'Yeni Nesil Müslümanlık' vurgusu yaptı
Dinimizin, çağın insana neleri sunduğu sorusuna verdiği cevaptır. Bu değerler; metafizik değerler alanı, ahlaki değerler alanı, ibadetler alanı ve normatif düzenlemeler alanı (sosyal alan).
Türkiye’de her cemaat, tarikat ve mezhebin itibar ettiği ayrı bir Kuran meali olduğu gibi, ilmihalleri (İslam dininin kurallarını öğretmek için yazılmış kitaplar) de farklı. “Mızraklı İlmihal”, “Büyük Şafii İlmihali”, “Büyük İslam İlmihali” aralarından birkaçı… Mevcut ilmihallerin çoğunda “bugün uygulama imkânı bulunmayan, geçerliliğini yitirmiş ve sağlıksız yorumların yer aldığını” savunan Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden Prof. Hayri Kırbaşoğlu’nun kaleme aldığı “Ahir Zaman İlmihali” halihazırda tartışılan dini konulara getirdiği güncel ve radikal yorumlarla epey tartışılabilir. Kırbaşoğlu, Newsweek Türkiye’den Adem Demir’in sorularını yanıtladı.
Adem Demir: Türkiye’de sayısız ilmihal mevcut. “Ahir Zaman İlmihali”ni bunlardan ayıran ne?
Kırbaşoğlu: Baş döndürücü hızda gelişmelerin yaşandığı bu dönemde, o eserlerin yeni durumlara ve ihtiyaçlara cevap vermesi son derece zordu. Bundan dolayı, ilmihal geleneğinde bir kırılma noktası, yeni bir çizgi, bir ilmihal açılımı zorunluluğu oluştu. İlmihaller sadece ferdi dindarlık alanıyla sınırlı kalmamalı, sosyal alana, küresel meselelere, temel insani durumlara da ilgi duyup 21. yüzyılda yaşanabilir ve sürdürülebilir bir Müslümanlığı sunma hedefine odaklanmalı. Kaldı ki, insanlığın ve gezegenin karşı karşıya bulunduğu bölgesel ve küresel tehditler, Müslümanlar’ın tek başına üstesinden gelemeyecekleri bir boyuta ulaşmış durumda.
Yaşanabilir ve sürdürülebilir Müslümanlık derken?
Müslümanların büyük bir bölümü, sağlıksız bir din anlayışı sebebiyle, öncü olma görevini yerine getiremiyor. Bu yüzden de tarihin öznesi değil nesnesi olarak kalmaya devam ediyorlar. Yaşanabilir ve sürdürülebilir Müslümanlık, dış dünyayı, tarihin akışını Allah’ın iradesi doğrultusunda değiştiren bir anlayıştır ve yeryüzündeki statükoların yok olması için çalışır. Kılınan namazların, tutulan oruçların, indirilen hatimlerin, art arda hac ve umre ziyaretlerinin sayısal çokluğu yeni Müslümanlığın kriteri değil. Yeryüzündeki zulüm, adaletsizlik, sömürü, açlık, sefalet, işsizlik, savaş, talan ve benzeri şer gelişmeleri durdurma konusunda bir işe yarayıp yaramadıklarının muhasebesini yapabilenler, yaşanabilir Müslümanlığı tercih etmiştir.
İslam kültüründe olup da günümüzde geçerliliğini yitirmiş bilgilere örnek verebilir misiniz?
Mesela boşanmanın erkeğin iki dudağı arasından çıkacak bir söze bağlı olduğu. Tek adam yönetimi anlamında halifelik ya da saltanata ilişkin hükümler. Devlet başkanına mutlak itaati telkin eden fıkhî hükümler. Kadınların devlet başkanı ve yönetici olamayacağı... Kadının tek başına yolculuk edemeyeceğine dair hükümler. Müzik dinlemenin ve resim yapmanın -İslam’a uygun olan olmayan ayrımı yapmaksızın- haram olduğu…
Kitabınızda “İslami değerler dizgesi” diye bir kavram kullanıyorsunuz. Nedir bu?
Dinimizin, çağın insana neleri sunduğu sorusuna verdiği cevaptır. Bu değerler; metafizik değerler alanı, ahlaki değerler alanı, ibadetler alanı ve normatif düzenlemeler alanı (sosyal alan).
Ahlak, ibadetlerden önce mi geliyor?
İbadetler maddeten ve manen çok fazla risk almayı gerektirmeyen dini görevler. İslam’da öncelik, ibadetlerden ziyade değerler ve ilkelere verilmiş. İbadetler ise yeryüzünde sosyal-ekonomik adalet esasına dayalı bir düzen kurma çabasında, Müslümanlar için bir itici güç, ilham ve moral kaynağı olarak vazedilmiştir; yoksa yeryüzündeki zulüm ve kötülüklere sırtınızı dönerek yerine getirmeniz için değil. Müslümanların çoğu; namaz, abdest, oruç ve hac ile sınırlı bir Müslümanlık ile yetinmeyi tercih ediyor. Allah’ın İslam ümmetine yüklediği evrensel görevi yerine getirme konusunda ise tembel ve isteksiz davranıyorlar.
Namaz kılmayı terk eden bir Müslüman’ın küfre gireceğine ilişkin değerlendirmelerin doğruluk derecesi ne?
Kuran’da, namaz konusunda gevşek veya ihmalkâr davranan Müslümanların ölüm cezasına çarptırılması gerektiğine dair en küçük bir ipucu dahi yok. Bu konuda dayanak olarak gösterilen birtakım rivayetler ise, böylesi önemli bir meselede delil olacak kadar kesin ve açık değil. Hz. Peygamber döneminde böyle bir uygulamaya gidildiğine dair kesin ve net bilgiler de mevcut değil. Bu konuda doğru olan, namaz kılmayanların Allah’ın emrine karşı gelen “günahkâr” Müslümanlar olduklarıdır.
İslami eserler yazdığını savunanların çoğunun, belli bir mezhep ve meşrebi esas alarak kitaplar yazmalarının sebebi nedir?
Kuran ve sünnet açısından meseleye yaklaşıldığında, İslam dini mensupları için bir tek kimlik söz konusu, o da Müslümanlık. Mezhepler, cemaatler, tarikatlar ise bir kimlik, hatta alt kimlik dahi değildir. Bunlar en fazla İslam’ı anlama ve yorumlama konusundaki çeşitli çabalar, ilmi ve fikri ekoller olarak görülebilir. Hatta bazılarını bu kapsamda değerlendirmek bile oldukça zor. Zira bilhassa cemaat ve tarikatlar ilim ve fikir temelli, sorgulayıcı olmaktan ziyade; teslimiyetçi, hatta çoğunlukla cemaat veya tarikat liderine körü körüne bağlı kapalı yapılar. Çeşitli dini gruplar, günümüzde İslam birliğini güçlendirecekleri yerde tam aksi yönde işlev görüyorlar. Mezhep, cemaat, tarikatlar İslam dünyasının birliğine katkıda bulundukları, tefrika ve taassuptan uzak kaldıkları sürece İslam’a uygun hareket etmiş olurlar. Aksi takdirde İslam’a aykırı bir çizgide ilerlediklerini ve ahirette bunun hesabını vermek durumunda kalacaklarını bilmeliler. Kuran-ı Kerim de, En’am suresinde “Dinlerini parça parça edip, fırka fırka ayıranlar var ya senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur” ve er-Rûm suresinde “Dinlerini bölük pörçük edip fırkalara ayrılanlar gibi olmayın” deniyor. Bu ayetler, mezhepçilik, tefrikacılık, grupçuluk ve hizipçilik yapanları açık bir şekilde tehdit etmekte.
İslam’ın son din, Hz. Muhammed’in ise son peygamber olduğu, bundan sonra vahiy gelmeyeceği İslam dünyasında genel kabul. Ancak siz vahiy geleneğinin devam edeceğini iddia ediyorsunuz.
Elbette bu yeni bir vahiy ve yeni bir peygamber anlamında değil. Son vahiy olan Kuran’ı insanoğlunun tarihi tecrübesi ve aklıselim ile sürekli yorumlamak, bu vahiyden ilham alarak modeller geliştirmek, yani içtihat sürecine işlerlik kazandırmak mümkün. İslam küresel gelişmeler ışığında yeniden yorumlanarak bir “yeni nesil Müslümanlık” inşa edilmeli.
Size göre, “Bir Müslüman, statükocu, muhafazakâr ve kapitalist olamaz.” Peki, solcu olabilir mi?
Bir Müslüman’ın sağcı ve muhafazakâr olmasından kimse rahatsızlık duymadığı halde, solcu olmasından bu denli rahatsız olunmasının sebebi ne? Bu tutarsızlığı izah etmek güç, zira bunların her ikisi de İslam geleneği dışındaki modern yaklaşım ve eğilimler. Günümüz şartlarında Müslümanların daha sosyal adaletçi, daha eşitlikçi, daha özgürlükçü, antiemperyalist, sömürü ve kapitalizm karşıtı, emek sömürüsüne karşı, çevreci, savaş karşıtı bir İslami çizgi benimsemeleri gerekir.
Konforlu bir hayata sahip kimi mütedeyyinler “Müslümanlar her şeyin en iyisine layıktır” tezini savunuyor. Lüks ve şatafat dinen savunulabilir mi?
Müslümana yakışır bir yaşayış tarzı değil. Hele İslam dünyasında günde üç-beş lira ile geçinmek zorunda kalanlar varken. “Müslümanlar her şeyin en iyisine layıktır” iddiası doğru ise, o zaman diğer Müslüman kardeşlerinin de bu lüks ve şatafata layık olduklarını kabul etmeleri gerekmez mi? Bunu söyleyemediklerine göre aslında, “Gariban Müslümanlar değil, bizim gibi komprador Müslümanlar her şeyin en iyisine layıktır” demiş olmuyorlar mı? Bu yaklaşım, ne Kuran’a ne de Hz. Muhammed’in modeline uyuyor.
Son yıllarda bu kesimlerde dini nikâhla giderek daha da artan gizli evlilikleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
İslam’da imam nikâhı diye bir nikâh şekli yok. Nikâh İslâmî bir düzende İslâmî değerlere uygun kıyıldığı zaman, imam olmadan da geçerlidir. Türkiye’de vatandaşların dini inançlarını göz önünde bulunduran bir düzenleme yapılmadığı için, Müslümanlar da resmi nikâhın bu eksikliğini gidermek için ayrıca dini nikâh yaptırmayı tercih ediyor. Resmi nikâh memurlarının, Müslüman, Hıristiyan, Yahudi, Alevi, Sünni, ateist olsun her vatandaşın arzusuna uygun bir merasim şekli belirlemesi, nikâh akabinde onların uygun görecekleri duaları veya iyi dilekleri okuması suretiyle bir çözüm bulmak imkânsız değil. Dini nikâh veya imam nikâhı uygulaması, kadınların istismarına yol açacak şekilde suiistimal edilmekte. Özellikle bazı tarikat ve cemaatler genç kızları dini nikâh söylemleriyle heveslerine kurban ediyorlar. Resmi nikâh kıymadan dini nikâh kıyılmamalıdır.
Adem Demir: Türkiye’de sayısız ilmihal mevcut. “Ahir Zaman İlmihali”ni bunlardan ayıran ne?
Kırbaşoğlu: Baş döndürücü hızda gelişmelerin yaşandığı bu dönemde, o eserlerin yeni durumlara ve ihtiyaçlara cevap vermesi son derece zordu. Bundan dolayı, ilmihal geleneğinde bir kırılma noktası, yeni bir çizgi, bir ilmihal açılımı zorunluluğu oluştu. İlmihaller sadece ferdi dindarlık alanıyla sınırlı kalmamalı, sosyal alana, küresel meselelere, temel insani durumlara da ilgi duyup 21. yüzyılda yaşanabilir ve sürdürülebilir bir Müslümanlığı sunma hedefine odaklanmalı. Kaldı ki, insanlığın ve gezegenin karşı karşıya bulunduğu bölgesel ve küresel tehditler, Müslümanlar’ın tek başına üstesinden gelemeyecekleri bir boyuta ulaşmış durumda.
Yaşanabilir ve sürdürülebilir Müslümanlık derken?
Müslümanların büyük bir bölümü, sağlıksız bir din anlayışı sebebiyle, öncü olma görevini yerine getiremiyor. Bu yüzden de tarihin öznesi değil nesnesi olarak kalmaya devam ediyorlar. Yaşanabilir ve sürdürülebilir Müslümanlık, dış dünyayı, tarihin akışını Allah’ın iradesi doğrultusunda değiştiren bir anlayıştır ve yeryüzündeki statükoların yok olması için çalışır. Kılınan namazların, tutulan oruçların, indirilen hatimlerin, art arda hac ve umre ziyaretlerinin sayısal çokluğu yeni Müslümanlığın kriteri değil. Yeryüzündeki zulüm, adaletsizlik, sömürü, açlık, sefalet, işsizlik, savaş, talan ve benzeri şer gelişmeleri durdurma konusunda bir işe yarayıp yaramadıklarının muhasebesini yapabilenler, yaşanabilir Müslümanlığı tercih etmiştir.
İslam kültüründe olup da günümüzde geçerliliğini yitirmiş bilgilere örnek verebilir misiniz?
Mesela boşanmanın erkeğin iki dudağı arasından çıkacak bir söze bağlı olduğu. Tek adam yönetimi anlamında halifelik ya da saltanata ilişkin hükümler. Devlet başkanına mutlak itaati telkin eden fıkhî hükümler. Kadınların devlet başkanı ve yönetici olamayacağı... Kadının tek başına yolculuk edemeyeceğine dair hükümler. Müzik dinlemenin ve resim yapmanın -İslam’a uygun olan olmayan ayrımı yapmaksızın- haram olduğu…
Kitabınızda “İslami değerler dizgesi” diye bir kavram kullanıyorsunuz. Nedir bu?
Dinimizin, çağın insana neleri sunduğu sorusuna verdiği cevaptır. Bu değerler; metafizik değerler alanı, ahlaki değerler alanı, ibadetler alanı ve normatif düzenlemeler alanı (sosyal alan).
Ahlak, ibadetlerden önce mi geliyor?
İbadetler maddeten ve manen çok fazla risk almayı gerektirmeyen dini görevler. İslam’da öncelik, ibadetlerden ziyade değerler ve ilkelere verilmiş. İbadetler ise yeryüzünde sosyal-ekonomik adalet esasına dayalı bir düzen kurma çabasında, Müslümanlar için bir itici güç, ilham ve moral kaynağı olarak vazedilmiştir; yoksa yeryüzündeki zulüm ve kötülüklere sırtınızı dönerek yerine getirmeniz için değil. Müslümanların çoğu; namaz, abdest, oruç ve hac ile sınırlı bir Müslümanlık ile yetinmeyi tercih ediyor. Allah’ın İslam ümmetine yüklediği evrensel görevi yerine getirme konusunda ise tembel ve isteksiz davranıyorlar.
Namaz kılmayı terk eden bir Müslüman’ın küfre gireceğine ilişkin değerlendirmelerin doğruluk derecesi ne?
Kuran’da, namaz konusunda gevşek veya ihmalkâr davranan Müslümanların ölüm cezasına çarptırılması gerektiğine dair en küçük bir ipucu dahi yok. Bu konuda dayanak olarak gösterilen birtakım rivayetler ise, böylesi önemli bir meselede delil olacak kadar kesin ve açık değil. Hz. Peygamber döneminde böyle bir uygulamaya gidildiğine dair kesin ve net bilgiler de mevcut değil. Bu konuda doğru olan, namaz kılmayanların Allah’ın emrine karşı gelen “günahkâr” Müslümanlar olduklarıdır.
İslami eserler yazdığını savunanların çoğunun, belli bir mezhep ve meşrebi esas alarak kitaplar yazmalarının sebebi nedir?
Kuran ve sünnet açısından meseleye yaklaşıldığında, İslam dini mensupları için bir tek kimlik söz konusu, o da Müslümanlık. Mezhepler, cemaatler, tarikatlar ise bir kimlik, hatta alt kimlik dahi değildir. Bunlar en fazla İslam’ı anlama ve yorumlama konusundaki çeşitli çabalar, ilmi ve fikri ekoller olarak görülebilir. Hatta bazılarını bu kapsamda değerlendirmek bile oldukça zor. Zira bilhassa cemaat ve tarikatlar ilim ve fikir temelli, sorgulayıcı olmaktan ziyade; teslimiyetçi, hatta çoğunlukla cemaat veya tarikat liderine körü körüne bağlı kapalı yapılar. Çeşitli dini gruplar, günümüzde İslam birliğini güçlendirecekleri yerde tam aksi yönde işlev görüyorlar. Mezhep, cemaat, tarikatlar İslam dünyasının birliğine katkıda bulundukları, tefrika ve taassuptan uzak kaldıkları sürece İslam’a uygun hareket etmiş olurlar. Aksi takdirde İslam’a aykırı bir çizgide ilerlediklerini ve ahirette bunun hesabını vermek durumunda kalacaklarını bilmeliler. Kuran-ı Kerim de, En’am suresinde “Dinlerini parça parça edip, fırka fırka ayıranlar var ya senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur” ve er-Rûm suresinde “Dinlerini bölük pörçük edip fırkalara ayrılanlar gibi olmayın” deniyor. Bu ayetler, mezhepçilik, tefrikacılık, grupçuluk ve hizipçilik yapanları açık bir şekilde tehdit etmekte.
İslam’ın son din, Hz. Muhammed’in ise son peygamber olduğu, bundan sonra vahiy gelmeyeceği İslam dünyasında genel kabul. Ancak siz vahiy geleneğinin devam edeceğini iddia ediyorsunuz.
Elbette bu yeni bir vahiy ve yeni bir peygamber anlamında değil. Son vahiy olan Kuran’ı insanoğlunun tarihi tecrübesi ve aklıselim ile sürekli yorumlamak, bu vahiyden ilham alarak modeller geliştirmek, yani içtihat sürecine işlerlik kazandırmak mümkün. İslam küresel gelişmeler ışığında yeniden yorumlanarak bir “yeni nesil Müslümanlık” inşa edilmeli.
Size göre, “Bir Müslüman, statükocu, muhafazakâr ve kapitalist olamaz.” Peki, solcu olabilir mi?
Bir Müslüman’ın sağcı ve muhafazakâr olmasından kimse rahatsızlık duymadığı halde, solcu olmasından bu denli rahatsız olunmasının sebebi ne? Bu tutarsızlığı izah etmek güç, zira bunların her ikisi de İslam geleneği dışındaki modern yaklaşım ve eğilimler. Günümüz şartlarında Müslümanların daha sosyal adaletçi, daha eşitlikçi, daha özgürlükçü, antiemperyalist, sömürü ve kapitalizm karşıtı, emek sömürüsüne karşı, çevreci, savaş karşıtı bir İslami çizgi benimsemeleri gerekir.
Konforlu bir hayata sahip kimi mütedeyyinler “Müslümanlar her şeyin en iyisine layıktır” tezini savunuyor. Lüks ve şatafat dinen savunulabilir mi?
Müslümana yakışır bir yaşayış tarzı değil. Hele İslam dünyasında günde üç-beş lira ile geçinmek zorunda kalanlar varken. “Müslümanlar her şeyin en iyisine layıktır” iddiası doğru ise, o zaman diğer Müslüman kardeşlerinin de bu lüks ve şatafata layık olduklarını kabul etmeleri gerekmez mi? Bunu söyleyemediklerine göre aslında, “Gariban Müslümanlar değil, bizim gibi komprador Müslümanlar her şeyin en iyisine layıktır” demiş olmuyorlar mı? Bu yaklaşım, ne Kuran’a ne de Hz. Muhammed’in modeline uyuyor.
Son yıllarda bu kesimlerde dini nikâhla giderek daha da artan gizli evlilikleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
İslam’da imam nikâhı diye bir nikâh şekli yok. Nikâh İslâmî bir düzende İslâmî değerlere uygun kıyıldığı zaman, imam olmadan da geçerlidir. Türkiye’de vatandaşların dini inançlarını göz önünde bulunduran bir düzenleme yapılmadığı için, Müslümanlar da resmi nikâhın bu eksikliğini gidermek için ayrıca dini nikâh yaptırmayı tercih ediyor. Resmi nikâh memurlarının, Müslüman, Hıristiyan, Yahudi, Alevi, Sünni, ateist olsun her vatandaşın arzusuna uygun bir merasim şekli belirlemesi, nikâh akabinde onların uygun görecekleri duaları veya iyi dilekleri okuması suretiyle bir çözüm bulmak imkânsız değil. Dini nikâh veya imam nikâhı uygulaması, kadınların istismarına yol açacak şekilde suiistimal edilmekte. Özellikle bazı tarikat ve cemaatler genç kızları dini nikâh söylemleriyle heveslerine kurban ediyorlar. Resmi nikâh kıymadan dini nikâh kıyılmamalıdır.
(Newsweek Türkiye)