Yaşayan Ölüler!
Kalp, dil ve elinden hiç birisiyle karşı koymayanlar vardır ki işte bunlar da yaşayan ölülerdir"
Ebu't-Tufeyl şöyle naklediyor: Huzeyfe bin Yeman'ı şöyle derken dinledim: "Ey insanlar! Niçin benden bir şeyler sormuyorsunuz? Diğerleri iyilikleri ve hayırları sorarken ben Hz. Peygamber'den daima şerleri ve kötülükleri soruyordum. Niçin benden yaşayan ölüleri sormuyorsunuz?
Allah Teâlâ, Muhammed'i peygamber olarak gönderdi. O da insanları dalâletten hidayete, küfürden imana çağırdı. Onun çağrısına uyanlar, doğru yola girmek suretiyle canlı iken canlandılar. Onu kabul etmeyenler ise batıla sapmak suretiyle canlı iken öldüler.
Hz. Peygamber'den sonra halifelik dönemi geldi. Ancak bir zaman gelecektir ki halifelik yerini zorba ve zalim bir saltanata bırakacaktır. O zaman bazı insanlar kalbiyle, el ve diliyle ona karşı koyar ki bunlar vazifelerini tam olarak yerine getirmiş sayılır.
Bazıları da elleriyle değil kalp ve diliyle karşı koyar ki bunlar vazifelerinin bir kısmını yapmamış demektir. Bazıları ise yalnızca kalpleriyle karşı koyup elini ve dilini tutar ki bunlar da görevlerinin ancak üçte birini yerine getirmiş olurlar.
Bir de kalp, dil ve elinden hiç birisiyle karşı koymayanlar vardır ki işte bunlar da yaşayan ölülerdir"
Siz cahiliye insanlarından daha fazla dalâlettesiniz
Süleyman bin Hubeyb şöyle anlatıyor: Birkaç kişiyle birlikte Ebu Ümame'nin evine gitmiştik. Kendisinin zayıf ve çok yaşlılık zamanlarıydı. Ancak şuuru çok açık ve konuşması da çok düzgündü.
İlk sözleri şu oldu: "Şu meclisiniz Allah Teâlâ'nın aleyhinize hüccetidir. Çünkü Hz. Peygamber kendisine gönderilenleri sahabilerine; onlar da Hz. Peygamber'den dinlediklerini diğer insanlara tebliğ ettiler. Siz de benden işittiklerinizi tebliğ ediniz."
Sonra da sözlerini şöyle sürdürdü: "Üç sınıf insan vardır ki Allah Teâlâ onlara ya şehit düşerek cennete dâhil edilmelerine ya da büyük sevap ve ganimetlerle evlerine dönmelerine dair teminat vermiştir.
Birincisi; evinden Allah yolunda savaşmak için çıkan kişidir. Bu kişi ya şehit düşerek cennete girecek; ya da büyük ecir ve ganimetlerle evine dönecektir. İkincisi; abdest alarak mescide giden kişidir. Bu kişi oradan evine büyük sevaplar ve manevi ganimetlerle döner; orada ölecek olursa da cennete gider. Üçüncüsü; ise evine girdiğinde selam veren kişidir.
Cehennemde yedi aşamalı bir köprü vardır ki bunun ortasında Allah'ın kaza ve kaderi bulunur. Kul oraya geldiğinde kendisine: "üzerinde hangi borçlar vardır?" diye sorulur. O da: "Ey Rabb'im! Şu şu borçlarım var!" diyerek tüm borçlarını sayar; çünkü insan o gün "Allah'tan hiç bir sır gizleyemez" [Nisa: 4/429]
Bunun üzerine Allah Teâlâ ona: "O halde borcunu öde!" buyurur. Kul da verebilecek hiç bir şeyi bulunmadığını söylediğinde de meleklere onun iyiliklerinden alarak hak sahibine verilmesini emreder. Böylece hiç bir şey kalmayıncaya kadar onun iyiliklerinden alınarak hak sahibine verilir.
İyilikleri bittikten sonra da hak sahiplerinin günahlarından alınarak ona yüklenir. Bu şekilde, dağ gibi hasenelerle gelen bazı kimselerin ellerinde bir tek haseneleri bile kalmaz; üstelik bir de hak sahiplerinin dağ gibi günahlarını da yüklenir. Ey insanlar! Sakın asla ayrılmayınız; çünkü doğruluk insanı iyiliğe, iyilik de cennete götürür.
Ey insanlar! Siz cahiliye insanlarından daha fazla dalâlettesiniz. Çünkü Allah Teâlâ kendi yolunda infak ettiğiniz her dinarınıza yedi yüz dinar, her dirheminize yedi yüz dirhem va'detmesine rağmen sizler mallarınızı O'nun yolunda harcamıyorsunuz. Allah'a yemin ederim ki siz bunca ülkeyi altın ve gümüşle süslenmiş kılıçlarla değil kemik ve kurşun parçalarıyla süslenmiş demir kılıçlarla fethettiniz!" [İbn Asakir]
"Siz hayrın kendisini değil, sebeplerini görüyorsunuz"
Şeddad bin Evs (ra) şunları söylemiştir: "Siz hayrın kendisini değil ancak sebeplerini görüyorsunuz. Hayrın tamamı cennette, şerrin tamamı da cehennemdedir. Dünya iyi - kötü herkesin kendisinden yediği bir metadır.
Ahiret ise kesinlikle gelecek olan bir gündür ki o gün güç ve kudret sahibi Allah Teâlâ hükmedecektir. Dünyanın ve ahiretin bazı dostları vardır. Siz, ahiretin dostları olmaya bakınız ve sakın dünyanın dostlarından olmayınız."
İstanbul'da metfun sahabelerden Ebu'd-Derda (ra) şöyle buyurmuştur: "Bazı insanlara ilim verilmiş fakat hilm (yumuşak huyluluk) verilmemiştir. Ebu Ya'lâ'ya ise hem ilim ve hem de hilm verilmiştir"
"Dört çeşit kalp vardır"
Huzeyfe (ra) şöyle söylemiştir: Dört çeşit kalp vardır.
Birincisi; kılıflı ve bomboş olan kalptir ki bu kâfirin kalbidir. İkincisi; ikiyüzlü olanlardır ki bu da münafıkların kalbidir. Üçüncüsü; dümdüz ve içerisinde pırıl pırıl parlayan bin kandilin bulunduğu kalptir ki bu da müminin kalbidir.
Dördüncüsü ise; içerisinde hem nifak ve hem de iman bulunan kalptir. İman temiz sularla sulanan ağaca benzer. Nifak ise irin ve kanla bezenen çıbana benzer"