Vefatının 20. Yılında Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN Hoca Efendiyi Rahmetle Anıyoruz (1938-4 Şubat 2001)
Merhum Prof. Dr. Abdülkerim ABDÜLKADİROĞLU meslektaşı ve hocası M. Es'ad Coşan'ı anlatıyor.
Prof. Dr. Abdülkerim ABDÜLKADİROĞLU
Merhum ile hukukumuz 40 sene kadar öncesine uzanır. Şöyle ki: 1962-1963 ders yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne kaydoldum. O zaman tek bir ilâhiyat fakültesi vardı. Klasik Dînî Türkçe Metinler (daha sonra Türk-İslâm Edebiyatı) dersimize merhum Prof. Necati Lugal hoca ile birlikte asistan olarak gelirdi.
Es’ad Hoca’nın gönül adamı olması, bizleri ders dışında da görüşmelere çekti. Zaman zaman evine de ziyarete gidiyordum. Hatta merhume annem Ankara'ya gelmişti, onu da götürdüm. Bu ziyaretlerde, hocanın “Muhterem Hanım!” hitabını duyar, kendi kendime:
“—Ne kadar da saygılı bir aile, eşine Muhterem Hanım demeden hitap etmiyor!” diye düşünürdüm.
Sonradan öğrendim ki, eşinin adı Muhterem imiş. Onlar gerçekten de huzurlu ve saygılı bir aile idi.
Es'ad Hoca, ilk sene asistan olarak Necati Lugal Hoca’nın refakatinde derslere gelirdi. Orijinal hattıyla metinleri tahtaya yazardı. İkinci sınıfta (1963-1964) Necati Lugal Hoca’nın hastalığının ağırlaşması üzerine dersleri o üstlendi. İkinci yarıyılda Necati Lugal Hoca vefat etti (23 Mart 1964). Kürsünün bütün sorumluluğu Es'ad Hoca’nın üzerine kaldı.
Es'ad Hoca, mükrim bir kimse idi ve yaşadığı hayatı bunu gerektiriyordu. Hanımı da aileden gelen gelenekle buna alışkın, hatta teşvikkâr idi. Bir keresinde şöyle anlattı;
“—Ankara'ya geldiğimiz aylarda idi. Dr. Emin Acar Beyler hoş geldine gelmişlerdi. Ayın son günü idi ve ertesi gün maaş alacaktık. İkram edecek hiç bir şey, hatta kuru ekmeğimiz bile yoktu. Şayet ekmek olsaydı, bir tencere su ile birlikte ortaya getirecek, sünnet üzere buyurun, şu anda olan bu deyip ikram edecektik. O kadarını da yapamadık. Onlar Hocamızın (Mehmed Zâhid Kotku Hz.) hatırına bizi adam yerine koyup ziyarete geliyorlar, yoksa biz kim oluyoruz ki...” demişti.
Unutamadığım acı bir hatıradır.
Hoca israfın aksine, iktisatlı hayatı sever ve uygulardı. Bir keresinde şöyle anlatmıştı:
“—Fakültede idim. Sular kesilmiş, namaz vakti geçmek üzere idi. Aksi bir tesadüf, odamda bulundurduğum stoklar da kullanılmış, bir su bardağı su kalmıştı. Namazı kazaya bırakmayı göze alamadım ve (mestli olarak) bir bardak su ile abdest aldım, namazımı edâ ettim. Sonra sular gelip de muslukları açınca, ne kadar da israflı su kullandığımızı düşündüm.” demişti.
a. Asistanlık İmtihanım
Benim Türk-İslâm Edebiyatı dersine ilgim çok eski yıllara dayanır. Merhum Necati Lugal ile merhum Es'ad Coşan'ın sevgileri bunu perçinlemiştir. Fakat ben mezun olduğum fakültede bir başka kürsüden asistanlık imtihanına girmiştim. Dersin hocası bana olumlu sinyal veriyordu, fakat bir başkasına kesin söz verdiğini daha sonra öğrendim. Diğer kürsülerde de benzeri şeyler olmuş. Daha sonra bu imtihanlar topluca iptal edildi.
Ben, açık olunmamasına kızarak fakülte ile irtibatımı kestim, altı-yedi yıl hiç uğramadım. O arada müfettişlik işine başladım. Bir gün hummalı bir çalışma içinde iken, saat 15.00 sularında, Es’ad Hocam, daireye beni ziyarete gelmişti. Saat 17.00'da Devlet Bakanı’na sunulmak üzere dosya topluyordum.
“—Abdülkerim! Eski yönetmeliğe göre son bir imtihan açıldı. Bugün müracaatın son günü, yarın dil imtihanları var. Bundan sonra formaliteler artıyor. Üniversite dışından devam etmek üzere verilen bu son hakkı değerlendirirsen iyi olur. Daha doğrusu sana haber vermeğe geldim.” dedi.
“—Hocam! Bugün öyle bir gün ki, halimi görüyorsunuz!” dedim.
“—Dilekçeyi yaz, ben götürüp vereyim!” dedi.
Hocam beni tamamen muhayyer bırakmakla birlikte, yaptığı bu âlî-cenablığa mütevazı bir karşılık olarak, onun kürsüsünden müracaat ettim.
Ertesi gün dersin gereği olarak alınan karar üzerine, her biri bir sonrakine baraj olmak üzere, sırayla İngilizce, Arapça ve Farsça dillerinden peş peşe imtihana alındım.
Akabinde tez konusu araştırması başladı. İstanbul kütüphanelerinde dört ay süren hummalı bir çalışmadan sonra biriken notlar iyiden iyiye kafamızı karıştırmış, karar vermeyi zorlaştırmıştı. Bir akşam vakti idi. Hocanın odasında tartışırken,
“—Abdülkerim, bu iş uzadıkça altından kalkmakta zorluk çekeceğiz. Gel seninle F. Edhem Karatay'ın katalogunu açalım, ne çıkarsa kabul edelim!” dedi.
Dediği gibi yaptık. İsmail Beliğ'in Güldeste-i Riyâz-ı İrfan’ı çıktı. Notlarım arasında Beliğ de olmakla birlikte, o ana kadar tez konusu olarak düşünmemiştim. “Bunda da bir hayır vardır!” diyerek, hayatımdaki İsmail Beliğ sayfasını açmış oldum.
Hocam o tarihte, “Beliğ üzerinde çalışma yok, uzun vadede bütün eserlerini neşredersin!” demişti. O istikamette mesafe almaktayım.
b. Es’ad Hocam Ehliyet Alıyor
Merhum Prof. Dr. Âmil Çelebioğlu ile merhum Prof. Dr. Es'ad Coşan'ın arkadaşlıkları ve yakınlıkları üniversite yıllarına dayanır. Fakat, Âmil Hoca’yı Ankara'da Es'ad hocalara ailece ziyarete götüren ilk ben oldum.
Âmil Hoca, Es'ad Hoca'nın ilmî çalışmaları ikinci planda tutarak, fazlaca sosyal hareketlilik içinde olmasını pek hoş görmüyor; o birikimle, bir değerin heder olduğu görüşünü ifade ediyordu.
1974 yılında iki kapılı bir Taunus arabam vardı. Âmil Hocalarla hafta sonları Ankara çevresine ve çevre ilçelere kır gezilerine giderdik.
Benim araba ile sağa sola giderken, bir gün sanayie uğramıştık. Hocanın araba alma arzusu birden kabardı ve kendisine ikinci el bir Opel aldık. Diyebilirim ki o şoförlüğü yarım saatte öğrendi ve birden bire şehir trafiğine çıktı. Ben Keçiören'den, o Kalaba/Meteoroloji kavşağından geliyor ve zaman zaman yol boyu karşılaşıyorduk. Hızlı bir şofördü ve bu hızlılıkla ara sıra kuralları çiğnediği oluyordu.
Ehliyet imtihanına müracaat etti. Ben, şoförlüğünün biraz daha pişmesinin iyi olacağını söylüyor, başarısız olmasından korkuyordum. İmtihan günü birlikte gittik. Bir hususu tatlı bir hâtıra olarak itiraf etmeliyim. Onun direksiyon başında olduğu dakikalar, başarılı olması için samimiyet ve ihlâsla Allah'a nasıl dua ettiğimi düşünüyorum da, kendim için o derece mahviyet içinde olamadığımı anlıyorum.
Bir taraftan da gözlerimle takip ediyordum. Hataları olmuş, bir keresinde motoru istop bile ettirmişti. Bunlara rağmen başarılı olduğu müjdeli haberi ile geldi. Kendim için bu kadar sevinmemiştim. Artık iki araba, üç aile hafta sonlarını değerlendiriyor, çevreyi geziyorduk. Çubuk Barajları, Karagöl, Bağlum...
c. 1974 Kastamonu Gezisi
Ben Taunus arabamı alınca hem uzun yol tecrübesi yapmak, hem de yakın dostlarıma şehrimi göstermek düşünceleriyle Es'ad Coşan Hoca, Hakim Coşkun Duygu, Vaiz Sadık Aydın ve Mühendis Mümin Kara Beyler olmak üzere Ilgaz Dağı üzerinden Kastamonu'ya gittik. Yol üzerinde Ilgaz'da ikamet eden Şeyh Ahmed Abduşoğlu Hocaefendi'yi (1890-1975) ziyaret ettik. Kastamonu'da merhum Feyzi Efendi'yi ziyaret ettik. Şehirdeki ziyaret yerlerini gezdik.
Şehre vardığımız akşam İbrahim Küçük Hocaefendi'nin evinde, mahallî etli ekmek ikram edildi ve çok beğenildi. Şa'ban-ı Velî Dergâh evinde kaldık. Ahmed Efendi ve Feyzi Efendi merhumlar, her ikisi de kendi sohbet gelenekleri içinde misafirleri âdeta mest ettiler. Bunlar da tatlı birer hâtıra olarak kaldı.
d. Es’ad Hoca’nın İlmî Şahsiyeti
Es’ad Hoca’nın zekâsından, birikiminden ve meziyetlerinden sitayişle söz etmişimdir. Aradaki yaş farkının fazla olmamasına ve arzu etmemesine rağmen elini öpmekten de keyif aldım. Fakat ne Hoca efendiye ne de başkasına derviş olmadım. Bu kültürle uğraşan ve yayınları olan biri olmama rağmen intisab nasib olmadı. Böyle bir ilişkim olsa, saklamayacak kadar da hür ve demokratım.
Ayrıca bir kimsenin falan takımın fanatik taraftarıyım diyebileceği derecede falan zâta intisabım var diyebilmesi ortamının yaşanabilmesi lâzım. Ben de Amil Hoca görüşüne katılarak Es'ad Hoca'nın ilmî kişiliğini birinci planda tutmasının daha isabetli olacağını hep düşünmüşümdür.
Merhum hocam M. Tayyib Okiç, merhum Mahir İz'den söz ederken, bir gün aynen şunları söylemişti:
“—Mahir Bey, Eski Türk Edebiyatı dalında dünyada meşhur beş kişi arasına girer ve ikinci sırayı işgal eder, daha aşağıya düşmez.”
Benim de acizane kanaatim şudur ki:
“—Şayet Es'ad Hoca firâseti, fetâneti, dil ve kültür malûmatı çerçevesinde bütün mesaisini bu dalda sarf etmiş olsaydı, dünya çapında aynı düzeyde ilk sıraları işgal eder, kolay kolay eline kimse su dökemezdi.”
Hocanın yaşadığı şartlarda bile, elde ettiği verim fevkalâde yüksektir. Tevarüs ettiği bu aile geleneği içinde çevresi ile bunca içli dışlı iken, ilmî çalışmalarına ayırabildiği zaman da mühimdir. Hoca bir haftada kitap hazırlamış kişidir.
Ben bu genel yazımda onun iki çalışması üzerinde durmak istiyorum. Bazı şâirler için, “Divanı olmasa bile şu bir tek gazeli olsaydı, onun büyük şâir olduğuna delil teşkil ederdi.” veya “Şu bir risale bile onun ciddî bir ilim adamı olduğunu ispatlar.” denir. Es'ad Hoca’nın bu vesile ile üzerinde duracağım iki çalışması onun gerçek ilmî değerini ortaya koymaktadır:
Bunlardan biri, “Bazı Yazmalarda Görülen Bilmeceli Tarih Kayıtları” dır. Sahasında ilk ve hem doyurucu hem de kaynak olan bu yazı, günümüzde bilmecelisi şöyle dursun, rakam ile yazılmış tarihleri bile dürüstçe okuyamadığı halde bazı unvanlara sahip olanların sayılarının arttığı bir dönemde, ayrı bir önem arz etmekte ve merhum hocanın ciddî ilim adamlığı kişiliğini ortaya koymaktadır.
Bir diğer eseri Hacı Bektaş-ı Velî'nin Makàlâtı’dır. Aslı doçentlik tezi olan bu yayının (İst. LXI+127 sayfa), günümüzün şartları dikkate alındığında önemi daha da artacaktır. Merhum Hocanın bu konuyu seçmiş olması tesadüfi olmamalıdır. Bu konuda sözü uzatmadan, bir iki ay önce yaşadığım bir olayla irtibatlandırmak istiyorum:
Yüksek tahsilli Alevî-Bektaşî biri ile konuşuyorduk. Laf Hacı Bektaş-ı Velî'ye geldi. Ben bu yayından ve bu konudaki diğerlerinden söz ettim. Hacı Bektaş'in fikirlerinin, eserlerinin okunmakla elde edilebileceğini söyledim. İşlediği konuları anlatıyordum ki:
“—Yahu hoca, Hacı Bektaş'ı da mı elimizden alacaksınız?” demez mi?
“—O zaten bizim, başkasının mı sanıyordun?” diye cevapladım.
Okumuşu böyle olunca, gerisini siz düşünün! Koca Hünkâr üzerinde oynanan siyasî oyunlar ve adı etrafında, aslından koparak bayraklaşan hizipler için bu olay câlib-i dikkat bir örnek olmalıdır. En evvel Hacı Bektaş-ı Velî Hazretleri iyice tanınmalıdır. İşte hocanın bu konudaki hizmeti de asla inkâr edilemez.
e. Esad Hoca’nın Şeyhliği
Bilindiği üzere kayınpederi ve irşadda mürşidi M. Zahid Kotku Hazretleri’nin irtihali üzerine, nöbet Es'ad Coşan Hoca'ya devredilmiş oldu. Zahid Kotku Hoca'nın dünyasını değiştirdiğinde İngiltere'de bulunuyorduk. Bir sabah, rüyamda gördüğüm büyük bir depremle ve dehşetle uyandım. Şehrin büyük kısmı tamamen göçmüştü. “Eyvah, Türkiye'de bir şeyler oldu!” dedim. Hayra yorarak günlük işin içine girdik. Tahminen on saat içinde İstanbul'dan kardeşim telefonla arayarak, bu ufûlü haber verdi.
Nöbetin Es'ad Hoca'ya devrolma esnasında bazı şeyler söylendi. Dönüşte bir sohbet esnasında kendisinden söylenenlerin keyfiyetini sorduğumda; bir sohbet sonunda, şahitler huzurunda Şeyh Efendi'nin "Bizden sonra Es'ad bu sorumluluğu devralır.” dediğini söyledi. Hatta Es'ad Hoca, “’Benim omuzlarım bu yükü kaldıramaz.’ dedim, ‘Yardımcıların olur.’ cevabında bulundu.” dedi.
Keyfiyetinde ve görevin tevdiinde şüphe olmamakla birlikte, bazıları haksız yersiz ve değişik yorumlarda bulundular. Bu bir nöbettir, devreder gider.
Es'ad Hoca merhumun, İlahiyat Fakültesi mezunu olarak ilk doktora öğrencisi ve kendisinden ilk doktora yapan benim. Benden sonra doktora sırasını, hepsi de profesör olan Cemal Muhtar Hocam, Ali Yılmaz, Mehmet Akkuş, Hikmet Özdemir Beyler ve diğerleri takip etti.
Es'ad Hoca iki tercih arasında kendi tercihini öyle kullandı. Bu da bir takdirdir; ama yetiştirdiği talebesi ile ilmî kişiliği devam ederken, o hayatının bir günü de olsa ilim yolundan ve halka hizmetten geri kalmamış, çok güzel bir hayat sürmüş, Allah ve Rasûlü rehberliğinde dolu dolu yaşamıştır.
Ölüm mukadder olduğuna göre, er geç göçeceğimize inanıyorsak, Hz. Peygamber'in ömrü kadar yaşayıp dünyasını değiştirmek her kula nasib olmaz. Allah erenleri arasında 63 yaşından sonra mezar hayatı yaşayanlar olmuştur. (1)
Hocam Es'ad Coşan Efendi’yi ve bir süre aynı üniversitenin çatısı altında çalıştığımız damadı Ali Yücel Uyarel Bey'i rahmetle yâd ediyor, ebedî mekânlarının Cennet-i A'lâ olmasını diliyor; ailesine, talebesine ve yakınlarına sabrı cemil niyaz ediyorum. (2)
6 Şubat 2001 /Ankara
-----------------------------------
(1) Prof. Dr. Abdulkerim Abdulkadiroğlu da 2 Şubat 2006 tarihinde, 63 yaşındayken Hakk'ın rahmetine kavuşmuştur.
(2) Abdulkadiroğlu, Abdulkerim, Güncel Yazılar III, Ankara, 2002; M. Zâhid ERKAYA, Prof. Dr. M. Es'ad Coşan, Hayatı, Eserleri ve Tasavvufi Görüşleri, s.340:(http://www.esadcosankulliyati.com/…/kitap/mectez/mectez.html)
Kaynak:
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.