Yazı işleri'ne kim ihtarname çekti?
Olay kitabın yazarını konk eden Ruşen Çakır, yayından önce kendilerine ulaşan ihtarnameyi yazdı.
Gülen cemaatine yönelik ilk değil ama en inandırıcı ve en ağır suçlamalar
Ruşen Çakır'ın gözüyle olay kitap 3
Hanefi Avcı’nın kitabının ana ekseninde Fethullah Gülen cemaatinin devlet içindeki kadrolaşması ve bu kadrolar aracılığıyla yürüttüğü yasadışı faaliyet iddiaları olduğu ortada. Her ne kadar kitaptan hoşlanmayan çevreler “belge yok” dese de 557-563. sayfalarda yer alan ve cemaatten birileri tarafından daha üst bir merciye yollandığı ileri sürülen raporvari şikayet mektubu başlıbaşına yeterlidir. Avcı’nın, cemaatin Emniyet içindeki “imamı”nın “Kozanlı Ömer” kod adını kullanan Osman Hilmi Özdil adlı bir şahıs olduğunu ileri sürmesi de, bu iddiaların doğru ya da yanlış olduğunu anlayabilmek için çok önemli bir ipucudur.
Avcı ile yaptığımız NTV’deki Yazı İşleri programı öncesi Özdil’in avukatından bir ihtarname aldık. Bu da gösteriyor ki o isimde biri var. Ama kendisi ortaya çıkmış ve hakkındaki iddialara cevap vermiş değil. Adli ve idari mercilerin de kendisinin ifadesine başvurduğunu duymuş değiliz.
Avcı, Emniyet (ve devletin MİT, TSK gibi diğer kritik kurumlarındaki) cemaat yapılanmasının kendi önlerinde engel gördükleri kişi, grup, çevre ve kurumlara karşı bir dizi komplo düzenlediklerini ileri sürüyor. Ona göre Şemdinli İddianamesi, Van 100. Yıl Üniversitesi eski Rektörü Yücel Aşkın’a yönelik dava, çoğu üst düzey rütbeli subay olan birçok kişinin özel hayatlarının kayıt altına alınıp internet ve diğer medya araçları üzerinden yayılması, Erzincan’da Başsavcı İlhan Cihaner, Org. Saldıray Berk ve bazı MİT mensuplarını da kapsayan dava gibi birçok olayın arkasında Gülen cemaatinin komploları bulunuyor.
Avcı, Emin Aslan, Mustafa Gülcü, Sabri Uzun, Celal Uzunkaya, Faruk Ünsal, Ahmet İlhan Güner gibi polis şeflerine yönelik soruşturma, yargılama, görevden alma, kızağa çekilme gibi uygulamaların ardında da yine cemaatin olduğuna inanıyor.
Bütün bunlara ek olarak, kendisinin de, ama yaptığı yasal başvurularda adlarını verdiği ama kitapta vermediği İstanbul’daki iki polis şefi tarafından (ki bunların da cemaate bağlı olduklarını söylüyor) yasadışı bir şekilde dinletildiğini ortaya çıkardığını ileri sürüyor.
Bugüne kadar başta Emniyet olmak üzere devletteki Gülen kadrolaşması üzerine çok şey söylendi ama Avcı’nın kitabının bu konuda bir dönüm noktası olduğu kesindir. Çünkü:
1) Avcı, Gülen cemaatine hiç de uzak birisi değildi. Avcı’nın muhafazakâr bir dünya görüşü ve yaşam tarzına sahip olması, polis teşkilatındaki (ve kamuoyundaki itibarı) kendisini daha inandırıcı kılıyor;
2) Türkiye’nin en önde gelen istihbaratçılarından olan Avcı’nın, Emniyet’teki yaygın ilişki ağını da kullanarak cemaat örgütlenmesi hakkında epey bilgi sahibi olması normaldir. Diğer bir deyişle, o, bazılarının iddia ettiği gibi “olsa olsa” yöntemiyle değil, uzun bir çalışmanın sonucunda iddialarını dile getiriyor olmalı.
Avcı’nın Ergenekon’a bakışı
Özellikle medyada Avcı’ya yönelik son derece yoğun bir karalama ve itibarsızlaştırma kampanyası yürütülüyor. Ve bu kampanyanın en çarpıcı yönü, Gülen cemaatinin devlet içinde örgütlendiği iddialarını hiç gündeme getirmeden diğer konuların öne çıkarılması. Bu noktada en çok, Avcı’nın Ergenekon soruşturması başta olmak üzere, son dönemin önemli kriminal olayları hakkındaki görüşleri hedef alınıyor. Avcı’nın, örneğin Danıştay saldırısının Ergenekon’la ilişkilendirilmesine itiraz etmesi, Hrant Dink suikastini “bireysel” bir eylem olarak görmesi gibi konularda ben de farklı düşünüyorum. Bununla birlikte, başkalarının yaptığı gibi, Avcı’nın yaklaşımlarının bir çırpıda çöpe atılmak istenmesi de doğru değil. Çünkü:
1) Söz konusu olaylarla ilgili bilgilerimizin birbirinden farklı kanallardan akıyormuş gibi gözükmekle birlikte kaynağının tek, bunun da Avcı’nın hedef tahtasına oturttuğu Gülen cemaatiyle irtibatlı bir olgu olduğunu rahatlıkla ileri sürebiliriz. Dolayısıyla bu konularda büyük ölçüde üretilmiş, bozulmuş ve yönlendirilmiş bilgilerle zehirlenmiş olduğumuz göz önüne alınırsa, her türden alternatif görüşe daha fazla kulak kesilmemiz kadar normal bir şey olamaz.
2) Bu bağlamda, bu ülkenin en iyi istihbaratçılarından biri olduğunu bildiğimiz Avcı’nın bu olaylar hakkındaki değerlendirmelerini, bize ne kadar kabul edilemez gelse de, önemsememe gibi bir lüksümüz olamaz.
Başkalarını bilmem ama ben çok önemsiyorum. Çünkü Hanefi Avcı’nın kitabının, nedense görmezden gelinen bir olguyu çıplak bir şekilde gözler önüne serdiğini düşünüyorum: Türkiye’de bir dönem birlikte hareket etmiş ama zamanla yolları ayrılmış ve bir süredir kıran kırana çatışma halinde olan iki ayrı “derin devlet” var. Avcı dün bunlardan birine savaş açmıştı, bugün ikincisinin evrensel hukuk ve demokrasi değerleri içine girmesi için mücadele ediyor.
Ruşen Çakır/Vatan