Yassıada'daki cinayetin belgeleri
Başbakan Menderes ve iki bakanını idama götürürken, yaşanan hukuk katliamı tarihe kara bir leke olarak geçti. 50 yıl sonra ortaya çıkan fotoğraflar, bu katliamın belgeleri:
50 yıl sonra ortaya çıkan fotoğraflar, bu katliamın belgeleri... Dünyanın hiçbir mahkemesinde görülemeyecek bir manzara Yassıada'da oluşturulmuş. Salonun ortasında Ada Komutanı Albay Tarık Güryay oturuyor. Bir tarafında sanık ve tanıklar, diğer tarafında hâkim var. İstemediği her ifadeye, her karara müdahale ediyor.
27 Mayıs darbesinin üzerinden 50 yıl geçti. Başbakan Adnan Menderes ile bakanları Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu'nun idamının acısı hâlâ tazeliğini koruyor. Mahkeme sonucunun davanın başında belirlendiği, Yassıada'da yapılanın bir yargılama değil, suçu örtme girişimi olduğu bugüne kadar çeşitli delillerle ispatlandı. Darbenin 50. yıldönümünde Zaman'ın ortaya çıkardığı fotoğraf ve görüntüler de, yaşanan hukuk katliamını gözler önüne seriyor. Sanıklar, avukatlar, tanıklar ve mahkeme heyetinden oluşan olağan duruşma fotoğraflarına Yassıada'da komutan kürsüsü de eklenmiş.
Hakim ve savcılar, Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Menderes ile arkadaşlarını hakaretler altında yargılarken, salonun ortasında Yassıada Komutanı Albay Tarık Güryay oturuyor. Bir tarafında sanık ve tanıklar, diğer tarafında mahkeme heyeti duruyor. Arkasında iki nöbetçi subay hazırolda bekliyor. Binlerce saatlik ses kayıtları ve görüntülerde, Güryay'ın mahkemeye sürekli müdahale ettiği açıkça görülüyor. Avukatlardan, yargılanan isimlere kadar herkese karışıyor. İstemediği her ifadeye ve karara karşı çıkıyor. Teoman Koman ve Akay Şakman da Güryay'ın 'sağ ve sol kolu' diye tanımlanıyor. Mahkemedeki bu askerî görüntüyü ise, bütün duruşmaları izleyen Milli Birlik Komitesi'nin iki üyesi tamamlıyor.
Adnan Menderes'i önce gönüllerden silmek istediler
Yassıada yargılamalarında Bebek ve Köpek davaları ilk sıralara alınmıştı. Cunta mahkemesinin heyeti, Başbakan Menderes'i 'Bebek Davası'; Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ı ise 'Köpek Davası ile milletin nezdinde küçük düşürmek istiyordu. Menderes, Ayhan Aydan'dan olan çocuğunu doğar doğmaz öldürmekle suçlanıyordu. İddianame, baştan sona psikolojik harp mantığıyla hazırlanmıştı. Amaç, idamlar öncesi halkın Menderes'e olan teveccühünü yıkmaktı. Dava süreci radyoda 'Yassıada Saati' başlığı altında halkı yönlendirmek için kullanılmıştı.
Bebek Davası olarak tarihe geçen davada eski Başbakan Adnan Menderes ile opera sanatçısı Ayhan Aydan yargılanıyordu. Menderes, Ayhan Aydan'dan olan çocuğunu doğar doğmaz öldürmekle suçlanıyordu. Aslında bu davayla Ayhan Aydan ile gayri meşru ilişkisiyle gündeme gelen Menderes'in halkın gözünde küçük düşürülmesi amaçlanıyordu. İddianame, baştan sona psikolojik harp mantığıyla hazırlanmıştı. Gazeteler ve radyoların bu konuyla alakalı haberleri de bu mantıkla hazırlanıyordu. Radyoda 'Yassıada Saati'nde davayı anlatan spiker bile hislerine hakim olamıyor, tarafgir davranıyordu: "Masum halkımızın oylarını çalıp, türlü türlü entrikalar çevirerek başa geçen düşüklerin elebaşılarının milletin parasıyla safa sürdüğü devirlerde ne gibi süfli işlerle uğraştıkları bir kez daha görüldü..."
Hâkim ve savcının Menderes'e karşı tutumu son derece sert ve katıydı. Savcı, eski Başbakan'a ağır hakaretlerde bulunuyor, hâkim alaycı ifadeler kullanıyordu. Davanın gidişatından memnun olmayan Savcı, "Muhterem heyet, size yeni deliller sunacağım." diyerek; hukuk tarihine geçecek bir skandala imza atıyordu: "İnkılabı müteakip memleketin en güzide hâkimlerinden oluşan bir heyet Başvekalet'teki evrakların tedkiki ile görevlendirilmişti. Kasalar birer birer açıldı. 10 senelik icraatın rüsubu olan bu evraklar incelendi. Ancak bunlardan bir tek kasayı açmakta bu heyet tereddüt etti. 'Tarihî evraklar bulunur' levhasından dolayı... Bu kasadan ne mühim devlet sırları çıkacaktı! Kasa açıldı ve memleketi cennete çevirecek plan ve projeler bulunabilirdi! Kasadan Adnan Menderes imzalı bir zarf çıktı... Kim bilir bu yumuşak zarfta neler vardı? Acaba neler olabilirdi? 'Belki Atatürk'e ait bir hatıra var mıydı?' diye düşünüldü! Bu heyecanla zarf elden ele dolaştırıldı ve içinden çıkanlar heyetin tüylerini diken diken etti..." Savcı, Menderes'in kasasından çıktığını iddia ettiği kadın iç çamaşırlarını mahkeme heyetine göstermekle kalmıyor, eline alıp salonda bulunan herkesin göreceği şekilde sallıyordu. İşte bu sırada Menderes'e karşı bir 'Yuh' sesleri yükseliyordu. Böylece, Menderes gözden düşürülmeye çalışılıyor; idamlara giden yolda önemli bir psikolojik eşik aşılıyordu.
Savcıdan Menderes'e itham: Eyüpsultan'a abdestsiz gidiyorsun
Savcının yıldırma amaçlı 'iç çamaşırı' iftirasından sonra Menderes'in avukatı Burhan Apaydın söz aldı: "Sayın Menderes, beğenirsiniz beğenmezsiniz, bu memlekette 10 yıl başvekillik yaptı. 'Yere düşmekle cevher, sâkıt olmaz kadr-ü kıymetten' diyerek yerine geçti... Savcı bu söze sinirlendi. Avukat Apaydın'ı, Menderes ile ortak olmakla hatta birlikte çapkınlık yapmakla suçladı.
Menderes, şaşkındı, bitkindi. Ne olup bittiğini anlayamayacak kadar da çaresizdi. Korkmuştu belki! Kısa ve öz konuştu: "Böyle bir şey ile uzaktan yakından hiçbir ilgim yoktur. Ben çocuğun şehadetiyle ilgili suçlamayı soruşturma kurulunda öğrendim." Savcı kabalaştıkça kabalaşıyordu. Menderes'e akıl almaz iftiralarda bulunuyordu. Bu iftiralardan biri de abdestsiz olarak Eyüpsultan'a gitmesiydi. Savcıya göre Menderes'in Eyüpsultan'a gitme amacı Kadir Gecesi'nde cemaatin arasında görünmekti. Hatta savcı daha ileri gidiyor, Menderes'in Yassıada'da abdestsiz olarak Kur'an-ı Kerim okuduğunu iddia ediyordu.
Ayhan Aydan: Menderes'i çok sevdim
-Savcıdan sonra hamle sırası Hâkim Başol'daydı. "Ayhan Aydan zamanın başbakanı ile münasebet kurmaktan çekinmemiş, bunu iftihar ederek yaymıştır." diyerek Menderes'i, Ayhan Aydan aleyhine ifade vermeye zorluyordu.
Menderes, "Muhterem Reis Bey, beni mazur görün ama ben bunlardan malumat sahibi değilim." diyerek cevap veriyordu. Cevaptan memnun olmayan Mahkeme Başkanı, Menderes'e karşı sesini yükseltip sözünü kesiyordu. Başol'un ikinci sorusu geliyordu: "Resmi arabalar, metresler için tahsis edilip evin önünde bekliyordu. Bu nasıl iş?" diyerek alay ediyordu. Hâkimin hakaretlerinden Ayhan Hanım'ın doktoru Fahri Atabey de nasibini alıyordu. Fahri Bey'den Menderes'i zor durumda bırakacak ifadeleri alamayacağını anlayan Başol, Atabey'e patladı: "Palas pandıras buraya gelmişsin konuş bakalım."
Menderes'e oynanan bu oyunda ihtilalciler, bütün umutlarını Ayhan Aydan'a bağlamıştı. Kürsüye Ayhan Aydan çağrıldı. Nihayet Ayhan Hanım, şahit sıfatıyla hâkimin karşısındaydı. Hâkim Başol, dalga geçer gibi sorguya başladı: "Sanık Menderes evli, bunu siz de biliyorsunuz. Bunu bildiğiniz halde onunla münasebet kurmuşsunuz." Ayhan Aydan, gayet sakindi, nezaketini elden bırakmadan kendini savundu: "Adnan Menderes'i 1951'de tanıdım. Kendisini çok sevdim. Çocuğu da çok seviyordum. Bütün emelim, ondan bir çocuk sahibi olmaktı. Sağlığıma çok dikkat etmeme rağmen bunda muvaffak olamadım... Maalesef 8 aylık iken bir sancı hissettim. Geceden kanamalarım başlamıştı. Adnan Menderes'e ulaşamadım. Yaveriyle görüştüm. Doktor Fahri Atabey'i aradım. Ama ona ulaşamadım. Doğum gelmişti. Doğumu yaptım, ama çocuk doğum sırasında eceliyle öldü."
Hâkim Başol, Ayhan Hanım'ın bu ifadesinden hiç memnun kalmamıştı. Kaba ve alaycı tavrını 'Ayhan' diyerek ona karşı sürdürüyordu. Hatta bir kadına söylenmeyecek ifadeler kullanıyordu. Ayhan Aydan daha fazla dayanamadı. Eliyle Menderes'i göstererek herkese unutamayacakları bir ders verdi: "İşte halini görüyorsunuz. Ne kadar yükün altında eziliyor. Onu kurtarmak için böyle konuştuğumu sanıyorsanız, benim sözlerim ne ifade eder? Hayır, onu kurtaracak ben mi kaldım!"
Salondan yine büyük bir gürültü koptu, seyirciler gülüşüyordu. Ayhan Aydan buna aldırış bile etmeden yerine geçip oturdu. O sırada Menderes ile göz göze gelmişti. Aydan'ın savunması belli ki Menderes'i rahatlatmıştı. Geçtiğimiz yıl hayatını kaybeden Aydan, ölene kadar bu konu hakkında hiç konuşmadı.
HÂKİM BAŞOL MENDERES'i AZARLIYOR: KÖŞKTE OTURMA BARAKADA OTUR!
-'Örtülü Ödenek Davası'nın sanıkları eski Başbakan Adnan Menderes ile Başbakanlık Müsteşarı Ahmet Salih Korur idi. Menderes, örtülü ödeneği amacına uygun olarak kullanmamakla suçlanıyordu. Oysa örtülü ödenek harcamalarının kanunla belirlenmiş bir tanımı o gün de bugün de yok(tu) ve harcamalar tamamen başbakanın tasarrufunda(ydı). Örtülü ödeneğin nerelere harcandığına dair bir belge tutma zorunluluğu bulunmadığı gibi, bu harcamalardan başbakanlar da mesul tutulamaz ve yargılanamazdı.
Ancak Menderes, Müsteşarı Korur'dan yapılan bütün harcamaları kaydetmesini istemiş, şahsi harcamalarının kendi banka hesabından karşılanmasını emretmiş, kayıtları da 'bir gün lazım olur' diye Başvekalet Konutu'nun çatısında bir valizde saklamıştı. Hatta eşi Berin Menderes'e "Bunlar çok önemli belgeler. Bunları muhafazada özel önem gösterelim. Eğer belgeler arasında şahsi nitelikli harcamalar varsa tespit eder, geri öderiz." talimatı vermişti. Yaptığı harcamalardan korkan biri, mecburi olmadığı halde bu belgeleri saklamazdı. Oysa Menderes'in emriyle tutulan bu kayıtlar, Yassıada'da önüne konuldu ve aleyhinde delil olarak kullanıldı.
Bu davayı ilginç hale getiren unsurlardan biri de Necip Fazıl Kısakürek, Peyami Safa, Orhan Seyfi Orhon, Burhan Belge, Mithat Perin gibi dönemin ünlü yazar ve gazetecilerinin de şahit olarak dinlenmesiydi. Hatta Necip Fazıl'ın eşi Neslihan Kısakürek de şahitler arasındaydı.
Diğer davalarda olduğu gibi Yüksek Adalet Divanı Başkanı Salim Başol ile Başsavcı Altay Ömer Egesel, bu davada da Menderes'i küçük düşürmek için aşağılayıcı ithamlarda bulunuyordu. Hatta Başbakanlık Konutu'nun mutfağına tavuk tüylerini temizlemek için alınan 'cımbız' bile dava konusu edildi. Birkaç kuruşluk bu cımbız, örtülü ödenek belgelerinin saklandığı bavula nasıl girdi bilinmez ancak bu olay o kadar çok abartıldı ki davanın adı kamuoyunda 'Cımbız Davası' olarak anılmaya başlandı.
Kasadan paraları Türkeş mi aldı?
Örtülü Ödenek Davası'nı başlatan Hakim Başol, daha ilk celsede niyetini açık ediyordu. Ona göre Başbakanlık Konutu olarak kullanılan Camlı Köşk'teki yabancı devlet adamları ve büyükelçilere verilen yemekler israftı ve bunlar örtülü ödenekten karşılanamazdı. Hatta bir adım daha ileri giderek Menderes'e şu aklı veriyordu: "Bir başbakan illa köşkte mi oturmalı? Barakada oturun! Cımbız, köşkte oturmanın icabı mıdır?"
Menderes, savunmasında örtülü ödeneğin şahsi harcamalarda kullanılmadığını, kendisinden önceki CHP'li başbakanların da köşkte oturduğunu ve Başvekalet Konutu'nun temsil masrafları için örtülü ödenekten harcama yaptıklarını söylüyordu. Eğer bu konutların masrafı amme masrafı olarak telakki edilmeyecekse CHP dönemi için de emsal mahkemelerin kurulması gerektiğini savunuyordu.
Örtülü ödenek harcamalarının önemli bir kısmı Milli Emniyet Teşkilatı'na verilmişti. Menderes, teşkilata Amerikalıların hakim olduğunu ve personel maaşlarının da bazı yabancı ülkeler tarafından karşılandığını belirtiyor, bu duruma son vermek için örtülü ödenekten para aktarıldığını belirtiyordu.
Örtülü Ödenek Davası'nın en önemli ayrıntılarından biri de, Alparslan Türkeş ile ilgili olan bölümdü. O gün de bugün de bu olay pek tartışılmamış, mahkemede birçok kez gündeme gelmesine rağmen olayın üzerine gidilmemişti. 27 Mayıs ihtilalinin üst kadrosunda bulunan Albay Alparslan Türkeş, ihtilalden hemen sonra Harp Okulu'nda tutuklu bulunan Müsteşar Ahmet Salih Korur'un yanına giderek ondan kasanın şifresini öğrenmişti. Şifreleri vermek istemeyen ve 'birlikte gidip açalım' diyen Korur'u Türkeş'in dövdüğü de iddialar arasında. Korur'a göre kasada 270 bin dolar ve 250 bin TL vardı. Ancak bu para, kasanın heyet tarafından kırılarak açıldığı 2 Haziran tarihinde kasada bulunamadı. Birkaç gün içinde olan olmuştu. Ya Korur yanılıyordu ya da kasa önceden açılmış ve içerisinden paralar alınmıştı. Örtülü Ödenek Davası'nın yazarı, aynı zamanda Celal Bayar'ın torunu Emine Gürsoy Naskali, darbenin ilk gününden itibaren Başbakanlık Müsteşarlığı görevini üstlenen Türkeş'in 1997'de vefatından sonra İngiltere'de bir bankada ortaya çıkan yüklü miktarda paranın kaynaklarının açıklanamamasını manalı buluyor.
HÂKİM BAŞOL'DAN MENDERES'E: YETER!
Mahkeme Başkanı Başol ile Menderes arasındaki diyaloglar, Menderes'e kendisini savunma imkanı verilmediğini ortaya koyuyor:
Hâkim Başol: Okunan vesikalara göre sırf şahsi masraflar yapılmıştır... Şahsi masraflar yapılabilir mi söyleyiniz?
Menderes: Reis beyefendi... buyurdunuz ki fasıl okunacak cevabı verilecektir. (Menderes, savunmasında iddiaları cevaplandırıyor. Ancak Başol, sözünü kesiyor.)
Hâkim Başol: Kısa ama...
Menderes: Kısa... ...Kanunun 77. maddesi diyor ki örtülü mahiyette olan istihbarat...
Hâkim Başol: Kendinizi zorluyorsunuz, zorlaya zorlaya netice çıkaracaksınız... ...Şimdiye kadar okuduğumuz listedeki masraflar yapılabilir mi?
Menderes: 70 bin liralık masrafın içinde bir cımbız var. Onu da cımbızla bulmuşlar, çıkarmışlar.
Hâkim Başol: Okuduğumuz listedeki..
Menderes: Arz edeyim..
Hâkim Başol: Uzatırsanız sözünüzü keseceğim..
Menderes: Kısa söyleyeceğim.
Hâkim Başol: Hayır yeter!
Başol'dan Menderes'e: Necip Fazıl mı vatansever!
Örtülü Ödenek Davası'nın önemli duruşmalarından biri de Necip Fazıl'ın şahit olarak dinlendiği oturumlardı. İddiaya göre Necip Fazıl'a Büyük Doğu dergisi için 10 yılda 147 bin lira verilmişti. Hâkim Başol, 'gerici ve Atatürk düşmanı birine' bu paranın neden verildiğini soruyor, Adnan Menderes de Necip Fazıl'ın bir vatansever olduğunu, o ve onun gibi farklı görüşlerden yazar ve gazetecilere ödenekten para yardımı yapıldığını söylüyordu.
Hâkim Başol ise hayret uyandıracak hatta ihsas-ı rey olarak tarihe geçecek şu cümleyi kuruyordu: "Necip Fazıl mı vatansever!" Sıra şahit olarak Necip Fazıl'ın dinlenmesine gelmişti. Aralarında şöyle bir diyalog yaşandı:
Başkan Başol: Örtülü ödenekten para almışsınız...
Necip Fazıl: Evet aldım. Ne aldığımdan ziyade niçin aldığım mühimdir. Ben örtülü ödenekten methiyeci, kasideci, eski Roma cenazelerinde sahte ağlayıcıları olarak para almadım ve bunlardan hiçbirini yapmadım. 1943'ten 1960'a kadar taştan taşa vurulan, zindandan zindana sürülen mukaddesatçı, milliyetçi, Anadolucu, ahlakçı bir idealin himayesi yolunda para aldım...
Başkan Başol: Bu notları yazmışsınız okuyorsunuz, burada not olarak kelime kelime okuyamazsınız...
Necip Fazıl: İlk gazete olan Takvimi Vakai'den bu yana fikre müstenit bir tek gazete mevcut değildir ki, şu veya bu şekilde hükümetten yardım görmesin.
Başkan Başol: Üniversite gençliği ki süt gibi tertemizdir. Onlar sizi gerici buluyorlar...
Necip Fazıl: Bana gerici diyenler, sesini duyuranlar... Bir de on binlerce genç var ki benim idealime bağlı. Fakat sesini yükseltemiyorlar...
Başkan Başol: Memleket yararına yayın yapan gazetelerin büyük kanaati de memlekete zararlı olduğunuz...
Necip Fazıl: Büyük gazete tiraj ifade eder...
Mahkeme salonunun ortasında komutana özel kürsü
Yassıada duruşmalarının akıldan silinmeyen manzaraları kuşkusuz idam fotoğraflarıydı. Ancak bir fotoğraf, mahkemenin nasıl yönlendirildiğini gözler önüne seriyor. Mahkeme başkanı ve hâkimler heyeti, Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes ile Demokrat Partilileri yargılarken, mahkeme salonunun ortasında, Yassıada Komutanı Albay Tarık Güryay, kendisine ayrılan kürsüde oturuyor. Güryay duruşmalar boyunca yargılamayı izleyerek gerektiğinde müdahale ediyor.
Adalet sistemi içinde hiçbir şekilde yer almayacak bu görüntü, duruşma fotoğraflarına da yansımış. Fotoğraflarda Güryay'ın arkasında iki nöbetçi subayın bulunduğu gözleniyor. Salonun her yanında görevli onlarca asker var. Seyircilerin arasında Milli Birlik Komitesi'nden iki üye de davayı sürekli takip ediyor.
Yassıada mağduru birçok ismin tanık olduğu üzere Güryay, hem adada yaptığı zulümler hem de mahkeme salonunda avukatlardan yargılanan isimlere kadar herkese müdahale etmesiyle hatırlanıyor. O dönemde Yassıada'da görev yapan Teoman Koman ve Akay Şakman gibi isimler ise Tarık Güryay'ın 'sağ ve sol kolu' diye tanımlanıyor.
Peyami Safa: Dergimde iktidarı öven tek bir yazı yok
-Sıra örtülü ödenekten Türk Düşüncesi Dergisi için para alan yazar Peyami Safa'nın ifadelerine gelmişti.
Peyami Safa, şahit sıfatıyla Yassıada'da bulunuyordu. 10 yıl içinde örtülü ödenekten Türk Düşüncesi Dergisi için 49 bin lira yardımda bulunulmuştu.
Başkan Başol, "Neden bu para diğer gazetelere değil de size veriliyor?" diye soruyordu.
Peyami Safa, bu soruya şöyle cevap veriyordu: "Bu sualinizin muhatabı ben değilim ama ben olduğumu farz ederek cevap vereyim. Bu, memlekette yüksek aydın sınıfının muhtaç olduğu bir mecmuadır. Memleket hayrına çıkmaktadır."
Hâkim Başol: İddiaya göre DP'yi desteklemek için olacaktır ki örtülü ödenekten bu kadar yüksek bir ödeme yapılmış...
Peyami Safa: Efendim bu mecmuada ben yedi sene bulundum. Bunun tek nüshasında iktidarı öven, müdafaa eden tek bir yazı yoktur.
Hâkim Başol: Yazılarınızla iktidarı destekliyor musunuz?
Peyami Safa: Bilakis en şiddetli hücumları ben yapmışımdır.
Başol: Üniversitelilerin doğru dediği doğrudur
-Örtülü Ödenek Davası duruşmasında, Hâkim Başol ile Bakan Tevfik İleri arasında Necip Fazıl ile ilgili şu diyalog geçiyor:
Hâkim Başol: Tevfik İleri, Necip Fazıl'ın neşriyatının memleket yararına olup olmadığı noktasındaki görüşünüz... ...Üniversite gençliği Necip Fazıl'ın neşriyatını protesto ediyor. Doğru dedikleri doğrudur, yanlış dedikleri yanlıştır...
Tevfik İleri: Muhterem Reis Beyefendi, bu mevzu gayet derin bir mevzudur.
Hâkim Başol: Derin ama gayet basit olarak ifade edilebilir.
Tevfik İleri: İlerilik, gericilik mevzuu bugün olduğu gibi bundan sonra da devam edecek bir münakaşa mevzuudur. ...Benim tavassut ettiğim Necip Fazıl'ın böyle bir neşriyatı yoktu. Daha ziyade çoluk çocuğu ile aç kaldığından kendisine tavassut etmişimdir.
Başkan Başol: Mesela Türkçe ezan için "Tanrı Uludur, Tanrı Uludur" diye okunduğu zaman "Allah işte insanı böyle ulutur" diye ezanın Türkçe okunmasına muhalefet etmiştir.
Tevfik İleri: Yanlış bir şeydir efendim...
Hakim Başol, Menderes'i azarlıyor: Köşkte oturma barakada otur
'Örtülü Ödenek Davası'nın sanıkları eski Başbakan Adnan Menderes ile Başbakanlık Müsteşarı Ahmet Salih Korur idi.
Menderes, örtülü ödeneği amacına uygun olarak kullanmamakla suçlanıyordu. Oysa örtülü ödenek harcamalarının kanunla belirlenmiş bir tanımı o gün de bugün de yok(tu) ve harcamalar tamamen başbakanın tasarrufunda(ydı). Örtülü ödeneğin nerelere harcandığına dair bir belge tutma zorunluluğu bulunmadığı gibi, bu harcamalardan başbakanlar da mesul tutulamaz ve yargılanamazdı.
Ancak Menderes, Müsteşarı Korur'dan yapılan bütün harcamaları kaydetmesini istemiş, şahsi harcamalarının kendi banka hesabından karşılanmasını emretmiş, kayıtları da 'bir gün lazım olur' diye Başvekalet Konutu'nun çatısında bir valizde saklamıştı. Hatta eşi Berin Menderes'e "Bunlar çok önemli belgeler. Bunları muhafazada özel önem gösterelim. Eğer belgeler arasında şahsi nitelikli harcamalar varsa tespit eder, geri öderiz." talimatı vermişti. Yaptığı harcamalardan korkan biri mecburi olmadığı halde bu belgeleri saklamazdı. Oysa Menderes'in emriyle tutulan bu kayıtlar, Yassıada'da önüne konuldu ve aleyhinde delil olarak kullanıldı.
Bu davayı ilginç hale getiren unsurlardan biri de Necip Fazıl Kısakürek, Peyami Safa, Orhan Seyfi Orhon, Burhan Belge, Mithat Perin gibi dönemin ünlü yazar ve gazetecilerinin de şahit olarak dinlenmesiydi. Hatta Necip Fazıl'ın eşi Neslihan Kısakürek de şahitler arasındaydı.
Diğer davalarda olduğu gibi Yüksek Adalet Divanı Başkanı Salim Başol ile Başsavcı Altay Ömer Egesel, bu davada da Menderes'i küçük düşürmek için aşağılayıcı ithamlarda bulunuyordu. Hatta Başbakanlık konutunun mutfağına tavuk tüylerini temizlemek için alınan 'cımbız' bile dava konusu edildi. Birkaç kuruşluk bu cımbız, örtülü ödenek belgelerinin saklandığı bavula nasıl girdi bilinmez ancak bu olay o kadar çok abartıldı ki davanın adı kamuoyunda 'Cımbız Davası' olarak anılmaya başlandı.
Zaman