YSK, oligarşinin tipik üst kurumlarından biri
Seçmenin çoğunluğu Numan Kurtulmuş`u Türkiye`nin yeni dönem başbakanı olarak görüyor
AK Parti farkında olmadan iktidarını tehlikeye sokacağını zannettiği her şeyi “düşman” sayıyor; ideal, ilke ve değerleri de aynı kapsamda değerlendirerek tuhaf tanımlar, karşıtlıklar oluşturuyor
Başörtülü adayları seçilebilecek yerlerden aday gösterilmemesi AK Parti’nin yansıra CHP, MHP ve BDP’nin de ayıbıdır. Başörtülü kadınlar önce rejim tarafından sonra da kendi camiaları (partiler, şirketler, sosyal çevre vb) tarafından mağdur edildi
YUNUS YALÇIN – ÖZGÜN DURUŞ
Genel seçime az bir süre kala siyasi arenada tansiyon yüksek. Liderler meydanlarda halka vaatlerini anlatırken aynı zamanda taraflar arasında sert polemikler yaşanıyor. Özellikle AK Parti, CHP ve MHP arasında gerilim tırmanıyor. Karşılıklı sert açıklamalar bazen küfürleşmeye kadar varıyor. En son CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Başbakan Erdoğan’a yönelik sarf ettiği söz gündeme damgasını vurdu. Önümüzdeki günlerde gerginliğin daha da artacağı görünüyor. Siyasette sert rüzgârların estiği bir dönemde Has Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Milletvekili adayı Erol Erdoğan ile konuştuk. Sorularımızı cevaplayan Erdoğan, önemli açıklamalarda bulundu.
Seçime az bir süre kaldı, siz de adaysınız, çalışmalar nasıl gidiyor?
Tahminimizden iyi gidiyor. Adaylarımız sürekli sokaklarda. Medyada görünür olmakta biraz zorlanıyoruz. Çift kutuplu ve kamplaştırıcı siyasi yapının sonucu olarak seçim barajı yüzde 10 olmakla birlikte medya barajı bazen yüzde 20’lere kadar çıkabiliyor. Dezavantajlarımızı teşkilat gücü, adayların performansı, sosyal ağlar ile aşmaya çalışıyoruz. Genel Başkanımız Numan Kurtulmuş’la ilgili oluşan müspet algı ve seçim beyannamesinin reform merkezli oluşu avantajlarımız olarak gözüküyor. Evet, dediğiniz gibi ben de İstanbul 3. bölgeden adayım. Kendi bölgemde ve genel başkan yardımcısı olarak da zaman zaman bölgem dışında çalışıyorum.
Aday belirlemede temel kriteriniz neydi, nasıl belirlediniz adayları?
Türk siyaseti için yeni sayılabilecek aday belirleme sistemimizi bu seçimde denedik. Modelin başarılı olacağına dair kuvvetli işaretler aldık. Bu sistemde adayları üyeler belirliyor.
Üye temayülü mü yaptınız?
Hayır, temayül değil “üye yoklaması” bizim yaptığımız. Geleneksel temayül yoklamaları belirleyici değil sadece eğilimi tespit için yapılır, partileri bağlayıcı değildir. Sözgelimi teşkilat veya üye temayüllerinde 1. olan aday adayı listeye bile alınmayabilir. Bizim tercihimiz “üye yoklaması”dır. Yani ilan edilmiş kriter ve ilkeler çerçevesinde aday adaylarının sıralamasını üyelere yaptırmak ve üyelerin yaptığı sıralamayı da aday sıralaması olarak YSK’ye vermek. Genel merkez kontenjanı ve istisnaları veya kısıtları da önceden ilan etmek gerekir. Biz sistemi 30’a yakın ilimizde denedik. Sistemi geliştireceğiz. Siyaseti halka açmanın ilk aşaması, partiyi üyelerle yönetmek ve üyeleri partinin sahibi yapabilmektir.
Zor değil mi, nasıl başaracaksınız?
Eski siyasi kültür buna çok yatkın değil. Ancak bu konuda Has Parti olarak iki avantajımız var. Genel Başkanımız Numan Kurtulmuş, başından beri bu sistemi kararlılıkla savunuyor. Anayasa Meclisi, dar bölge seçim sistemi, yaygın aidat – açık finans uygulaması, siyaseti halka açmak, vesayetten millet egemenliğine geçiş gibi çok sayıda proje bu yakın dönemde Sayın Numan Kurtulmuş ve onun siyasi ekibi tarafından oluşturuldu. Seçim beyannamemizin dayandığı “Yeni Türkiye – Yeni Siyaset” felsefesi de bunu destekliyor. Bunun yanı sıra yeni seçmen profili, gençler ve yeni siyasetçi kuşak da böyle istiyor. Bu da bizim niyetlerimizi gerçekleştirebilmek için avantaj sağlıyor.
Kamuoyunun beklentisine rağmen iktidar partisi başörtülü adayları seçilebilecek yerlerden aday göstermedi bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu, iktidar partisi AK Parti’nin yansıra CHP, MHP ve BDP’nin de ayıbıdır. Başörtülü kadınlar önce rejim tarafından sonra da kendi camiaları (partiler, şirketler, sosyal çevre vb) tarafından mağdur edildi. Mağduriyetin giderilmesi için bu seçimde uygun siyasi zemin vardı. Keşke çözülebilseydi. Biz Has Parti olarak, kadın adaylarda açık – kapalı gibi ayrımcı bir tasnif uygulamadık. Başbakanın ve bazı AK Partili grupların başörtülü aday taleplerini “komplo” olarak değerlendirmeleri ise üzücü oldu. Bu tavır; demokrasiye, insan haklarına ve özgürlüklere yabancılaşmadır. AK Parti farkında olmadan iktidarını tehlikeye sokacağını zannettiği her şeyi “düşman” sayıyor; ideal, ilke ve değerleri de aynı kapsamda değerlendirerek tuhaf tanımlar, karşıtlıklar oluşturuyor. Bu ise, hataları fazilet, keramet saymaya dönüşen bir sapmadır.
Türkiye’nin temel sorunlarına çözüm önerileriniz nedir? Kısacası diğer partilerden farkınız?
Türk-Kürt, Alevi-Sünni, Laik-Dindar, Asker-Sivil gerginlikleri... Bunlar, siyasi çatışma alanları. Bunlar için formülüm; “çatışma alanlarının paydaşlık alanına dönüştürülmesi”dir. Başarmamız gereken budur. Çatışmanın değil paydaşlığın önünü açabilirsek, onlarca gerginlik konusunun çatışma unsuru olmaktan çıkıp, birbirimizi anlama vesilesine dönüşeceğine inanıyorum.
“Çatışma alanlarının paydaşlık alanına dönüştürülmesi” çok ümitli olduğunuz bir formül mü?
Bu formüle kültürel kodlarımız ve tarihimiz müsait. Bu formül doğal bir içeriğe sahip; yani hayatın olağan akışına paralel, sünnetullaha uygun. Çünkü sürüklendiğimiz çatışmalar çok ciddi sosyolojik sebeplere dayanmıyor. Saydığımız onlarca sorun, son yüzyıldaki modern, baskıcı, emperyal tasarımlardan kaynaklanıyor.
YSK’nın bazı bağımsız adayları veto etmesinin ardından yaşanan tartışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yanlış bir karardı. Oligarşinin tipik üst kurumlarından biridir YSK. Bir YSK oligarşisi bütün cıvataları gevşetti. Yıllardır parmak sayısına dayalı istikrar denilen şeyin ne kadar sığ bir durum olduğu ortaya çıktı. Biz, öncelikle ve hemen adalet, özgürlük, eşitlik diyoruz. Kısacası, kendine demokratlık değil külliyen reform!
Tayyip Erdoğan’dan sonra merkez sağın lideri ve başbakan olarak Has Parti lideri Numan Bey görülüyor, bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Çok sayıda ankette bu sonuç çıkıyor. Hatta anketlerin çoğunluğunda, Saadet, AK Parti, BBP ve BDP’lilerin ikinci, CHP ve MHP’lilerin de üçüncü tercihi Has Parti olarak gözüküyor. Seçmenin çoğunluğu “Numan Kurtulmuş’u Türkiye’nin yeni dönem başbakanı” olarak görüyor. Onun için Numan Kurtulmuş’u sadece merkez sağın müstakbel lideri olarak görmek eksik bir tanım olur; Numan Kurtulmuş “Yeni siyasetin – Yeni Türkiye”nin lideri, Has Parti de, “Yeni siyasetin – Yeni Türkiye”nin partisidir. Yani biz sağın veya solun değil; milletin merkezinde olan bir partiyiz.
Seçim sonrasının en önemli beklentisi, yeni bir anayasa yapılması. Gerçekten Anayasanın bütünüyle değiştirilmesi mümkün mü, yoksa bu sadece bir seçim stratejisi mi? Sizin bu konuda bir çalışmanız var mı?
Bu ülkede herkes anayasadan şikâyetçi ve yeni bir anayasa istiyor. O zaman işimiz kolay. “Çatışmacı siyaseti” değil “paydaşlık siyaseti”ni benimsiyorsak “herkesin yeni anayasa istemesi” gibi güçlü bir talebi “ortak payda” haline getirerek yola çıkmalıyız. Biz 3–4 yıldır bu psikoloji üzerinden kendimizi biçimlendiriyoruz. “Anayasa Meclisi”yle başlatılacak bir süreçle “vesayetten millet egemenliğine geçiş”i sağlayacak yeni bir anayasa yapmayı 2 yıldır sürekli milletimize teklif ettik, teklifimizin detaylarını siyasetçilerle paylaştık. İlk başta “olur mu ya” deniliyordu, yavaş yavaş iş çevrelerinin, siyasetçilerin ve sivil toplumun çağrımıza sıcak baktığını görmeye başladık. Has Parti; yeni anayasa çalışmalarının belirleyici partisi olacaktır. Biz hazırız ve hazırlıklıyız. Biz bu konuda tam bir reform öneriyoruz.
Neler var reform paketinizde?
Seçim beyannamemizde çok geniş bir alan bu konuya ayrıldı. Ben temel 7 teklifimizi söyleyeyim. Anayasa’yı halk yapacak (Anayasa Meclisi), devleti halk denetleyecek (Denetim Meclisi), yerel yönetimler güçlenecek (İl Meclisleri), Siyasi Partiler Kanunu, seçim sistemi ve TBMM İçtüzüğü değiştirilecek, yönetilebilir, saydam ve hesap veren bir kamu yönetimi tesis edilecek, adil ve hızlı işleyen bir yargı sistemi kurulacak.
Zorunlu askerlik meselesi ve süresi de diğer bir tartışmalı konu. Sizce bu kadar büyük bir ordu ve askeri harcama, gelişmekte olan bir Türkiye için fazla değil mi?
Evet, fazla ve yeni dönem güvenlik konseptine de uygun değil. Çok askerimizin olması ve fiziken büyük bir orduya sahip olmamız bizi güçlü kılmaz. Bu alanla ilgili tekliflerimiz şöyle: İstihbaratta tek çatı oluşturulacak. Jandarmanın yerini “Kırsal Polis” alacak. Uzmanlaşmış ve modern teknoloji ile teçhiz bir ordu yapısına geçilecek. Zorunlu askerlik hizmeti 3 ay olacak.
Ortadoğu halk ayaklanmalarıyla çalkalanıyor, hükümetin bu konudaki dış politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bölge ciddi gelişmelere gebe. Berlin Duvarının yıkılışından itibaren bölgeyle ilgili planlar var. Son olayları, büyük ölçüde, halkın diktatör rejimlere karşı isyanı olarak görüyorum. Ancak, halk isyanına sahip çıkıp kendi istediği özgür devlet yapısını tesis edebilecek mi diye kendime sorduğum zaman “evet” diyemiyorum. Hükümet; Tunus ile başlayan Mısır ile devam eden ve Libya’da zirveye ulaşan olaylarla ilgili belli bir dış politika ilkesi ortaya koyamadı. Halkların gururunu okşamaya dönük davranarak süreci yöneteceğini düşündü ama bu politik davranış maalesef Libya’da çöktü. Hükümetin bölgeyle ilgili dış politikası gerçekçi değil. Zaman zaman hoşumuza giden çıkışlar yapılıyor ama diplomatik sonuçlar alınamıyor. Irak’ta 1 milyon kişi öldü, Afganistan işgal altında, Libya belirsizliğe doğru sürükleniyor, Sudan bölündü. Hükümet, hiç değilse dış politikada; halkı, sivili toplumu, muhalefeti sürece dâhil ederek güçlü bir diplomatik süreç başlatabilseydi.
Kürt meselesi nasıl çözülecek? Herkes durumdan rahatsız aslında…
Herkes rahatsız ama henüz yüksek sesle “yeter” demiyor kimse. Halkın sesi, Kürt sorunu olmasından rahatsız olanların, bu konu artık çözülsün diye bir araya gelenlerin ve ciddi çözüm teklifi olanların partisidir. Çözümümüz net; adalet, özgürlük ve refah temelinde, etnik yapıların onuru ve gururunu dikkate alarak çözülecek bu sorun. Siyasi yaklaşımımız “çatışma alanlarının paydaşlık alanına dönüştürülmesi”dir.
Kürtlerin anadil taleplerine Has Parti cevap verebilecek mi?
İnsanların tek bir ırktan oluşmadığına inanıyorsak farklı dillerin varlığını da normal kabul etmeliyiz. Örneğin, İslam dini, bu farklılığı bir hikmete bağlayarak farklılıkları “tanış olmanın” sebebi saymıştır. Katı ulus devletler ve etnik yapıyı kutsallaştıranlar hariç kimse herhangi bir dili bu anlamda yadsımaz. Ülkemiz insanının çoğunluğunun ana dili Türkçedir. Ben de öyleyim. Bir araştırma sonuçlarına göre “ana dilim Türkçe” diyenlerin oranı yüzde 85’e yaklaşıyor. Türkçenin dışında en yaygını Kürtçe olmakla birlikte, Arapça, Zazaca, Lazca, Çerkezce, Abazaca, Arnavutça, Boşnakça, Romence ve Gürcüce de vatandaşlarımızın bir kısmının ana dilidir. Belki başka diller de vardır, unuttuklarım için özür dilerim. Dolayısıyla dil tartışmalarının bu mantıkla yapılmasında fayda var. Çok dilli, çok kültürlü bir ülkede olduğumuzu aklımızda tutmalıyız hep.
Dilin öğrenilmesine, öğretilmesine, konuşulmasına kimse engel olmamalı hatta dilin yaşatılmasına dair çalışmalar teşvik edilmelidir. Dilden korkulmaz; dil anlaşmak içindir, iletişim içindir. Her dil, insanlığın hazinelerindendir; niye kaybolsun, niye unutulsun. Etnik yapıların asimilasyonunun engellenmesi ve kardeşliğinin pekiştirilmesi… Bu iki meseleyi birlikte gözetme sorumluluğumuz var.
Bir diğer çok tartışılan konu da özerklik meselesi oldu. Bu tartışmalara yaklaşımınız nedir?
BDP’nin gündeme getirdiği özerklik bölge halkına bireysel özgürlük vaat ediyor mu? Veya özerklik, daha çok adalet, daha çok refah, daha çok insani gelişmişlik anlamına geliyor mu? Bu sorulara evet demek imkânsız. Özerklik yerine yerel yönetimin ve yerinden yönetimin güçlendirilmesi, bireysel özgürlüklerin arttırılması; sosyal, dini ve kültürel hayatın medeniyet perspektifi çerçevesinde çeşitlendirilmesi gerekir. Dünyada yüzlerce belki de binlerce dil var. Her dile bir devlet talebi gerçekçi de değil, doğal da değil. Esas olan insanın özgürlüğü, toplumun insani gelişmişliğidir.
Çözülmeyecek sorun yok
Alevilerin zorunlu din dersiyle ilgili talepleri var. Din dersleri olmasın diyorlar. Halkın Sesi Partisi Alevilere ne diyor?
Din alanındaki eğitim ve bilgilenme faaliyetini iki ayrı başlık altında tasnif etmek gerekir: Din kültürü dersi ve din eğitimi. Din eğitimi, din eğitimini isteyenlere verilmeli; kimse istemediği halde din eğitimi almaya zorlanmamalıdır. Din eğitimi isteyenlere verilecek eğitim de göstermelik olmamalı; en başta o dinin kitabı, temel kaynakları, tarihi, ibadetleri, inançları gerekirse birden fazla dersle en özgün biçimde öğretilmelidir. Kişi, aldığı bu eğitimle dinini eksiksiz yaşayabilmelimelidir. Din Kültürü dersinin içeriği ise, herhangi bir dinin tebliği ya da eğitimini vermek amaçlı olmayacak şekilde, öğrenciye tüm dinleri, yöresel mezhep ve inançlar ile bunların mensuplarını tanıtacak şekilde düzenlenmelidir. Bu açıdan Din Kültürü dersi, Tarih, Fen Bilgisi veya Çevre dersi gibi kabul edilmelidir. Çevre dersinde fiziki çevreyi ve fizik dersinde de fiziki olayların kurallarını öğreterek çocuğun dünyayı doğru anlaması amaçlanıyorsa, din kültürü dersi de aynı şekilde düşünülmelidir. Böyle bir din kültürü dersi belli sınıflarda zorunlu olmalıdır. Mesela, Hıristiyan ailenin çocuğuna, o çocuk sanki Müslümanmış gibi İslam dini eğitimi vermek yerine çocuğun Müslümanları doğru tanımasını sağlayacak objektif – ansiklopedik bilgiler içeren din kültürü dersi alması sağlanmalıdır. Aynı şekilde Alevi bir ailenin çocuğuna en doğru şekilde kendi inançları ve kültürü öğretilebilmeli bunun yanında diğer din ve mezhep mensuplarını doğru tanımasını sağlayacak Din Kültürü dersi de verilmelidir. Çözülmeyecek sorun yok. Yeter ki, sorunu asıl dert sahipleriyle ilkeler çerçevesinde samimi şekilde çözmek amacıyla konuşabilelim.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.