POSTMODERN DARBE SÜRECİNDE ÖDENMİŞ BEDELLER UNUTULMADI
28 ŞUBAT sürecinde başörtüsü nedeniyle üniversiteden atılan ya da başını açmamak için okulunu bırakmak zorunda kalan öğrenciler, YAŞ kararlarıyla kovulan askerler, soruşturmalara uğrayan kamu görevlileri ve darbe mağdurlarının öyküleri bin 500 sayfalık üç ciltlik kitapta toplandı. ‘Ödenmiş Bedeller Unutulmasın’ isimli kitap 28 Şubat sürecinde yaşanan acıları tüm çıplaklığıyla gözler önüne sererken, insanı acı acı tebessüm ettiren hikayeler ise iç burkuyordu.
Tarihe not düşmek için hazırlandı
124 hikâyenin yer aldığı kitap; şair, yazar, öğretmen Mehmet Akif İnan adına beş yıldan bu yana düzenlenen Mehmet Akif İnan Hatıra Yarışması’na katılan eserlerden oluştu. 12 Eylül ve 28 Şubat mağdurlarının hikâyelerinden ilk üçü ödüllendirilirken, tamamı tarihe not düşmek için kitaplaştırıldı. Yapılan çalışmanın önemine değinen EĞİTİM- BİR-SEN Genel Basın Yayın Sekreteri Ali Yalçın, “Kitaplarımızı herhangi bir ücret karşılığında dağıtmayacağız. Bu önemli eseri okumak isteyen herkes şubelerimiz aracılığıyla bizlere talepte bulunabilir ve kitaplara sahip olabilir” dedi.
Yurtlara başörtü baskını yapıldı
Okurken hem ağlayıp hem de acı acı tebessüm ettiren hikayelerden en dikkat çekenlerinden biri bir üniversite yurdunda yaşanmış. O hikayenin kısa özeti şöyle: “Son zamanlarda kaldıkları yurt sürekli baskınlara uğruyor. Namaz kılan, başı örtülü olan var mı diye her taraf didik didik aranıyordu. Bu ani baskınlara karşı onlar da önlem almakta gecikmediler. Parola şuydu: Eğer arama için gelmişlerse kapıdaki nöbetçi hemen yavaşça merkezi müzik sistemini harekete geçiren bir düğmeye basıyor ve hoparlörden Mozart’ın bir parçası duyuluyordu.
Nöbetçi, kasedi bulamayınca!
Müzik duyulduğu anda herkes ya başını açıyor veya peruğunu takıyordu. Namaz kılanlar namazlarını bozup hemen farklı bir moda geçiyorlardı. Fakat bir gün oldukça trajikomik bir durum yaşandı. Hoparlörden müzik yerine “Mozart”, “Mozart” diyen bir ses duyuluyordu. Önce anlayamadılar ancak anlamakta da geç kalmadılar. Hemen baskın pozisyonuna geçtiler. Durum daha sonra anlaşıldı. Nöbetçi her nasılsa Mozart’ın kasetini bulamamıştı. Panik halinde arkadaşlarını nasıl ikaz edeceğini düşünürken adamlar içeri dalmışlardı bile... O da hemen mikrofonu açmış Mozart’ın parçasını çalamamıştı ama adını söylemek de aynı etkiyi yapardı herhalde, diye düşünmüştü.”
Başörtülü öğretmene Ata’sını anmak yasak
Başörtüsü nedeniyle, okuldaki 10 Kasım törenlerine alınmayan bir öğretmenin hikayesi de can yakıcı. 10 Kasım sabahı okul müdürü odasına çağırıp “Hoca Hanım, biliyorsunuz durumlar hassas. Törene katılmasanız iyi olur” diye öğretmeni okuldan gönderiyor. Evine doğru giderken “Atatürk’ü anamayacak mıyım? Başörtülüler anamıyor mu? O başörtülülerin Atası değil mi?” soruları beynini kemiren kadın öğretmen, evde içini rahatlatmak için Kur’an okurken kapısı çalınıyor. Geri kalanını o öğretmenin kaliminden okuyalım; “Öğrencilerim törenden kaçıp bana gelmişler. ‘Ne işiniz var burada? Tören başlamıştır, sizin orda olmanız gerek’ diyorum. “Öğretmenim, tören diyorsunuz. Törende şimdi konuşmalar olacak. Atatürk’ü anlatacaklar. Diyecekler ki Atatürk özgürlük getirdi. Kadınları zor durumdan kurtardı. Onun sayesinde okuyup öğretmen oluyorlar. Madem özgürlük var siz neden buradasınız. Neden törene katılamıyorsunuz?’ diyorlar. Sormadığım sorular çocuklarımın ağzından dökülüyor. Cevaplar yok...”
Manşetten vurup yardım istedi
Başörtüsü nedeniyle gördüğü baskı nedeniyle ücretsiz izne ayrılıp, bir dersanede arkadaşlarına yardım eden öğretmen anlatıyor: “Dershanede olduğum bir gün, öğrenciler telaşla bir arkadaşlarına araba çarptığını haber verdiler. Koşarak dışarı çıktım, dershane öğrencisi bir kızımız yerde, çarpan şahıs aracının anahtarını bana uzatarak, ‘Arabayı siz kullanın hocam, ben şu anda şoktayım!’ dedi. (...) Öğrenciye çarpıp, anahtarını bana uzatan kim olabilir sizce? (!) Hani benim hakkımda uydurma manşet atıp, sonra da savcılığa suç duyurusunda bulunan gazeteci vardı ya, o işte! Hastaneye doğru yola çıktık... (...) biraz sonra bana ‘Hocam ne olur bacımıza söyleyin de, benim çarptığımı polise söylemesin, benim ehliyetim de yok!’ dedi. (...) ‘Hiç görmediğin, tanımadığın biri hakkında uydurma manşet atıp, sonra da bana hakaret ediyor, beni tehdit ediyor diye suç duyurusunda bulunduğun öğretmenim ben’ demedim. Şimdi bile tanımıyor o beni...”
Cunta zoruyla boşandılar ama!
EŞİ astsubay olan başörtülü bir öğretmen anlatıyor: Duruşma sonrası eşimle koşarak kendimizi sahile atıyoruz. (...) saatlerdir gözlerimi zorlayan yaşları bırakıveriyorum sessizce. Büzülüyorum, deniz havası içimi ürpertiyor ama artık resmen eşim olmayan eşime sokulamıyorum sabahki gibi. (...) Eşim ‘Ne değişti bizim için, üzme kendini’ diyor ama binaya giren benle binadan çıkan ben farklı...”