Kemal Kılıçdaroğlu, ‘Alevi’ kimliğine vurgu yapmasa bile, çoktandır CHP sadakatini sorgulayan Alevileri partiye tekrar kazandırdı. Aleviler üzerine bina edilen siyasi projeler piyasadan elini eteğini çekmek zorunda kaldı. Yüzde 20’lik oy oranıyla bir iktidar alternatifi oluşturamayacak olması CHP üzerinde bir baskı kaynağıydı ve bu sonuç verdi. Her bakımdan tartışmalı bir kaset skandalı sonrasında, partide köklü bir varlığı olmayan Kılıçdaroğlu’nun bir işaretle liderliğe terfi etmesi ve sonrasında yaşananlar, parti seçkinleri için büyük bir yanılgı ve hayal kırıklığı doğurdu. “Köydeki çobanla profesörün oyunun bir sayıldığı” gerçeğinin idrak edilip edilmediği tartışmalı; ancak, daha fazla oy arayışı CHP’de taşların yerinden oynamasına yol açtı.
CHP’yi iktidara taşıyacak bir toplumsal taban arayışı Alevilerde karşılık buldu. Ancak Kılıçdaroğlu’nun göreve geldiğinden beri, tutarlı yeni bir siyaset ortaya koymamış olması aslında kavganın ideoloji ve siyaset farklılığından değil, kadro savaşlarından kaynaklandığını gösteriyor. Erbil yolunda yakaladığımız eski CHP Milletvekili Esat Canan, “Ben CHP’de bir değişiklik görmüyorum. Bir politika değişikliğine gidileceğine inanmıyorum. Mesela Kılıçdaroğlu Kürt sorununun çözümüne ilişkin somut bir öneri koymuş değil. SadeceParti Meclisi (PM) değişecek, patinin siyaseti değil. Parti içindeki ulusal eski zihniyet devam ediyor.” diyor.
Alevilerin geri dönmesi çok önemliydi ancak bunun parti içinde ‘komplikasyonları’ olabilirdi. Baykal’a yakın bir kişi, daha yakınlarda bize “CHP’nin bir Alevi partisi görüntüsü vermesi kabul edilemez.” demişti. Önder Sav ve Deniz Baykal gibi ‘Çerkez’ kökenli, partide laik Kemalist kanadı temsil eden iki ‘erk’in pasifize edilmesiyle, partinin asıl vurucu gücü Kemalist tabanın nasıl temsil edileceği merak konusu? 18 Aralık’ta PM için yapılan olağanüstü kurultayda genel başkanın tercihleri belirleyici olacak. Ancak Alevi milletvekillerinin Kılıçdaroğlu ile teşrik-i mesailerinin PM’ye nasıl yansıyacağı da merak konusu. Baykal döneminde parti yönetiminden uzaklaşan Alevilerin geri dönüşü bazı riskler taşıyor. Bunun ilk işareti ‘anayasa’ referandumu oylamaları sırasında Karadeniz’den gelmişti.
Bu yeni durum SHP’lileşme sendromu olarak da anılıyor. Yani partiden dışlanan ‘sosyal demokrat’ unsurların geri gelmesi tıpkı SHP tecrübesinde olduğu gibi zoraki birliktelikler ve peşi sıra bölünmelere yol açabilirdi. SHP’lileşme olgusu, mevcut kuvvetli Kemalist taban hesaba katılırsa aynı zamanda bir bölünmeyi işaret ediyor. Eski SHP Genel Sekreteri Mustafa Timisi yeni dönemde Kemal Kılıçdaroğlu’nu bir şans olarak görüyor ve onun, PM Kurultayı’ndan sonra başörtüsü ve Kürt meselesiyle ilgili daha cesur adımlar atabileceğini söylüyor. 1985-86 yıllarında SODEP-Halkçı Parti birleşmesinde, Erdal İnönü’nün genel başkan olduğu süreçte genel sekreter olan Timisi, kendisi hakkında “Bir Alevi genel sekreter oluyor!” denilerek endişelerin dile getirildiğini hatırlatıyor. Kökleri eski bir tartışma bu; “CHP, SHP’lileşmeli bence. SHP yönetiminde korku yoktu. Geniş şemsiye içinde olup bitiyordu işler. Ben başka çıkış yolu görmüyorum.”
CHP için olağanüstü olaylarla geçen 2010’un son ayında, PM kurultayı öncesinde Ankara kulislerinde bir sessizlik hâkim. Kapısını çaldığımız CHP’lerin suskunluğu dikkate değer. Kimse elindeki kartı açmak istemiyor. 18 Aralık tarihine kadar konuşmamaya yemin etmiş bir CHP’li kitle var. Bu dönemde edilecek her sözün şahsi menfaatlere ve grup menfaatlerine uygun kaçmayacağı düşüncesi hâkim.
CHP’de belirgin üç ayrı grup var ve üçü de bağımsız hareket ediyor. Baykal ve Sav arasındaki sürpriz yakınlaşmanın bir süre sonra Baykal ve Kılıçdaroğlu birlikteliğine dönüşmesi şaşırtıcı olmaz. Son aylarda CHP önde gelenleri arasında yaşanan mücadele, tarafların baltaları gömmesiyle hallolmuş gibi gözükse bile üç vakte kadar yine bir meydan muharebesine girişilmesi kaçınılmaz. CHP’de yaşanagelen krizin yatışması değil artarak daha derinden devam etmesi söz konusu. Çünkü ne yeni lider olağan şartlar içinde geldi ne de gidenler siyasetin genel kuralları içinde gitti. Önder Sav’ın tasfiyesinde yargının hayat öpücüğü unutulabilir mi? Komplo kasetinin domino etkisini hâlâ büyük bir merakla izlemekteyiz.
Bir görüşe göre AK Parti döneminde ‘siyaset’in koyduğu ağırlık ve son referandum, varlığını kurulu rejime göre konumlandırmış partileri dönüşüme zorladı. CHP bu zorlamanın göbeğinde duruyor. Partide olup bitenler sadece kendi iç dinamikleriyle açıklanamaz bu nedenle. Kendilerini Cumhuriyet’in asıl sahibi olarak gören bir avuç elit için bu parti yegâne bir siyaset merkezi. Beyaz Türk’ün bütün siyasi hedeflerinin billurlaştığı tek adres de CHP görülüyor. Bu taşınması kolay bir misyon değil. Ana muhalefet partisi, 8 yıllıkAK Parti iktidarında ‘imtiyazlı sınıfları’ tatmin etmedi. Bu nedenle CHP üzerinden yeni senaryoların denenmesi kaçınılmazdı. Beyaz Türk’ün siyasi oyuncağı olmaktan kurtulamayan ana muhalefet partisi, taban hareketlerine dayanan bir değişimle değil, tavanın dar koridorlarında bir itiş kakışla gündeme geliyor.
CHP ile ilgili tavan ve taban analizleri dikkate değer. SODEP’in kurucuları arasında yer alan Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Kemal İnan, Türk eğitim sisteminin meyvelerini verdiğini düşünüyor; “Kendi okul arkadaşlarımdan görüyorum, Robert Koleji mezunları var. Bilhassa kadınlardan geliyor bu tavır. Korkunç bir Kemalist eğitim aldık, bu eğitilmiş kesim kayda değer bir yenilik üretemiyor. Çağdaş uygarlık tekerlemesini söylemekten başka bir şey yapmıyor. Kemalist kesim Batı’yı tanımıyor. Tabanda sorun var.” diyor. İnan’a göre Kılıçdaroğlu’nun söylemi Ecevit ve İnönü’den çok uzak, onların nezaketi CHP’nin yeni genel başkanında yok; “Kılıçdaroğlu’nun kullandığı dile bakıyorum, bir cümle sonra sanki küfredecek. Bu kadar yetersiz, bilgisiz bir parti lideri olur mu? Hiçbir şekilde değişeceğine inanmıyorum. Militarist bir CHP var. Kurultaydan hiçbir şey çıkmayacak.”
“Umut etmek için bir ihtimal var.” diyen de var. Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi Direktörü Prof. Fuat Keyman’a göre CHP’den hâlâ umut edebiliriz. CHP tabanını ‘endişeli ama demokrat modern’ ve ‘dışlayıcı modernler’ şeklinde tasnif ederek bunu izah ediyor: “Laik orta sınıflar içinde, AKP’ye alternatif olacak ve seçim kazanacak bir CHP’nin, ancak toplumu kucaklaması ve laiklik ilkesi ile sosyal demokrasiyi birleştirmesiyle mümkün olabileceğini düşünen bir kesim vardır.” Yeni CHP düşüncesinin, ana toplumsal tabanını bu grup oluşturuyor ve Kemal Kılıçdaroğlu bu grubun temsilcisidir. Ancak CHP tabanında çoğunluğu teşkil eden, Keyman’ın ‘dışlayıcı modernler’ diye ifade ettiği, Önder Sav ve Deniz Baykal’ın başını çektiği Kemalist taban vardır bir de. “Bu kesim, CHP’nin laik rejimi koruma siyasetini, içinde taşıdığı tüm antidemokratik ve farklı kimlikleri dışlayan eğilimlere rağmen destekledi.” tespitinde bulunuyor Keyman. Asıl kavga da AB karşıtı, içe kapanmacı ve demokrasi dışı temayülleri olan bu ‘dışlayıcı modernlerin’ etkisinin azaltılması uğraşından kaynaklanıyor. Ona göre mesafe alınmadığı söylenemez.
1990’lardan itibaren korku ve endişeler ile ayakta tutulan CHP tabanı bir ‘çelik çekirdek’ gibidir. Alper Görmüş’e göre CHP’den gelen her ‘özgürlükçü’ adım çağdaş-laik-kentli çelik çekirdeğe çarpıyor. Tabandan gelmesi gereken değişim talebi bu nedenle tersten işliyor. Yani CHP yönetiminin özgürlük adına attığı her adım ‘granitten bir kaya sertliğindeki tabana çarpıp geri dönüyor.’ Öte yandan CHP bütününü temsil eden bir lider ya da ekipten söz edemiyoruz. Batı illerine sıkışmış CHP ‘çelik çekirdeği’ aşıp doğuya açılabilir mi? Bunun siyasi riskini Kılıçdaroğlu taşıyabilir mi?
Kılıçdaroğlu’nun hesapkitap içinde olduğu anlaşılan inişli çıkışlı siyasi demeçleri, onu CHP genel başkanlığına taşısa bile, geniş kitleleri etkileyecek bir vizyondan henüz bahsedemeyiz. CHP elitleri ulusalcı-laikçi söylemleriyle öyle bir siyaset inşa etti ki, şimdi o siyaset yeni CHP’nin elini kolunu bağlıyor. Ülke sathına yaydıkları korkularla mücadele etme sırası CHP’de. Kürtlerin haklarından bahsetmek bölücülük, başörtüsü hürriyetinden söz açmak irtica sayılmayacaksa CHP’nin kemikleşen Kemalist seçmenini hayali korkular konusunda ikna etmesi gerekiyor. Ki bu hiç de kolay değil. Eğer bu başarılabilirse Keyman’ın ‘demokrasi için hâlâ bir şans var’ vurgusu anlam kazanacaktır. Eğer CHP’de dengeli bir PM ve yönetim kurulamaz, sert ulusalcı-laikçi kesimlerin demokratikleştirilmesi mümkün olmazsa, iki üç ayrı farklı hizbi temsil eden partinin ortaya çıkması kaçınılmaz. Tam da bu yüzden üç grup arasında mücadele had safhada olmasına rağmen parti bütünlüğünün korunma kaygısı, hesaplaşmanın ertelenmesine yol açıyor.
KILIÇDAROĞLU’NUN SAHNESİ
Kılıçdaroğlu ‘sahne’ye Melih Gökçek ve Dengir Mir Mehmet polemikleriyle çıktı. Tanınan bir kişi değildi. Rakipleri onun hayati suçlamalar yaparkenki soğukkanlılığı karşısında şaşkındı. Her sahada ‘yenik’ düştüğünü düşünen partililer nezdinde Kılıçdaroğlu itibar kazandı. Televizyon polemiklerinde rakiplerine fark atan ya da böyle olduğu kamuoyuna yansıtılan birisi vardı. Peşi sıra İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı adaylığı geldi. İstanbul’da CHP kazanamadı ama bugünlere gelmesine yol açan moral desteği aldı. Yerel seçimlerden bugüne gelen çalkantılı dönemde CHP’ye damgasını vurmakta olan iki kişi İstanbul’da kazanamadığı hâlde başarılı sayılan Kılıçdaroğlu ve Tekin’di. Seçimler esnasında CHP liderini izleyen bir gazeteci, “Hayret verecek derecede peynir ekmek yer gibi suçlamalarda bulunabiliyordu.” diyor.
Kılıçdaroğlu’nun CHP içinde yol alması ancak büyük çelişkilerle mümkün olabildi. Dersim tartışmalarında Onur Öymen’in karşısında durduğu günün ertesinde hiçbir sorun yokmuş gibi yoluna devam etti. “Türban meselesini biz çözeceğiz.” dedi mi demedi mi hâlâ anlaşılmış değil; ama çözeceklerine dair beyanatları kadar “Hayır ben öyle söylemedim.” türü beyanatları da bir yekûn tutuyor. Referandum gezilerinde Tunceli’de “Siz ‘hayır’ deyin gerekirse ‘genel af’ çıkartırız” sözünü verdi. Bunun arkasını getirmediği gibi parti içinden ve dışından gelen tepkilerle böyle bir şey söyleyip söylemediği bile önemsiz hâle geldi. Kaset komplosundan sonra ‘aday olmayacağını’ açıkladığından birkaç gün sonra genel başkan adayı olarak arz-ı endam etti. Bu listeyi uzatmak mümkün. Kılıçdaroğlu, dalgalı denizde yol alan usta bir denizci mi, yoksa meslekten gelme bir hesap kitap adamı mı? Ankara kulislerinde Kılıçdaroğlu’nu anlamak için onun ‘hesap uzmanlığı’ geçmişine dikkat çekiliyor. Deniz Baykal’ın bir kaset skandalı, Önder Sav’ın da bir ‘yargı kararı’ ile partiden tasfiye edildiği düşünülürse her şeyin partinin bilinen kadroları arasında geçen bir mücadele olmadığı da açık.
SENİ PM SENİ PM!
CHP niçin Parti Meclisi (PM) kurultayına gidiyor? “Parti Meclisi’ne hâkim olan partiye de hâkimdir” gerçeği, Kılıçdaroğlu’nu harekete geçirdi. Zira, mevcut PM, Önder Sav’ın imzasını taşıyordu ve partinin siyasete ilişkin kararlarından milletvekili seçimlerine kadar yetkili olan bu kurulun Sav kontrolünde olması bir sorun teşkil ediyordu. Bir televizyon programında CHP politikalarını Sav çizgisinde savunan PM üyesi Korkmaz Karaca’nın Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin tarafından canlı yayında azarlanmasıyla sonuçlan bir kriz söz konusuydu. Sav-Kılıçdaroğlu arasındaki PM krizi bir televizyon programında ortaya çıkmıştı. Aslında Sav-Kılıçdaroğlu ayrılığından bugüne Parti Meclisi toplanamıyordu. Bu gerilim Sav’cı PM’nin parti yönetimini belirleme yetkisinden kaynaklanıyordu. Bu süreç kurultayla yeni bir boyut kazanacak.
PM kurultayında blok liste mi, yoksa çarşaf liste mi olacak? Blok liste Kılıçdaroğlu’nun liderliğinin tescili anlamına geliyor. Çarşaf listeden murat edilen ise Kılıçdaroğlu’nun partiyi ‘ele geçirmesi’ni önlemek ve CHP’deki değişimin ‘asıl mimarı’ sayılan Gürsel Tekin gibi isimleri saf dışı bırakmak olabilir. PM Kurultayı’na gidilmesinde Tekin’in etkisi olduğu düşünülürse, ‘çarşaf’ listeye izin verilme ihtimali zayıf gözüküyor. Çarşaf liste bir meydan okuma olacağından, şimdilik kimsenin bu cesarete sahip olmadığı söyleniyor. Önder Sav ve Deniz Baykal’ın delegeler üzerinden yürüttükleri kulislere karşılık alternatifsizlik sebebiyle Kılıçdaroğlu’nun “Ben hazırlayacağım!” dediği listeye rıza gösterileceği söyleniyor. Kılıçdaroğlu’nu köşeye sıkıştıracak ya da tasfiye edecek bir PM Kurultayı çok daha büyük bir krize yol açacağından seçim öncesinde kimse böyle bir şeye yeltenmek istemiyor.
Öte yandan belirli bir çoğunlukta blok liste yapabileceği ihtimali olsa bile delegenin yeni yönetime şans verme eğilimi ve ‘genel başkan’lık makamının etkinliği nedeniyle böyle bir yola girilmesi beklenmiyor. Erdal İnönü dönemindeki SHP Genel Sekreteri Mustafa Timisi tabandaki başarı açlığının PM Kurultayı sonucunu da etkileyeceğini düşünüyor: “CHP tabanı, partiye oy veren kitleler yılların başarısızlığının ezikliği içindeler. Ve örgütlerde görev almış kişiler geçmiş politikalarla böyle bir yere varılamayacağını görüyor. Kemal Bey’le ve şartların getirdiği konjonktürle birlikte başarı umudu var. Taban bu umudu destekleyecektir. Bu destek karşısında parti içi iktidar oyunlarına kendini bağlamış insanların etkinlikleri olmayacaktır.”
Muhalifler bakımından şöyle bir temayülden söz ediliyor. Partide ipleri eline geçirmeye başlayan Kılıçdaroğlu’na PM’yi blok liste ile belirlemesine izin verilecek, yaklaşan seçimde CHP’nin muhtemel mağlubiyeti beklenecek ve asıl huruç hareketi o zaman başlayacak. Seçimlerde yüzde 30’un altındaki her oran başarısız sayılacak. Bu görüş ‘partinin asıl sahipleri’ retoriğine dayanıyor. Kılıçdaroğlu yarım sezonluğuna kiralanmış bir futbolcudur. Başarılı olursa kadroya alınacak. Baykal ve Sav kendilerini kulüp başkanı gibi görmekte ve kiralık oyuncunun takımın başına getirilmesine ses çıkarmamaktadırlar. 2011 seçimlerinde yüzde 30’un altında kalınması hâlinde ‘asıl sahip’ler devreye girip mevcut genel başkanı başarısız ilan edecek. Öte yandan Sav’la Baykal’ın sık sık görüştüğü, delegelerle sıkı diyalog hâlinde ama tam saha pres konusunda mütereddit oldukları yönünde bir görüş hâkim. 80 kişilik PM listesi hazırlanırken Kılıçdaroğlu’nun Sav ve Baykal’la görüşmeleri sürekli ileriye atması bu ikilinin manevra alanını daraltıyor. 80 kişilik PM listesinde 15-25 arası bir sayıda Sav ve Baykal taraftarlarına yer verileceği konuşuluyor.
CHP’de taktik savaşları, ideolojik gözükse bile şimdilik koltuklar üzerinden ilerliyor. Gürsel Tekin’in etkinliği arttı ancak Kılıçdaroğlu’nun daha önceki yol arkadaşlarına yaptığını Tekin’e de yapması ihtimal dışı görülmüyor. Partide yalnız bir adam olduğu için öne çıkarılan, Önder Sav operasyonu sırasında kendi yanında adam bulmakta zorlanan Kılıçdaroğlu, gücünü pekiştirdiğinde pekâlâ Tekin’i de yolcu edebilir. Parti içinde güven telkin etmeyen lider geleneği elbette onunla başlamıyor. Baykal’ın da siyaset yapan arkadaşlarını zamanla yanından uzaklaştırdığı biliniyor. Kılıçdaroğlu’nun bu yola gidip gitmeyeceği, Gürsel Tekin’le ilerleyen zamanlarda nasıl bir yol arkadaşlığı yapacağı ile ilgili.
Kaynak: Aksiyon
Aleviler mi Ulusalcılar mı?
Kemal Kılıçdaroğlu, ‘Alevi’ kimliğine vurgu yapmasa bile, çoktandır CHP sadakatini sorgulayan Alevileri partiye tekrar kazandırdı. Ama...
CHP’de kadrolar mı, yoksa ideolojiler mi savaşıyor? Aslında ideolojiler ve kadrolar arasında çok büyük farklılıktan söz edemiyoruz. Alevilerin dönüşü ve Kemalist çekirdeğin sahipsizliği hariç...