Akif Beki ile söyleşi

Akif Beki, Başbakan sözcülüğünden ayrıldıktan sonra ilk röportajını Nuriye Akman'a verdi. Beki, üç buçuk yılı değerlendirdi, söyleşi bir maça dönüştü, Başbakan sözcülüğünden ayrıldıktan sonra ilk röportajını Nuriye Akman'a verdi. Beki, üç buçuk yılı değer


Başbakan Tayyip Erdoğan'ın basın sözcülüğünü yaptığı üç buçuk yılın ardından, asıl mesleğine dönen Akif Beki, Radikal Gazetesi'nde köşe yazarlığı, Kanal 7'de programcı, Kanal 24'de de siyasi yorumcu ve danışman olarak çalışıyor.

Başbakanlık'tan ayrıldıktan sonra ilk kez bir gazeteye söyleşi veriyor. Doğrusunu söylemek gerekirse biz konuşurken çok eğlendik. Röportajı bir maça dönüştürmesi hoşuma gitti ve sonuna kadar canla başla top koşturdum. Skoru ben ilan etmeyeyim, siz okurlara bırakayım. Ayıp olur şimdi ev sahibi olarak ben kazandım dersem! Şaka bir yana, sözcülük nasıl bir iştir ve Beki son üç buçuk yılı nasıl yaşamıştır, merak ediyorsanız bize katılın. Hem bilgi, hem kahkaha vaat ediyorum size...

-Bu söyleşide belki her doğruyu söylemeyeceksiniz. Ama söyleyeceğiniz her şeyin doğru olacağına yemin eder misiniz?

-Her zaman doğrunun tamamını söylemeyebilirim. Ama benden duyacağınız şeyler sadece hakikatler olur.

-Gazetecilerle ilişkinizde elinizde daha çok havuç mu oldu, sopa mı?

-Ne havuç, ne sopa. İster inanın, ister inanmayın hiç böyle bir psikoloji ile hareket etmedim.

Bir kurallar sistemi getirdik ve bu kuralları uygulamaya çalıştık. Bu kuralların uygulanması bana göre ne havuç, ne sopa anlamına gelir.

-Gazetecileri bazen yaptıkları haberler nedeniyle amirlerine şikayet etmek sopa değil mi?

-Anlatım biçimleri diye bir şey var. Görme biçimleri de var. Bir yaprağın ağaç dalından düşüşünü bile bilmem kaç farklı şekilde anlatabilirsin. Nerede durduğunuza, nereden baktığınıza, kelime dağarcığınızın ne kadar olduğuna bağlı olarak. Bir durum olarak söylenen doğru, yani yeri geldiğinde ben de bir takım kanaatlerimi söylemişimdir. Bunu şikayet olarak nitelendirmek isteyen varsa buyursun yapsın. Ama görev yaptığım süre boyunca hiç kimsenin işinden edilmesini talep etmedim. Hiçbir koşul altında böyle bir şeyi ima dahi etmedim. Ama haksızlığa uğradığımız zaman, mesela bir gazetenin haberinde bizle ilgili çok ciddi bir maddi hata, hatta onun arkasında başka bir niyetin ürünü olabileceğine dair verilerim varsa bunları kiminle konuşacağım? Tabii ki o gazetenin Ankara temsilcisiyle, tabii ki o gazetenin genel yayın yönetmeniyle. Bunu yaptım. Başka türlüsü zaten mümkün olamazdı.

-Bazı köşe yazarlarını arayarak, başbakanlıkta ya da partide hoşlanmadığınız insanlar hakkında yazı malzemeleri verdiniz mi, vermediniz mi?

-Garezi olanlar hariç, beni tanıyan, bilen hiç kimse böyle bir şey söylemez.

-Yazarları başbakanın ya da kendinizin hayrına hiç yanılttınız mı?

-Gerçeğin tamamını söylememiş olabilirim. Bu bir yanıltmaysa evet. Ama bile bile asla yalan söylemedim.

-Yalan haber yaptıklarını iddia ederek bazı gazetecilerin akreditasyonlarını iptal ettirdiniz. Bunu isteyen başbakan mıydı, yoksa siz kraldan çok kralcı mı oldunuz?

-Sorumlusunu arıyorsanız o benim. Bu fikir bir ihtiyaçtan doğdu. Akreditasyon esaslarını biz arkadaşlarımızla birlikte çalışarak belirledik. Akreditasyon iptali hiç yapmadık. Askıya aldığımız oldu. Akreditasyon kartlarını yenileme sırasında akreditasyon kriterlerini ihlal eden arkadaşların kartlarını yenilemedik. Sadece yalan haberden değil. Çeşitli kriterler ihlal edildi. Yalan haber bunlardan biridir.

-Akreditasyonu iptal edilen yedi gazeteciden biri sizi mahkemeye verdi. Siz mahkemeye sunduğunuz savunmada "yapılan bir haberin gerçek olsa dahi kişi veya kuruluşlarca yalan olduğu ileri sürülebilir. Bu bir kanaat açıklamasıdır" dediniz. Bu çok akla ziyan bir açıklamaydı. Demek ki siz gerçek haberleri de yalanlamışsınız

-İşte mesela bu yalan haberdi. Ben mahkemeye hiçbir şey söylemedim ki böyle bir şey söylemiş olayım. Mahkemeye bir cevabi dilekçe verildi. Bu cevabi dilekçeyi veren ben değilim, avukatım. Verdiği bir hukuki mütalaa. Orada tekzibin hukuk karşısındaki hükmü nedir, bunu anlatır. Devamındaki cümle şudur: Özellikle de bir haberde hiçbir gerçeklik payı yoksa onu yalanlayanın kanuna aykırı hareket ettiği iddia edilemez. Avukatım bunları belli bir haber için söylemiyordu. Olayın devamında da verdiği cevabi dilekçenin yüzde sekseninde dava konusu haberin yalan olduğuna dair delilleri var. Şimdi bu haberi yaptıklarına göre bu metnin tamamını gördüler demektir. Bunu bile bile benim böyle bir şey söylediğimi iddia edebildiler. Bunu hatta mahkemeye tuhaf açıklama diye verdiler.

-Avukatınızın sözlerinin altına siz de imzanızı atmaz mısınız?

-Avukatım, o hukuki mütalaayı mahkemeye vermeden evvel görmedim. Doğrusunu istiyorsanız görmek isterdim. Görseydim kuvvetle muhtemel hukuken bunu söylemeye ihtiyaç var mı derdim. Sonuçta beni ikna da edebilirdi.

-Sizin yalanladığınız haberler de sadece bir kanaat açıklaması olup, aslında yalan olmayabilir yani.

-Teorik olarak bu mümkün. Ama biz yaptığımız yalanlamalarda özenli bir dil kullandık. Gerçeğin tamamını her zaman kamuoyu ile paylaşamamış olabiliriz. Ama hiçbir zaman gerçeğin yüzde yüz hilafına olanı söylememek için özenli davrandık. Ben bana verilen bilgiler üzerine hareket ettim. Devletin organlarını da içine alan diyelim bir hadise söz konusu. Başbakanlık ofisi ya da sayın başbakanı doğrudan ilgilendiren bir haber çıktı diyelim. Ben o haber çıktığında olayın aslına vakıf olan birim olmayabilirim. İlgililerine sorarım bu işin aslı nedir diye. Onlardan aldığım bilgi doğrultusunda hareket ederim.

-Yanıltılmış olabilir misiniz yani?

-Hayır. Bilinçli olarak yanıltıldığımı hiç düşünmedim. Tabii yalanlamanın aşamaları var. Bir bilginin tamamını kamuoyu ile paylaşamıyorsak ama o bilginin kamuoyuna yansıyan kadarını da doğrulamamızda zorluklar vardır. Sonuçta devlet işi söz konusu. İçeriyi, dışarıyı ilgilendiren, güvenlik konusunda hassasiyeti olan, operasyonel boyutu olan bir takım işler olabilir. Haber aslında doğruysa ama biz doğrulayamıyorsak, bize sorulduğunda ben o konuda bilgi sahibi olmadığımı söylemişimdir. Bir haberi doğrulayamadığımızı söylemekle o haberin büsbütün yalan olduğunu söylemek arasında fark var.

-Başbakanlık muhabirlerinin yalan haber yapabileceğine inanamıyorum. Hani magazinde olur belki de...

-Başbakanlık basın merkezinin sitesine bir girip bakın isterseniz yalan haberleri. (www.bbm.gov.tr) Bu muhabirler arası rekabetten de kaynaklanabilir. Mesela en çok karşılaştığım şey. Başbakan yabancı bir devlet başkanıyla ya da başbakanıyla telefonla görüşme yaptı. Bu telefon görüşmesi ile ilgili biz, muhabir arkadaşlara yazılı ya da şifahi olarak belli başlıkları verip, şu şu konuları ele aldılar, şöyle bir görüşme oldu. Biz aradık, onlar aradı der, noktayı koyardık. Fakat ertesi gün gazetelerde diyaloglar okurduk. Senaryolaştırılmış. Sinopsis yazar gibi, o bunu dedi, bu bunu dedi gibi, olsa olsa mantığı çok yaygın maalesef. Yani Chirac'ın ofisinden o diyalogları almış olamayacaklarına göre, bizden de almadıklarına göre uyduruyorlardı. Kaldı ki ben her seferinde o görüşmelerin tutanaklarına ulaşabilen biriydim.

-Doğan grubu gazetelerin yaptıkları pek çok haberi yalanladınız. Yalan haber yaptıkları doğruysa, ne işiniz var bu grupta sizin?

-Biz kurumsal akreditasyon uygulamadık başbakanlıkta. Ben şahsen kurumsal akreditasyona da karşıyım. Dolayısıyla gruplara yönelik bir tavır söz konusu değildi akreditasyon uygulamamızda. O sebeple bir tenakuz olduğu anlamına da gelmez, ayrıldıktan sonra oraya geçmem.

-Peki, başbakanın kavga ettiği bir patrondan maaş almak nasıl bir duygu?

-Hiç öyle düşünmedim. Bana ayrıldıktan sonra birçok yerden teklif geldi. Çok dostluk gösterildi bana gerçekten. Sabah-atv hariç, bütün gruplardan teklif aldım.

-Ergun Babahan hala Sabah'ın başında olsaydı belki oradan da alırdım diyorsunuz!

-(Gülmeler) Süper goldü, kabul ediyorum. Dolayısıyla birçok gazete ve televizyon seçeneği vardı önümde, bir seçim yapacaktım. Ben daha evvel Kanal 7 Ankara temsilcisiyken, henüz başbakanla çalışmaya başlamadan, benim dizi yazı yazdığım, İsmet Berkan ile ta Yeni Yüzyıl zamanından tanışırız. Ben telif ile oraya işler yapmıştım. Radikal'de de ara ara dizi yazılarım çıktı. Dolayısıyla dönüp baktım. Bir defa İsmet ile arkadaşlığımız var. Kendini rahat hissetmek önemlidir bu işte. Niye Radikal? Çünkü mahalleleri birleştirelim istedim.

-Kendinizde bu kadar büyük bir güç mü vehmettiniz yani?

-Skor tahtasına bir puan daha yazdık. (Gülmeler) Bu güç vehmi değil. Herkes kendi çapında böyle bir sonuca varabilir. Ben sonuçta geçmişim sebebiyle bir yerde duruyorum. Muhafazakar bir aileden geliyorum ama bizim mahalle de hiçbir zaman heterojen olmadı. Hep bir aradaydık, iç içeydik. Apartmanlarda da, sokaklarda da. Bu mahalle baskısına ondan, başından beri kuşkulu davrandım. İstedim ki bizim medya alemi de ayrışmasın. Geçmişte ayrı durmuyorduk. Ben Kanal 7'nin Ankara temsilcisiydim. Radikalde yazabiliyordum. Yeni Şafak'ın ilk kurucu ekibindenim ama Yeni Yüzyıl'da da çalıştım, Daily News'te de çalıştım. Zaman'da da çalıştım. Filanlar falan tarafta, falanlar da filan tarafta gibi kategorik algılamalara karşıyım. Buna karşı olduğumu da fiilen göstermiş oldum. Bir sebebi budur. Maaş meselesine gelince de ben yapılan iş tekliflerinden birini seçtim. O kurumdan maaş alıyorum. Tabii ki o kurumun bir patronu var. Benim cebime gazetenin patronu para koyuyor diye düşünmüyorsunuz. Bir iş yapıyorsunuz, karşılığını alıyorsunuz. O çok acıtıcı olur. Öyle ifade etmek de acıtıcı yani.

-Burada topu bana çevirip, bir gol atmanızı beklerdim, yapmadınız.

-Kadın olmanıza verelim.

-İşte bakın bu kötü bir laf. Hiçbir zaman kendimi kadın yazar diye düşünmedim, kadın sıfatını hiç kullanmadım.

-Ayrıcalıkları var, yararlanabilirsiniz.

-Buna ihtiyacım hiç yok. Ama şu sorunun cevabına var: Radikal'de Namık Kemal Zeybek var, Hasan Celal Güzel var. Radikal'in muhafazakar kanadında eksik mi vardı? Varlığınız ne kattı oraya?

-Bu sorunun muhatabı İsmet Berkan'dır. Gazetede bir ihtiyaç tespit etti de bana teklifte mi bulundu, bu soruya ben cevap veremeyeceğim. Ben bana yapılan teklifler içerisinden, gazete olarak Radikal'i seçtim. Ama televizyon olarak da Kanal 7'de haftalık bir program yapacağım. Ve Kanal 24'te de politika danışmanı olarak ekran yorumcusu oldum. Dolayısıyla ben bu kurumlarda eksiklik tamamlamaya gelmedim. Bana yapılan teklifler arasından kendimce bir denge kurdum.

-Aydın Doğan da istemiş midir sizi?

-Aydın Bey ile konuşma imkanımız olmadı. Fakat Aydın Bey'in bu durumdan hoşnut olduğunu biliyorum.

-Ertuğrul Özkök ile Sedat Ergin hoşlanmışlar mıdır bu işten?

-Kendilerine sormak lazım. Birinin hoşnutsuzluğuna tanık olmadım. Ötekinden haberdar değilim.

-Sedat Ergin ile aranız nasıldır?

-Sedat Ergin ile Hürriyet'in Ankara temsilciliği zamanında, ben de Kanal 7'deydim. Zaman zaman görüşürdük. Daha sonrada, ben bu göreve geldikten sonra da konuştuk. Ters düştüğümüz, görüşlerimizin uyuşmadığı olmuştur. Benimle ilgili en çok eleştirilerin çıktığı gazetelerden biri Milliyet'tir. Bunlara rağmen Sedat ile insani diyaloğumuz devam etti. Gerçi sözcülükten ayrıldıktan sonra beri arayıp tebrik etmeyen eski tanıdıklarımdan tek kişi Sedat Ergin oldu.

-Radikal'e hoş geldin demedi diyorsunuz?

-Ben başladıktan sonra Milliyet'te bir takım imzasız kulis haberleri yayınlandı. Onu Sedat Ergin'in Radikal'e gelişimde hoşnutsuzluğuna mı vermek lazım, bilmiyorum. Ama bunu önemsediğimi söyleyemeyeceğim.


-Sözcülüğünüz döneminde Hürriyet'ten çok Milliyet ile mi sorun yaşadınız?

-Evet. Ama Hürriyet'te de Ertuğrul Özkök ile Enis Berberoğlu ile tartışmadığımız zamanlar olmadı asla diyemem. Onlarla her konuda çok iyiydik diyemem. Önemli olan şu: Hep belli bir mesafeyi, profesyonel ilişkiyi koruduk. İlişkinin profilinin çok düştüğü zamanlar oldu. Çok yükseldiği zamanlar oldu. Onlar Hürriyet Gazetesi olarak başbakanlık makamına o asgari saygıyı gösterdiler. Milliyet'te de bizim tepki gösterdiğimiz, tekzip ettiğimiz şeyler oldu. Orada da durum daha farklıydı.

-Başbakanın medya ile ilişkilerini nasıl yorumluyorsunuz?

-Bu konuda medyatik hazım sorunu diye bir yazı yazdım. Başbakanın medya ile ilişkilerini med-cezir'e benzettim. İktidar medya ilişkileri genellikle gel-gitlidir.

-Bu sefer sadece gel gel'ler var galiba.

-Bu sefer geldi gitmiyor. Sorun o. Gel-gitli olması iktidar medya ilişkilerinin doğaları gereğidir. Çünkü medya ile iktidarın doğaları arasında çözümsüz bir çelişki vardır. Her zaman gelgit olur. Eğer gelip gitmiyorsa, med ya da cezir hallerinden birinde sabit kalıyorsa, işte ben o zaman buna sorun derim.

-Basın sözcülüğü döneminizde Tayyip Bey'e "Sayın başbakanım biraz daha sakin olamaz mısınız? Haklıyken haksız duruma düşüyorsunuz" diyebildiniz mi?

-Geçmişte mutfakta olup bitenleri, içeride konuştuklarımızı, o işi bıraktıktan sonra bugün gelip de dışarıdan o diyalogları aktarmayı ben ahlaki bulmuyorum. Konuşulması gereken bir sürü şey olmuştur. Bunlar da tabii ki konuşulmuştur.

-Başarılı olamadınız ama bu konuda.

-Medya iktidar ilişkilerinde bir sorun varsa, bunda bir başarısızlık çıkarılacaksa benim payıma da düşer. Başbakanın geçenlerde bir miting dönüşü uçakta meslektaşlara söylediği bir şey var. bu boykot meselesi gündeme geldiğinde. Ben herhangi bir grubu söylemedim diyor.

-Ama inandırıcı değil ki bu.

-İsteyen istediği gibi düşünür. Ama meseleyi böyle koymuş olmasının altını çizmek isterim. Ben yalan habere kategorik olarak tavır alıyorum diyor, belli bir gazeteye değil. Ben beyanı esas alırım,

-Beyanı esas alamazsınız. Siz bir yorumcusunuz. Yazar dediğin beyanları sorgular.

-Mutlak bir hakikati tebliğ ettiysen, bana da eğer mucizelerle bu hakikatin kaynağını ispatlarsan, ben de iman ederim.

-Bundan sonra başbakanın gazeteleri boykot çağrısı yapmayacak, çünkü canı ciğeri bu gazetelerden birinde yazıyor diyebilir miyiz?

-Başbakanın yapacağı bir şey varsa pek cana ciğere bakacağını zannetmiyorum.

-Ahmet Hakan'ın size verdiği on öğüdü ben şöyle okudum: Ey Akif, sen benim yaptığım gibi ona buna çakmazsan, yazının dışında her şeye sadakatsiz olmazsan, sana asla Hürriyet'te yazı yazdırmazlar. Sen benim kadar cesur ve cevval olamayacağına göre kardeşim senin yerin ancak Radikal'dir. Otur oturduğun yerde, sakın benim köşemde gözün olmasın.

-Biz burada çift kale maç yapıyoruz. Üçüncü kalelere top göndermeyeceğim. O zaman taca gider. Kalem kavgasının keyifli bir tarafı vardır. Ben o yazının niyetini sizin gibi okumadım. Ama psikiyatrist de değilim. Bu konuda belki siz daha iddialı olabilirsiniz. Çözmeye çalıştığınız benim psikolojim mi, Ahmet Hakan'ın ki mi onu da anlamış değilim.

-Önce Ahmet Hakan'ınki, sonra sizinki ve Hürriyet'in dayanılmaz cazibesi...

-İlla da oraya ya da buraya gitmek için ben bir şey yapıyor değilim. Üç buçuk yıl yapmış olduğum işe dönüp bakarsanız, yarını hesap etmeden o işi yaptım. Şimdi bir takım sorulara da o yüzden muhatap oluyorum. Ama ben buyum, böyle olmaya da devam edeceğim. Yarını düşünürseniz işinizin hakkını veremezsiniz. Sonuçta bulunduğum yerde yaptığım işin hakkını vermek isterim. Onun ötesini düşünmem. Onun ötesine o gün geldiğinde bakarım.

-"Çok çalıştım, çok yoruldum" dediniz ayrılırken. Acayip bir yoğunlukla da geri döndünüz. Radikal'de yazarlık, Kanal 7'de programcılık, Kanal 24'de yorumculuk, danışmanlık. Bu işlerden kazandığınız para, basın sözcülüğünden aldığınız paraya ancak mı denk geliyor?

-Üst üste koyarsanız çok uçuk bir rakama tekabül etmiyor. Ama eskiden aldığımdan daha iyi. Ona da şükrediyorum. Üç yerde iş yapmak istemezdim. Biraz şartlar beni bu noktaya getirdi. Ama bu şartlar ekonomik şartlar değildi.

-Sözcülükten ayrılırken "bıraktığım yer tazelensin" dediniz. Sizce Kemal Öztürk ile bıraktığınız yer tazeleşti mi, yoksa bayatlaştı mı?

-Bu soruya cevap vermek yerine skor tahtasına bir sayı daha yazsanız. (Gülmeler) Kemal Öztürk nüktedandır. O da espriden anlar. Nabi Avcı başmüşavir olarak o işe nezaret eder durumda şu an. Kemal Öztürk de Nabi Bey'le birlikte çalışıyor. Bıraktığım yere geri dönüp bakıp, orada kim ne yapıyor gibi bir değerlendirmede bulunmak istemem. Kemal Öztürk ile ilgili algılama ne kadar doğru, ne kadar yanlış bunu zaman gösterecek. Bence fırsat verelim, bunu da hak ediyor.

-Kemal Öztürk'e ne tavsiye edersiniz? Onu bekleyen tehlikeler nedir bu görevi yaparken?

-Sanırım benim tavsiyeme fırsat kalmadan, ne tür tehlikelerle karşılaşabileceğini daha işin başında tecrübe etmiş oldu. Bu tecrübelerden ders çıkaracağını biliyorum.

Ona karşı biraz hoyratlık yapıldığını düşünüyorum. Onun da hoyratlık yaptıkları varsa geçmişte, yani kendisi hakkındaki kanaatlerin bir bölümü meclis başkanının basın müşavirliğini yaparken oluşmuş, o dönemin sorgulamasını da kendisi yapacaktır artık.





Mutfakta olup biteni dışarıda konuşmam
Başbakan'ın medya ile ilişkilerini nasıl yorumluyorsunuz?

Bu konuda 'Medyatik hazım sorunu' diye bir yazı yazdım. Başbakan'ın medya ile ilişkilerini med-cezir'e benzettim. İktidar-medya ilişkileri genellikle gel-gitlidir.

Bu sefer sadece gel gel'ler var galiba.

Bu sefer geldi gitmiyor. Sorun o. Gel-gitli olması iktidar medya ilişkilerinin doğaları gereğidir. Çünkü medya ile iktidarın doğaları arasında çözümsüz bir çelişki vardır. Her zaman gel-git olur. Eğer gelip gitmiyorsa, med ya da cezir hallerinden birinde sabit kalıyorsa, işte ben o zaman buna sorun derim.

Basın sözcülüğü döneminizde Tayyip Bey'e "Sayın Başbakan'ım biraz daha sakin olamaz mısınız? Haklıyken haksız duruma düşüyorsunuz" diyebildiniz mi?

Geçmişte mutfakta olup bitenleri, içeride konuştuklarımızı, o işi bıraktıktan sonra bugün gelip de dışarıdan o diyalogları aktarmayı ben ahlaki bulmuyorum. Konuşulması gereken bir sürü şey olmuştur. Bunlar da tabii ki konuşulmuştur.

Başarılı olamadınız ama bu konuda.

Medya-iktidar ilişkilerinde bir sorun varsa, bunda bir başarısızlık çıkarılacaksa benim payıma da düşer. Başbakan'ın geçenlerde bir miting dönüşü uçakta meslektaşlara söylediği bir şey var bu boykot meselesi gündeme geldiğinde. Ben herhangi bir grubu söylemedim diyor.

Ama inandırıcı değil ki bu.

İsteyen istediği gibi düşünür. Ama meseleyi böyle koymuş olmasının altını çizmek isterim. Ben yalan habere kategorik olarak tavır alıyorum diyor, belli bir gazeteye değil. Ben beyanı esas alırım.

Beyanı esas alamazsınız. Siz bir yorumcusunuz. Yazar dediğin beyanları sorgular.

Mutlak bir hakikati tebliğ ettiysen, bana da eğer mucizelerle bu hakikatin kaynağını ispatlarsan, ben de iman ederim.

Ahmet Hakan'ın size verdiği on öğüdü ben şöyle okudum: Ey Akif, sen benim yaptığım gibi ona buna çakmazsan, yazının dışında her şeye sadakatsiz olmazsan, sana asla Hürriyet'te yazı yazdırmazlar. Sen benim kadar cesur ve cevval olamayacağına göre kardeşim senin yerin ancak Radikal'dir. Otur oturduğun yerde, sakın benim köşemde gözün olmasın.

Biz burada çift kale maç yapıyoruz. Üçüncü kalelere top göndermeyeceğim. O zaman taca gider. Kalem kavgasının keyifli bir tarafı vardır. Ben o yazının niyetini sizin gibi okumadım. Ama psikiyatrist de değilim. Bu konuda belki siz daha iddialı olabilirsiniz. Çözmeye çalıştığınız benim psikolojim mi, Ahmet Hakan'ınki mi onu da anlamış değilim.


Özel Röportajlar Haberleri