90'larda bir açık oturum

Siyaset Meydanı'nda ne olmuştu? Mustafa İslamoğlu neler anlattı?

Zaman zaman herkeste olduğu gibi bende de bu ülkede bir şeylerin değişmediği, değişmeyeceği hissi kuvvetle beliriyor. Bu his elbette yersiz değil. 10-15 yıl önce tartışılan meselelerin hâlâ gündemimizde olması bu hissiyatımızı güçlendiren temel etkenlerden biri.

Yıllar önce yapılan açıkoturumlara, tartışma programlarına, sararmış gazete sayfalarındaki köşe yazılarına göz attığımızda bu durumu açıkça görebiliyoruz. Ancak internette denk geldikçe izlediğim, ‘Susurluk’un gündemin ana maddesi olduğu yıllarda yapılan bir tartışma ise bir yandan bu savı destekler nitelikte örnekler sunarken bir yandan da bir şeylerin değiştiğini hatırlatır bana.

Yaklaşık on beş yıl geriye giderek, bir tartışma programına konuk oluyoruz. Dikkat kesildiğimiz anlar Mustafa İslâmoğlu’nun “taş-gedik” ilişkisinin güzel örneklerinden birini sergilediği dakikalar…

Söylediği bir tek kelime yüzünden hapis yattıktan sonra, mahpushane kokusu üzerinde tüterken programa gelen İslâmoğlu bir serzenişin ardından konuşmak bir yana, adeta düşünmenin bile suç olduğu bir dönemde “cesur” fikirler atıyor meydana.

Parmak ayı gösterirken aya bakarlar, parmağa değil!

İslamoğlu, özelde mezkûr tartışma, genelde ise Türkiye’de yapılan tüm tartışmalarda görülen bir yanlışa vurgu yapıyor. Aya bakması gerekirken, parmağa bakan gözlere; kabukta kalıp öze inemeyen zihinlere verdiği dersi böylece başlatıyor.

Sistemden beslenenler sistemi tartışamazlar!

Mesele derin… Sığda çırpınıp, derine inmemek zahiren suya bulandığını göstermek açısından anlamlı olabilir. Ama boğulmayı göze almadan, kıyıda oyalanmanın kimseye faydası dokunmamıştır. Meselelerin özüne inilmemesinin sebebini işte bu cümleyle açıklıyor Mustafa İslâmoğlu: Sistemden beslenenler sistemi tartışamazlar!

Tek kelime yüzünden hapislerde yatılan dönemleri geride bırakmış olmakla bu ülkede bir değişim yaşandığını görmek gerçekten sevindirici. Düşünce ve ifade özgürlüğünde kısmen de olsa bir ilerleme kat edebilmişiz. Ancak Mustafa İslâmoğlu’nun takip eden cümlelerinde “sessiz çoğunluk” diye adlandırdığı; din ve vicdan özgürlüğü görmezden gelinerek eğitim hakkı engellenen Müslümanların hâlâ aynı dertten muzdarip olmaları da acı bir gerçek olarak karşımızda duruyor.

Zulmün, zalimin karşısında olmaktan bahseden İslamoğlu bu konudaki ölçüsünü de belirtiyor: “Bu ülkede mazlumun dini sorulmamalı, ideolojisi sorulmamalı, mezhebi sorulmamalı, meşrebi sorulmamalı... Çünkü düşüncenin karşısındaki her türlü yasak bir doğal afet gibidir!”

“Düşünceyi yasaklayan her türlü yasak eşkıya yasağıdır”

İnsanoğluna verilen en büyük erdem düşünmektir elbette. Düşünce yasağının acısını hisseden İslamoğlu haykıran bir sesle söylüyor bunu. Çünkü yüreği yananlar haykırır. Cemil Meriç’ten alıntılar geliyor kulaklarımıza: "Her aydınlığı yangın sanıp söndürmeye koşan zavallı memleketim: Karanlığa o kadar alışmışsınız ki yıldızlar bile rahatsız ediyor sizi! Düşüncenin kuduz köpek gibi kovalandığı bu ülkede, düşünce adamı nasıl çıkar?"

“Müslümanlar bu ülkenin ‘Kızılderili’si gibi”

Müslümanlara yıllarca yapılan haksızlıkları “Müslümanlar bu ülkenin Kızılderilisi gibi” diyerek özetliyor İslâmoğlu. Kızılderili olur da “kovboy” olmaz mı? Kovboylardan da bahsediyor elbet. Mustafa İslâmoğlu sonra yine “düşünmeye” uğruyor, sistemin diktiği elbiseden bahsediyor. Bugün bile gözlemleyebildiğimiz o elbise… Kimimize bol, kimimize dar… Artık neredeyse tek amacı doktrine etmek, tek tipleştirmek olan eğitim marifeti ile tüm bireyler bir kalıba sokulma telaşında. Bu kalıba girmeyenler de devletin bürokratik çarkların yardımıyla açılıp kapanan kafeste yem oluyor. Kâh “komünist” ilan ediliyor, “kâh” faşist… Kâh “şeriatçılar” koyuluyor bu kafeslere kâh “Kürtçüler”. Mustafa İslâmoğlu’nun bir halk deyişi ile özetlediği gibi; kedi yavrusunu yiyeceği zaman onun ismini değiştirip fare diye yiyor!

Değişim ve Statüko

Sosyolojik bir tespit yapıyor İslâmoğlu, değişim ve statükoya dair tüm durumumuzu özetler nitelikte. “Bu ülkede dört kesim değişim istemiyor: Askerler, 1930’ların devletçiliğinden saltanat koparan sivil bürokratlar, 18 ve 19. Yüzyılda yaşayan laik-pozitivist aydınlar ve kapalı sistemin tüm nimetlerinden yararlanarak palazlanan hormonlu zenginler.”

Sonra da değişim isteyen dört kesimi açıklıyor:

"Müslümanlar değişim istiyor. Kürtler ve Alevîler değişim istiyor. Kente göç eden varoşlarda yaşayan halk değişim istiyor. Kendi bilek gücüyle, alın teriyle büyümeye çalışan küçük esnaf ve sanayici değişim istiyor."

Ve şimdi

“Yıllar geçti, saban olumsuz iz bıraktı toprakta” diyordu Sezai Karakoç. Ancak geçen yılların izleri olumlu görünüyor bugünden. Bu tartışmayı şimdi izlemek çok anlamlı sonuçlar veriyor bize. Evet, belki hâlâ aynılarını konuşuyoruz bazı meselelerin ama hiç yol kat etmediğimizi söylemek doğru olmayacaktır. Göl kenarında nehirlerin düşlendiği günlerde değiliz, nehrin sesi geliyor uzaktan. Hiç olmazsa artık sessiz düşünmek zorunda değil kimse. Varsın, her şey değişmemiş olsun!

İlgili videoları izlemek için tıklayın: 1.Bölüm, 2.Bölüm

 

Görkem Evci-dunyabizim.com

Gündem Haberleri