Dr. Mehmet Rakipoğlu, son dönemde gündeme gelen Suudi Arabistan-İsrail normalleşmesi ihtimalini ve süreçte neler yaşanabileceğini AA Analiz için 3 soruda kaleme aldı.
- ABD’nin Suudi Arabistan-İsrail normalleşmesi sürecindeki rolü nedir?
İsrail ile Arap ülkeleri arasındaki normalleşme serüveninin ilki, 1978’de Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Jimmy Carter’ın arabuluculuğunda gerçekleşti. Mısır ve Ürdün’ün İsrail’i tanımasıyla başlayan süreç, 2020’de yine ABD Başkanı Donald Trump’ın girişimleriyle Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn’in Tel Aviv ile diplomatik ilişkileri tesis etmesiyle devam etti. Devam eden süreçte Fas ve Sudan’ın İsrail ile normalleşme kararı alması, bölgesel diplomasi açısından yeni bir durumu ortaya çıkardı. Her ne kadar Sudan süreci tam anlamıyla tamamlamamış olsa da Hartum’un normalleşme sürecine dahil edilmesi sembolik açıdan önemliydi. Nitekim Sudan, uzun yıllar İslami hareketlere çeşitli olanaklar sağladı ve İsrail’e karşı Arap boykotunun kalbi olarak görüldü.
Bu anlamda özellikle ABD medyası ve düşünce merkezlerinde Suudi Arabistan’ın da İsrail ile normalleşeceğine dair birçok yazı yayımlandı. 5 Haziran'da Foreign Policy'de [1], 6 Haziran’da Wall Street Journal'da [2] ve 17 Haziran’da New York Times’ta [3] yayımlanan yazılar, İsrail-Suudi Arabistan normalleşmesini tekrar gündeme getirdi. Bu yazıların ortak noktası, Tel Aviv ile Riyad arasında diplomatik ilişkilerin tesis edileceğine dair bir atmosfer oluşturmak.
Basın ve düşünce dünyasının yanında ABD, Suudi Arabistan-İsrail normalleşmesi adına politik adımlar da atıyor. Bu anlamda, ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ın 6-8 Haziran tarihlerine Riyad’a yaptığı ziyaretteki öncelikleri arasında Suudi Arabistan-İsrail normalleşmesinin yer aldığı söyleniyor. ABD’nin Suudi Arabistan-İsrail normalleşmesini teşvik eden politikasının birçok sebebi var. Bunlardan ilki ve en önemlisi, ABD’nin küresel güç mücadelesindeki pozisyonuyla alakalı. Bilindiği gibi 10 Mart tarihinde İran-Suudi Arabistan ilişkilerinin yeniden tesis edileceği duyuruldu. İki ülkenin Çin’in başkenti Pekin’de bir araya gelerek diplomatik restorasyon sürecini duyurması, normalleşmenin en dikkat çeken yönü olmuştu. Bu anlamda Çin, Orta Doğu’nun iki kritik aktörünün ilişkilerini yeniden tesis etmesinde arabuluculuk rolü oynadı ve Orta Doğu siyasetinde nüfuzunu gittikçe artırdığını kamuoyuna ilan etti.
ABD, küresel hegemonyasını Çin’e kaptırmak istemiyor ve Orta Doğu’da düzen kurucu rolünü geri kazanmak istiyor. Bu noktada, İsrail-Suudi Arabistan normalleşmesinde arabuluculuk rolü üstlenmesi kritik rol oynuyor. Diğer bir sebep ise 2024’te gerçekleşecek başkanlık seçimleri. Joe Biden yönetimi, İsrail’in ve Yahudi lobisinin desteğini almak adına Tel Aviv’i Arap sokağında tanınır hale getirmek için büyük çaba sarf ediyor.
- Karşılıklı kazanımlar neler olabilir?
Normalleşmenin İsrail tarafında kilit ismi Başbakan Binyamin Netanyahu. 2020’deki Abraham Anlaşmaları döneminde de başbakanlık görevi yapan Netanyahu açısından Suudilerle normalleşmenin kritik önemi haiz. İlk olarak Suudi Arabistan’ın uluslararası ve bölgesel siyasetteki stratejik gücü, Netanyahu döneminde İsrail’in elini güçlendirebilir. Arap dünyası tarafından uygulanan "izolasyonu" aşma açısından Riyad ile normalleşme, İsrail açısından önemli görülüyor. İkinci olarak olası normalleşme, Netanyahu’nun iç siyasetteki meydan okumalarla mücadelesini kolaylaştırabilir. Yolsuzluk başta olmak üzere birçok sebepten ötürü protestolara maruz kalan Netanyahu hükümeti, Suudi Arabistan ile normalleşerek iç siyasetteki çalkantılı süreci ekarte etmek istiyor.
Suudiler açısından normalleşme süreci bir koz olarak kullanılıyor. Bu anlamda İsrail ile normalleşme karşılığında Suudi Arabistan’ın fiili lideri Veliaht Prens Muhammed bin Selman bin Abdülaziz El Suud, Suudi Arabistan nükleer programının ABD'nin yardımıyla geliştirilmesini talep etti. Başta ABD Senatosu olmak üzere birçok kurum ve kuruluşun bu talebe karşı çıkması bekleniyor. Veliaht prensin ABD’den talep ettiği bir diğer husus, Kaşıkçı meselesinden ötürü uygulanan yaptırımların kaldırılması. Üçüncü husus ise ABD ile yeni savunma anlaşması imzalanması. ABD’nin yaptırımları kaldırması ve savunma paktı imzalaması uzak bir seçenek değil hatta ABD’nin Katar, Ürdün ve İsrail’e verdiği NATO dışı stratejik müttefik unvanını Suudi Arabistan’a vermesi uygulanabilir bir seçenek olarak masada duruyor. Bu adımla ABD’nin silah tedarikine ve güvenlik şemsiyesine daha rahat erişebilecek olan Suudi Arabistan, İsrail ile normalleşme noktasında somut adımlar atabilir.
- Normalleşmeye meydan okuyan durumlar neler?
Halihazırda Suudi Arabistan’ın İsrail ile normalleşme noktasında ideolojik veya dini bir rezervasyonu yok. Nitekim 2020’de imzalanan Abraham Anlaşmalarına yönelik Suudi Arabistan, herhangi bir kınama metni yayımlamadı. Filistinlilerin taleplerinin aksine Suudi Arabistan medyası, normalleşme süreçlerini olumlu portre etti. Medyada diplomatik ilişkilerin tesis edilmesinin bölgesel barışa hizmet edeceğine dair yayın politikaları takip edildi.
Bununla birlikte normalleşme sürecini engelleyen birçok dinamikten de bahsedilebilir. Bunların ilki, İsrail’in hak ihlalleri ve başkenti Kudüs olan Filistin'in henüz tam anlamıyla devlet olarak tanınmaması. Suudi Arabistan, ''iki devletli çözüm'' noktasında ısrarcı davranırken İsrail, hak ihlallerini sürdürüyor ve bu da normalleşme sürecini tıkıyor. Diğer bir sebep, bölgesel ittifak yapılanmaları ve değişen dengeler. Riyad ile Tahran arasındaki normalleşme başta olmak üzere bölgesel tansiyon ve gerilim atmosferinin azalması, Suudi Arabistan’ın İsrail’e ihtiyacını azaltıyor. Ayrıca 2016’dan beri diplomatik ilişkileri düşük seviyede olan İran ile normalleşen Suudi Arabistan’ın bu süreci riske atmak istemeyeceği de tahmin edilebilir. Son sebep olarak Suudi Arabistan halkının ve İslam dünyasının normalleşmeye karşı tepkisi gösterilebilir. Her ne kadar Veliaht Prens eliyle Suudi Arabistan "modernleşiyor" olsa da gerek Suudi halkı gerekse İslam dünyası nazarında Tel Aviv ile normalleşme ''İki Mescidin Hizmetkarı'' sıfatını taşıyan kraliyetin imajını zedeleyebilir. Öyle ki ''Washington Institute for Near East Policy'' isimli düşünce kuruluşunun gerçekleştirdiği ankette Arap dünyasının yüzde 80’ine yakın kesiminin İsrail ile normalleşmeye karşı çıktığı görülüyor. Dolayısıyla her ne kadar ABD’nin teşvik ve baskısıyla Suudi Arabistan ile İsrail arasında normalleşme gündemi üretilmiş olsa da bu diplomatik sürecin kısa vadede gerçekleşmesinin zor olduğu tahmin edilebilir. Bununla birlikte, Suudi Arabistan ve İsrail’in eskisi gibi "düşman" olmadığı fakat aynı zamanda yakın ilişkilere sahip aktörler de olmadığı söylenebilir.
[Dr. Mehmet Rakipoğlu Batman Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü, Akademik Çalışmalar Koordinatörü, Dimensions for Strategic Studies.]
[1]https://foreignpolicy.com/2023/06/05/saudi-arabia-israel-normalization-deal-agreement-biden-blinken-trip-security-guarantee-nuclear-energy/
[2] https://www.wsj.com/articles/saudi-arabia-moves-toward-eventual-ties-with-israel-11654517783
[3] https://www.nytimes.com/2023/06/17/us/politics/biden-saudi-arabia-israel-palestine-nuclear.html
* Makalelerdeki fikirler, yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editöryal politikasını yansıtmayabilir.