İSTANBUL (AA) -ABDULLAH SAYIN- İran’ın mezkûr saldırıya vereceği reaksiyonun Kasım Süleymani için planlanan geniş kapsamlı cenaze töreninin ardından ve defin işleminin tamamlanmasından hemen sonra gerçekleşeceği öngörülüyordu. Kasım Süleymani’nin cenazesi çeşitli şehirlerdeki törenlerin ve büyük kalabalıklarla yapılan gövde gösterilerinin ardından defnedileceği şehir olan Kirman’a götürüldü ve cenaze töreninde toplanan kalabalık arasında çıkan izdiham sonucu son verilen rakamlara göre 80 kişi hayatını kaybetti, yüzlerce kişi de yaralandı. Bu olay üzerine defin işleminin durdurulduğu açıklandı.
Gece saatlerinde İran haber ajansları, ABD’nin Irak’taki Ayn el-Esed üssünün balistik füzelerle vurulduğu haberlerini geçti. İran bu üsse gerçekleştirdiği saldırıyı Kasım Süleymani’ye karşı yapılan saldırı ile aynı saate denk getirerek, geçtiğimiz günlerde ABD askeri varlıklarının Irak’tan çıkarılması ile ilgili iddialara Trump’ın “Irak’tan çıkmayacağız. Orada çok pahalı bir üs inşa ettik. Iraklılar öncelikli bunun parasını ödemeli” açıklamasında bahsettiği üssü, “Şehit Kasım Süleymani” operasyon adı ve “ya Zehra” parolası ile hedef aldı. Saldırının ardından ABD tarafından resmi bir açıklama yapılmazken, saldırının sonucunda herhangi bir can kaybının yaşanmadığı iddia edildi. İran kaynakları ise saldırı sonrasında ABD’nin yaralı ve ölüleri üsten helikopterlerle taşıdığını ve ilerleyen saatlerde de en az 80 ölünün olduğunu duyurdular.
İran DMO Hava Kuvvetleri Komutanlığı tarafından gerçekleştirilen bu balistik füze saldırısı, Kasım Süleymani’nin farklı şehirlerde düzenlenen cenaze merasimi boyunca toplumsal düzeyde dile getirilen “intikam” taleplerinin ilk reaksiyonu oldu. Her ne kadar bu saldırı İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif tarafından BM’nin 51. Maddesinden doğan “meşru müdafaa hakkı” çerçevesinde değerlendirilip, İran’ın bu saldırıların devamını getirmek istemediği belirtilse de bundan sonraki süreci yönlendirecek şey, ABD’nin bu saldırıya vereceği muhtemel cevaplardır. Bu bağlamda değerlendirildiğinde, İran, Kasım Süleymani’nin öldürülmesi üzerine doğrudan DMO aracılığıyla vermiş olduğu bu reaksiyon mukabilinde ABD’nin İran topraklarını bölgedeki diğer üslerinden gelecek bir saldırı ile hedef alması durumunda, söz konusu ülkelerin de İran füze saldırılarının hedefinde olacağını belirtmiştir.
İran’ın bölgedeki en önemli stratejisinin, ABD ve İsrail ile doğrudan bir savaş yerine vekil güçleri aracılığıyla cevap verme siyaseti olduğu söylenebilir. ABD ile doğrudan bir savaş olması durumunda, denk bir karşılık veremeyeceğinin bilincinde olan İran, bu vekil unsurları üzerinden oluşturduğu asimetrik savaş yeteneği ve avantajını sonuna kadar kullanacaktır. İran’ın, Irak’taki Ayn el-Esed üssüne gerçekleştirdiği saldırının ardından konuşan Trump her ne kadar İran’a ciddi bir mukabelede bulunulmayacağını ve şimdilik sadece ekonomik yaptırımların sertleşerek devam edeceğini ifade etse de ABD ile doğrudan savaş ihtimalini ortaya çıkaracak ve İran’ın savaşı kendi topraklarına taşıyacak bir durumun ortaya çıkması halinde İran’ın bir saldırıya Irak’ın dışından mukabelede bulunması öngörülen muhtemel sahalar ve kullanması muhtemel yöntemler şu şekildedir:
ABD’nin böylesi bir operasyon kararı almasının en büyük sebeplerinden biri, bölgedeki müttefiklerinin de başta Kasım Süleymani’nin komutasındaki Kudüs Ordusu gücü olmak üzere İran’ın bölgedeki bu faaliyetlerinin durdurulması gerektiğine olan inancı ve bu konuda ABD’ye verdiği destektir. Bu durum İran’dan beklenen muhtemel bir reaksiyonun sahasını daha da genişletmekle beraber söz konusu ABD müttefiklerini de olası birer hedef haline getirmektedir. İran’ın, gerçekleştirdiği füze saldırılarının ardından bölgedeki herhangi bir ABD üssünün bulunduğu ülkeden gelebilecek bir saldırı durumunda, bu ülkelerin de doğrudan hedef alınacağını söylemesi bu yargıyı kuvvetlendiriyor. Zira İran bu çerçevede Birleşik Arap Emirlikleri'ni, İsrail’i ve diğer ABD üslerinin olduğu ülkeleri doğrudan tehdit etti. İlerleyen günlerde iki ülke arasında çatışmanın devam etme ihtimali bu ülkelerin birer hedef olarak tekrar gündeme gelebileceğini gösteriyor. Bu ihtimal, söz konusu ülkelerin ABD-İran gerginliğine dair “itidal” açıklamaları yapmalarına ve konu ile ilgili sert bir açıklama yapmamalarına neden oldu.
İran’ın kendi topraklarına ciddi bir saldırı gerçekleşmesi durumunda bölgedeki ABD müttefiklerine karşı atabileceği adımların başında İsrail’i hedef almanın bulunduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Ancak bu konudaki beklentinin, İsrail sınırlarına yönelik doğrudan bir saldırıdan ziyade İsrail’in bölgede bulunduğu çeşitli sahalardaki askeri varlıklarına yönelik olacağı öngörülebilir. Bu minvalde Suriye'nin, Golan Tepelerindeki İsrail askeri varlığına karşı Suriye’deki Hizbullah güçleri aracılığıyla bir misillemenin yapılabileceği alanlardan biri olması muhtemeldir.
İran’ın bölgede uzun yıllardır en güçlü olduğu sahaların başında Hizbullah güçlerinin bulunduğu Lübnan geliyor. İran ile Lübnan Hizbullahı arasında kurulan güçlü ilişkilerin her ne kadar 2006 yılında İsrail ile yapılan 33 gün savaşı ile birlikte daha sistematik bir evreye geçtiği bilinse de bu ilişki ağındaki mezhebî ve ideolojik arka plan gözlerden kaçırılmamalı. Hizbullah güçlerinin Lübnan toplumunda ve siyasetinde önemli kazanımlar elde ederek hem askeri hem de siyasi bir hüviyet kazanması İran için çok önemli bir güç unsuru ve başarı olarak değerlendirilmekte. Kasım Süleymani’nin Tahran’da gerçekleştirilen cenaze töreninde kızı Zeynep Süleymani’nin yaptığı konuşmada “değerli amcam Hasan Nasrallah’ın babamın intikamını alacağından kuşkum yoktur” ifadesi, bu ilişki ağının günümüzde nasıl bir boyuta ulaştığının en önemli göstergesi.
Bu bağlamda Lübnan Hizbullahı tarafından İsrail’e gerçekleştirilecek bir saldırı beklentisi dillendirilse de, İran’ın bu süreçte bir yandan rejimin varlığını doğrudan ve ciddi bir tehlikeye düşürmeden Lübnan’da ve bölgede böylesi bir güce erişen Hizbullah güçlerini doğrudan bir saldırı ile karşı karşıya bırakacak bir operasyona kalkışmasını kuvvetli bir ihtimal olarak görmüyoruz. Zira Hizbullah tarafından İsrail topraklarına gerçekleştirilecek doğrudan bir saldırı, Lübnan’ı İsrail ile fiili bir savaşın eşiğine getirebilir ve böylesi bir durum uzun yıllar içerisinde elde edilen söz konusu kazanımları büyük bir tehlikeye atabilir.
Tahran’da gerçekleştirilen cenaze törenindeki sürpriz katılımcılardan biri de şüphesiz ki Hamas lideri İsmail Haniye oldu. Haniye’nin yaptığı konuşmada Kasım Süleymani’nin “Kudüs şehidi” olduğuna dair vurgusu ise Filistin’deki Hamas ve el-Kassam Tugaylarının da muhtemel bir misillemede bulunabileceğini gösteriyor. Yeni DMO Kudüs Gücü komutanı olan İsmail Kaani tarafından Tahran’da gerçekleştirilen bir dizi görüşmeler de bu ihtimali kuvvetlendiriyor.
İran’ın önemli etki alanlarından olan Yemen’deki Ensarullah kuvvetleri aracılığıyla yaşanan ARAMCO saldırıları örneğinde olduğu gibi Suudi Arabistan da hedef haline gelebilir. Fakat bu süreçte Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin Kasım Süleymani’nin öldürülmesi olayı bağlamında gerek bölgede gerekse uluslararası alanda İran’ın aleyhinde alabileceği tavrın, böyle bir girişimin gerçekleşme olasılığında kilit rol oynayacağı da dikkatlerden kaçmamalıdır.
İran’ın bu sürecin devamında kendisine yönelik doğrudan bir saldırıya bölgesel düzeyde verebileceği tepkilerin, bu sahalardaki vekil unsurları üzerinden olması muhtemel. İran, ABD veya İsrail ile doğrudan karşı karşıya geleceği ve kontrol edilmesi güç bir savaşı kendi topraklarına taşımayı intaç edebilecek bir adım atmaktan kaçınacaktır. Bu süreçte açık bir şekilde karşısında yer almayan bölge ülkelerine dair herhangi bir söylem geliştirmemeye de özen gösterecektir. Bölgede kendisi için olası yeni cepheler açmaktansa vekil unsurları aracılığıyla, olayı sürece yayarak ABD ile hesaplaşma yoluna gidecektir. Zira İran’ın böylesi bir kayba karşılık cevap vermemesi hem İran toplumunda oluşan intikam beklentisine hem de İran’ın kontrol ettiği vekil güçleri üzerindeki prestijine ve söylem gücüne büyük bir zarar verecektir ki İran bu konuda şimdiden bir adım atmış bulunuyor. Devrim Rehberi Ayetullah Ali Hamaney’in Kum’da yaptığı konuşmada, “Bu saldırı ABD’ye atılan bir tokattı. İntikam ise ayrı bir mesele olarak duruyor. Önemli olan ABD’nin bölgeden tamamen çıkarılması” açıklaması ise İran’ın bölgede bu konu üzerine yoğunlaşacağını gösteriyor.
Bu saatten sonra gerçekleşecek olaylarla ilgili iddialı tespitler yapmaktan ziyade ABD’nin atacağı adımları beklemek, doğru sonuçlara ulaşabilmemiz açısından gerekli olan tavırdır.
- Muhtemel küresel reaksiyonlar
İran’ın gerçekleştirdiği bu saldırının bölgesel yansımalarının yanı sıra küresel anlamda uluslararası siyaseti etkileyebileceği de değerlendiriliyor.
ABD ve Avrupa ülkeleri ile İran arasında 2015 yılında imzalanan ve İran’ın uranyum zenginleştirmelerinin sonlandırılmasına dayanan Nükleer Programı’nın yeniden süratle hızlandırılması öngörülüyor. Her ne kadar Trump yönetimi döneminde ABD, tek taraflı olarak bu anlaşmadan çekilse de İran uluslararası platformlarda uranyum zenginleştirmesi konusunda verdiği taahhütlere uyacağını deklare etmişti. Fakat Kasım Süleymani’nin hava saldırısı sonucu öldürülmesi, İran kamuoyunda, İran’ın bölgedeki bekası için nükleer güce ulaşması gerektiği fikrini dikkate alınacak derecede kuvvetlendirmiş bulunuyor. Bu anlamda İran’ın bu olay üzerine tetiklenen güvenlik kaygısı, orta ve uzun vadede İran’ın nükleer güce ulaşma gerekliliğini yeniden tartışmaya açacaktır; dolayısıyla İran’ın nükleer güce ulaşmak için gerekli adımları atacağı öngörülüyor. Bu durum İran açısından güvenlik kaygılarının giderilmesi bağlamında elzem olarak görülse de küresel ve bölgesel anlamda doğuracağı tehdit algısı üzerinden yeni çatışma alanlarına neden olabileceği söylenebilir.
İran’ın özellikle Hürmüz Boğazı ve Fars Körfezi’nde ABD ve müttefiklerine karşı gerçekleştirebileceği operasyonların, dünya petrol piyasasında şimdiden başlayan artışların devamını getireceği ve tüm ülkelerin ve küresel ekonominin bundan olumsuz etkileneceği öngörülebilir. Bu durum ise şu an için daha düşük bir ihtimal olarak değerlendirilebilir. Zira İran, ABD ile karşı karşıya geleceği bu süreçte bölgesel ve küresel aktörleri doğrudan karşısına almaktan kaçınacak ve olası bölgesel ve küresel işbirliklerine gitmeye daha fazla özen gösterecektir. İran’ın bu süreçte ABD’nin bölgedeki varlığını ve bu durumun meşruiyetini bölge ülkeleri ve toplumları nezdinde tartışmaya açacak adımlara yöneleceği de aşikârdır.
Sonuç itibarıyla Kasım Süleymani’nin öldürülmesi olayının başta İran-ABD ilişkilerinin seyri olmak üzere tüm bölgesel dengeleri etkileyeceğini söyleyebiliriz. Asimetrik savaş unsurları açısından bölgenin en önemli güçlerinden olan İran, bu vekil güç unsurlarını caydırıcılık etkisini artırmak için kullanmaktan imtina etmeyecektir. Zira İran’ın bölgede uzun yıllardır kurguladığı güvenlik doktrininin en önemli unsurlarından biri, asimetrik savaş kapasitesi üzerinden oluşturduğu bu caydırıcılık etkisi olmuştur. Bu politikanın önümüzdeki süreçte çok önemli bir sınava tabi tutulacağı söylenebilir.
ABD tarafından İran’ın bu saldırısına sert bir karşılık verilmesi ihtimali ise İran’ın bu süreçte alacağı kararın ilerleyen günlerde saldırıyı kendi topraklarına mı taşıyacağı yoksa bölgede vekil unsurları üzerinden mi devam ettireceği sorusuna cevap olacaktır. ABD tarafından bir savaş ilanı olarak değerlendirilebilecek mahiyetteki bir saldırı sonrasında, ABD tarafından verilecek olası bir cevabın; İran topraklarındaki petrol sahalarına ya da nükleer tesislerin olduğu iddia edilen bölgelere olabileceği düşünülüyor. Ez cümle, Kasım Süleymani’nin, İran için çok büyük bir kayıp olduğu su götürmez; lakin rejimin bu süreçte kendi varlığını tehlikeye atabilecek bir adımı atmayacak derecede pragmatist bir akla sahip olduğu da gözden uzak tutulmamalıdır.
[Abdullah Sayın Tahran Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde lisansüstü çalışmalarını sürdürmektedir]