Ve, asla o çöplerinden ayrılmak istemezler.
Ruhları bir yerinden sakatlanmış ve o insanlar çöplerinden ayrılamaz hale gelmişlerdir.
Onlara, o çöplerin kötü olduğunu, evlerini temizlediklerinde daha iyi yaşayacaklarını bir türlü anlatamazsınız.
En iyi hayatın çöpleriyle birlikte yaşamak olduğuna inanmışlardır bir kere.
O hayattan neredeyse zorla ayırırlar onları.
Bizim devlet de bu çöp evlere dönmüş.
Çöplerinden ayrılmayı da istemiyor.
Üstelik, devlet “evine” çöp doldururken insanlar “bunu yapma” diye defalarca uyarmıştır devleti.
Şu Kürt sorunu denilen soruna bir bakın.
Nasıl başladı bu?
Önce “Kürt yoktur” denilerek başladı.
Kürt var mıydı, vardı.
Devlet “yok” dedi.
Aynen çöp evin delisi gibi “gerçeklerden” ve temizlikten kopuşu böyle başladı.
Gerçeği kabullenmek size zor gelmeye başladığında ve siz gerçeği inkâra koyulduğunuzda, “deliliğin” yolu açılmış demektir.
Ondan sonra delilik derinleşerek içinize nüfuz eder.
Kürt yoktur dedikten sonra “Kürtçe konuşmayı” da yasakladılar.
Kürtçe şarkı söylemeyi de yasakladılar.
Bu türdeki her saçma kararla birlikte gerçeklerden uzaklaşıp, evi çöp dolduruyorlardı.
Kürtlere, “siz Kürt değilsiniz, Kürtçe konuşmayacaksınız, çocuklarınıza Kürtçe isim koymayacaksınız, sokaklarda Kütçe şarkı söylemeyeceksiniz” diye işkenceler yaptılar.
“Kürtçe şarkı söylemek istiyorum” diyen Ahmet Kaya'yı sürgünlere kaçmak zorunda bıraktılar.
Sonunda Kürtler dağa çıktı.
Saçma sapan kararlarla Kürtleri dağlara çıkaran devlet, silahlı bir “uyarıyla” karşılaştığında bile gerçeği göremedi.
Bu sefer de Kürtleri “terörist” ilan etti.
Sanki ortada hiçbir neden yokmuş, Kürtler durduk yerde çıldırmışlar gibi davrandı devlet.
Kendi silahlı güçleri yetmedi, 80 bin Kürdü “korucu” kaydedip dağdaki Kürtlerin üstüne sürdü.
Evdeki çöpler büyüyordu ve devlet biriktirdikçe biriktiriyordu çöpünü.
O zaman insanlar uyardılar, “bunu yapma korucu belasını çözemezsin” diye, devlet dinlemedi.
Bizim devleti yönetenlerde “ben çok akıllıyım” diye bir inanç vardır, nedense inanmışlar buna, binlerce insan ölür, bunlar saçmaladıklarını anlayamazlar.
Bütün akılsızlıkların sonunda Türkiye içinden çıkılmaz bir batağa saplandı.
Birileri” yahu ev çöp dolu” demeye koyuldu.
Kürtlerin varlığı kabul edildi.
Kürtçe kabul edildi.
Kürtçe şarkı kabul edildi.
Bu “yasakların” nasıl salakça olduğu, bu yasaklar kaldırılınca daha iyi anlaşıldı.
Bunlar baştan yapılsaydı birçok sorun belki de yaşanmayacaktı.
İnsanlar ölmeyecekti.
Şimdi dağdaki beş bin silahlı PKK'lıyı oradan indirmeye çalışan devlet, koruculara “sen de silahları bırak” dedi.
Ve, belanın büyüğüyle karşılaştı.
Korucular, “PKK dağdan inmeden silahı bırakmam” diyor.
Silahı vermek kolaydır da almak zordur.
Beş bin PKK'lıyı dağdan indiremeyen devlet, hadi bakayım o seksen bin korucudan silahı alsın da göreyim.
Üstelik devlet onlara silahı bırakma karşılığında “haraç” da ödeyecek, maaşları verilecek ama korucular “olmaz” diyor.
Evi çöp doldurunca boşaltmak öyle “ha” deyince olmuyor.
Türkiye'nin başını derde sokan bu ahmakça kararları verenlerin, o dönemlerde yaptıkları konuşmalara ve medyanın o konuşmaları nasıl alkışladığına bir bakın.
Her şeye hâkim olacağız, her şeyi kontrol edeceğiz derken, ülkenin de devletin de kontrolünü ellerinden kaçırdılar.
Susurluklar, Ergenekonlar çıktı, profesörler ajan, subaylar katil, generaller darbeci oldu, yargıçlar hukuku unuttu.
Evi çöpten temizlemek için uğraşıyor şimdi devletin içindeki bazı insanlar.
Muhalefet partileri ise hâlâ çöplerine yapışmışlar “boşlatmayın evimizi, çöplerimize dokunmayın, onlarsız biz yaşayamayız” diye feryat ediyorlar.
Ev temizlenecek temizlenmesine de, bu iş biraz zor olacak.
Bunca çöpü boşaltmak da, çöpüne sevdalanmış delileri tedavi etmek de sanıldığı kadar kolay değildir çünkü
AHMET ALTAN-TARAF