikalılar İngilizce tercüme Kur`an`a büyük ilgi gösteriyorlardı ancak maddi imkanlar belini büküyor, talepleri karşılıyamıyorlardı. Osmanlı hükümetine ve Hintli Müslümanlara yardım isteğini iletti ancak nedendir bilinmez yardım gelmedi.
Bu arada misyonu lekelemek, karalamak ve ilerlemesini durdurmaya çalışanların dedikodu çarkları da dönmeye başlamıştı, Times gazetesi, Webb`in Hintli Müslümanlardan, 150 bin dolar alarak bir cami açtığını yazdı. Halbuki 150 bin dolar değil, gecikmeli olarak 10 bin dolar gelmişti ve cami dedikleri ise, binanın bir köşesindeki küçük bir odadan ibaretti. Her yıl misyon için 15 bin dolar ödemeyi taaahüt eden Hintli Müslümanlardan yılda sadece ve gecikmeli olarak 10 bin, toplamda 33 bin dolar gelecek ve bu da misyonun hareket kabiliyetini kısıtlayarak sonunu hazırlayacaktı.
İlk Dinler Parlemantosu ve Osmanlı şeref madalyası
1893 de Chicago da yapılan İlk Dinler Parlementosu`na tek Müslüman konuşmacı olarak katıldı. Şarkiyatçıların ve misyonerlerin İslam`ı anlattığı Dinler Parlementosu`nda, tek müslüman konuşmacı olarak İslam`ı temsil etti. Özellikle çok tartışmalı konulardan olan İslam`da çok evlilik ve İslam`ın batıda yanlış temsil edilmesiyle ilgili konuşmalar yaptı.
1901 de 2. Abdülhamid tarafından İstanbul`a çağrıldı. Kendisine İslam`a hizmetlerinden dolayı, Fahri New York Konsolusluğu ve şeref madalyası ile birlikte “Bey” unvanı verildi. Webb bu şerefe nail olan tek Amerikalı oldu.
Gazeteler, broşürler;
Kuzey Amerika`nın ilk islami basın organı olarak bilinen gazete, bir yıldan az yayınlandı. Maddi destek olmadığı için sadece sekiz baskı yapabildi. Aylık olarak çıkarılıyordu.
The Voice of Islam
Haftalık gazeteydi ancak çok az sayıda çıkarılabildi. Sonradan The Moslem World ile birlikte aylık olarak çıkarılmaya başlandı. Posta ücretiyle birlikte sadece 3 sent`e satılıyordu. Gazeteler 1893-1895 aralığında çıkarıldı. Kuzey Amerika`nın ilk islami yayınları olarak tarihe geçtiler. Bugün onlardan geriye sadece bir kaç nüsha kaldı, o kadar.
Ermeni meselesi
“The Armenian Troubles ve A Few Facts About Turkey” mecmuaları Webb`in Ermeni meselesinde Osmanlı`nın arkasında olduğunu, Ermeni katliamının aslı olmadığını ve Türkiye ile ilgili gerçekleri anlatan broşürlerdi. Webb Ermeni meselesinin arka planında, Osmanlı`nın, 2. Abdülhamid ile birlikte dış borçlarını ödemesi, modern fabrikaların açılması, ekonominin gelişmesi, okul ve hastanelerin açılması, Hicaz demiryolu…gibi gelişmelerinden rahatsız olan dış güçlerin olduğunu düşünüyordu. Broşürlerde Osmanlı`nın problemi reddetmediğini fakat ortada bir katliamın da mevcut olmadığını anlatılıyordu.
Misyon sona geliyor
Amerikan misyonu, Misyonun başlamasından üç yıl sonra maddi destek olmadığı için sona erdi. 2. Abdülhamid yardım etmeyi taahhüd etmişdi ancak bürokratik nedenler veya misyon hakkında çıkan asılsız iddiaların araştırılması nedeniyle midir bilinmez, çok geç kalınmış, son çırpınışlar da misyonun devam etmesine yetmemişti. Webb, bir daha Allah`tan başka hiç kimseden yardım istemeyeceğine yemin ederek köşesine çekildi.
Bu yolda son kuruşuna kadar harcamış, şehir dışında derme çatma küçük bir eve sığınmış, yakın çevresini kaybetmiş, itibarı zedelenmiş, ancak asla dininden taviz vermemişti. The Moslem World gazetesini misyonun sonra ermesinden sonra bile kendi imkanlarıyla dağıtmaya devam etti.
Son yıllarında New Jersey, Rutherford News` de yazmaya başladı. New Jersey demokratları, Amerikan kongresine adaylığını koymak istedilerse de kabul etmedi. 70 Yaşında şeker hastalığının ilerlemesi sonucu, hayata veda etti. New Jersey eyaletinin Lyndhurst kasabasında, Hillside mezarlığı`na gömüldü. Mekanı cennet olsun.
Son Söz;
Kitapda Webb`in Amerikan misyonunu gerçekleştiremesiyle ilgili, maddi destek alamayışı yanında, başka sebeplere de dikkat çekiliyor; Bu sebeplerden en önemlileri; Amerika`nın o yıllarda içine düştüğü ekonomik sıkıntılar, İslam düşmanlığı, İslam`ın yanlış anlaşılması ve Amerikan misyonunun düşmanlarıydı ki; çeşitli dedikodularla propaganda süreci zayıflatılıp yıpratılmış, gazeteler gönderilen destek yardımını abartarak duyurmuş ve misyona olan güven sarsılmıştı. Hindistan Müslümanları söylentilere inanmış göründü veya kendi halkına yardımı daha öncelikli buldu. Osmanlı söylentilere inanmasa da yardımda gecikti ve misyon sonra erdi.
Mohammad Alexander Russel Webb gibi aydınlar, canlarını dişlerine takarak ve herşeylerini ortaya koyarak, İslam`ın bu diyarlarda hakim olması için mücadele verdiler. Misyon o günlerde anlatılamadı veya anlaşılamadı. Ama tohum toprağa saçıldı bir kere. Bugün, o günlerde toprağa atılan tohumun filizlenmesine yardım etmek, 21. yy müslümanlarının omuzlarında ihmal edilemez bir sorumluluktur.
Rabia Yener
Cemaziyel Evvel 1440, Ocak 2019
Kitabı satın almak için; A Muslim in Victorian America: The Life of Alexander Russell Webb
KAYNAK akwa.us