ULUDERE'DE NELER OLDU-3
MAZLUMDER Genel Sekreteri ÜSTÜN BOL ve İnsan Hakları Derneği (İHD) Genel Sekreteri Av. M. Emrah Şeyhanlıoğlu’nun katılımıyla Islah Haber Uludere Dosyası'nın üçüncü bölümü...
Bilindiği gibi Uludere/Roboskî katliamı, Türkiye'nin son birkaç aydır değişmeyen gündemlerinden birini oluşturmakta. Kürt sorununa dönük çözüm arayışlarının gündemdeki sıcaklığını koruduğu bir ortamda TSK'nın savaş jetleriyle gerçekleştirilen bu katliam; iktidarından muhalefetine, basınından sivil toplum kuruluşlarına değin kamuoyunun gündeminde sıcaklığını korumakta, insanlık vicdanını yaralamaya devam etmektedir.
Katliamın mahiyetinin ifşa edilip sorumlulardan biran önce hesap sorulması açısından diğer birçok kesimin yanında Müslümanların konuya karşı yaklaşım ve çalışmalarının bizim açımızdan ayrı bir önemi bulunmaktadır. Uludere imtihanında kazananlar zümresinden olmak için Müslümanlar olarak bizlerin konuyu ısrarla gündemleştirmeye devam etmemiz gerekiyor.
ISLAH-HABER ailesi olarak Başbakan'ın basında ve kamuoyunda geniş yankı uyandıran Uludere-Kürtaj benzetmesinin de konuyu boyutlandırdığı Uludere katliamında ve yürütülen soruşturmada gelinen aşamayı değerlendirmek maksadıyla bir soruşturma dosyasını www.islahhaber.com sitemizde yayınlamak üzere açmayı faydalı bulduk.
Kamuoyunda öne çıkan yazar-aktiviste yönelttiğimiz soruşturmanın cevaplarını şimdilik bir dizi halinde yayınlayacağız. Dizi-yayın bittiğinde de inşallah PDF dosyası halinde yine sitemizde ayrı bir klasör olarak topluca yayınlamak suretiyle istifadeye sunacağız.
Soruşturma dizimizin birinci bölümünde Özgür-Der Genel Başkanı ve Haksöz Dergisi Editörü Rıdvan Kaya ile Yazar-Aktivist Yıldız Ramazanoğlu'nun cevaplarını; ikinci bölümde de Özgür-Der Diyarbakır Şubesi Başkanı Av. Serdar Bülent Yılmaz ve Fıtrat Habersitesi editörü Ahmet Kaya'nın elimize ulaşan cevaplarını yayınlamıştık. Şimdi de soruşturmanın üçüncü bölümü olarak MAZLUMDER Genel Sekreteri ÜSTÜN BOL ve İnsan Hakları Derneği (İHD) Genel Sekreteri Av. M. Emrah Şeyhanlıoğlu'nun cevaplarını paylaşıyoruz.
HAŞİM AY / ISLAH-HABER
***
SORUŞTURMANIN İKİNCİ BÖLÜMÜ
SORU-1: Uludere katliamının üzerinden aylar geçti. Savcılık soruşturma açtı. Meclis, araştırma komisyonu kurdu. Devlet bu olayın üzerinin örtülmeyeceğine, faillerinin en kısa zamanda bulunacağına dair söz vermesine rağmen konuya dair kamuoyunu tatmin eder nitelikte bir gelişmenin yaşandığı henüz söylenemez. Kamuoyunun ve mağdur ailelerin beklentileri sürerken Başbakan'ın konuyu gündemde tutmaya çalışanlara karşı giderek agresifleşen bir üsluba büründüğü görülmekte. Sizce Uludere soruşturmasının sonuçlanmasını geciktiren sebepler nelerdir?
KATLİAM TOPLUMSAL MUHAYYİLEDEN SİLİNMEK İSTENMEKTEDİR
Üstün Bol: Türkiye'nin geldiği noktada artık hiçbir şeyin üzeri örtülemez. Devlet örtmeye çalışsa bile insanları kandıramaz ve başarısız olur. Bu nedenle "Üzeri örtülmeyecek." demek bir şey ifade etmez. Zaten üzeri örtülemez! Başbakan her ne kadar çok sert bir üslupla karşılık verse ve Uludere'yi unutturmamak isteyenlere yüklense bile cümle aralarında çok da rahat olmadığı seziliyor. Uludere'de ne olduğunu Sayın Başbakan çok iyi biliyor ama bir kez sahip çıktı cinayeti işleyenlere; o yüzden şimdi geri dönüp "Hata ettik." diyemiyor. Bu duruş başka hiçbir şey olmasa bile zımnen soruşturmayı geciktiriyor. Öte yandan soruşturma neticelenince ne olacak; o konuda da çok ümitvar değilim!
M. Emrah Şeyhanlıoğlu: Uludere yani Roboski olayının en önemli özelliklerinden birisi; devletin tüm kamuoyunun gözü önünde 34 yurttaşını katletmesi ve arkasına sığınabileceği hiçbir nedenin bulunmamasıdır. Türkiye tarihi Roboski olayına benzer olaylarla doludur. Fakat her defasında devlet ve devlet yetkilileri arkasına sığınacakları (mantıksız olsa dahi) bazı nedenler ileri sürmeye çalışmışlardır. Roboski olayında mantıksız da olsa arkasına sığınılabilecek hiçbir neden bulunmamaktadır. Esasen Ceza hukuku bağlamında taksir kalıplarının çok ötesinde kastla açıklanabilecek bir durum mevcuttur. Bunun yanı sıra bir devlet olarak (konjonktürel olarak) sivil insanların öldürülmesini alabildiğine karşı duracağınızı belirteceksiniz, hatta bu tip olaylar nedeniyle bir komşunuza müdahale etmeyi düşüneceksiniz, dillendireceksiniz ama aynı süreçte kendi ülkenizde 34 sivili savaş uçaklarınızla bombalayacaksınız; bu, inanılmaz bir çelişkidir. Bir bakıma devletin kendi bilinçaltıyla yüzleşmesi ve belki de kendi çelişkilerini görmesidir ya da bilinen bu çelişkilerin tamamen su yüzüne çıkmasıdır. Bu nedenle devletin hemen hemen tüm birimleri bunun şaşkınlığını yaşamakla birlikte bir an evvel bu olayın kamuoyunun hafızasından silinmesi istenilmektedir. Bugün Türkiye'de yargı uygulamaları ve yasal mevzuat gereğince bir trafik kazasında bir kişinin ölümü halinde sürücünün hiçbir kusuru bulunmasa dahi ilk aşamada araç sürücüleri genel itibariyle tutuklanır ve en erken tahliye için bilirkişi raporu beklenir. Fakat bu olayda taksir kalıplarının tamamen dışında bir fiil bulunmasına ve de 34 yurttaş katledilmesine rağmen henüz kamuoyuna yansıyan alınmış bir tek şüpheli ifadesi dahi söz konusu değildir. Bu noktada özellikle kamuoyu tarafından Yargı organlarına, devlet ve görevlilerinin savunucusu, kollayıcısı olmadıklarını yalnızca adaletin gerçekleşmesine ve korunmasına yönelik tutum ve davranışlar takınmaları gerektiği ısrarla hatırlatılmalıdır.
KÜRTAJ BENZETMESİNİN AMACI TEPKİLERİ BASTIRMAKTI
SORU-2: Hükümetin konu karşısında bir hayli sıkıntılı olduğu Başbakan'ın son günlerde giderek daha bir belirginleşmeye başlayan agresif beyanlarından anlaşılmaktadır. Hükümetin Uludere siyasetini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu bağlamda Başbakan'ın Uludere-Kürtaj kıyası nasıl yorumlanmalı?
Üstün Bol: Hükümetin Uludere siyaseti diye bir şey yok. Hükümetin devletleşmesi ve vatandaşını "devlet gibi" sevmesi durumu var. Kürtaj tartışması Uludere konusuyla ilgili olarak özellikle de Müslümanlardan yükselen tepkileri bastırmak ve "Alın size gündem, tartışın!" demek için ortaya atılmış bir gündemdi. Başarılı da oldu. Sağ olsunlar bu konuda hem solcular, hem sağcılar, hem de İslamcılar Başbakana yardım etmek için ellerinden geleni yaptılar.
M. Emrah Şeyhanlıoğlu: Roboski olayında Hükümetin tavrını en iyi analiz eden yazılardan birisi, yazdığı yazı nedeniyle Yeni Şafak gazetesi tarafından işine son verilen Ali Akel'in yazısıydı. Ali Akel'in de belirttiği gibi katliamın ardından Hükümet yetkilileri tarafından ilk gün yapılan açıklamalar kartopu gibi yuvarlana yuvarlana büyüyen devasa bir hataya dönüşmüştür. Bir devletin kendi savaş uçaklarıyla 34 sivil yurttaşını katletmesinin ardından Hükümetin ilk gün açıklaması askerî yetkililere teşekkür etmekten ibaretse, artık bunun üzerine söylenebilecek pek bir şey kalmamış gibidir. Belki "el insaf" demek lazım; "34 cansız bedenin toplanmış parçaları birleştirilip defnedilmeden bu operasyonu gerçekleştirenlere teşekkür etmek mi? Edep ya hu!" demek lazım belki. Şimdi bu kadar yanlış bir noktadan başlanınca artık doğru bir sonuca gitmek mümkün olmuyor. Dolayısıyla hatalı duruşunda ısrar eden Hükümet ve Başbakan, en son "Tazminatsa tazminat, daha ne istiyorsunuz!" deme noktasına gelmişlerdir. Halet-i ruhiye bu şekle bürününce Roboski olayını gündemde tutmaya çalışan, adalet isteyen her kim olursa olsun çok sert reflekslerle karşı karşıya kalmaktadır. Bunlar, kabullenilmek istenmeyen hatanın doğal sonuçlarıdır. "Tazminatsa tazminat!" noktasına gelen bir Hükümetin Roboski olayının faillerinin bulunup hesap sorulması yoluyla adalet isteyenlere sempatiyle yaklaşmasının beklenmesi de çok gerçekçi değildir.
Bu konuyla ilgili dikkat çekici bir diğer çelişkili açıklama da "Her kürtaj bir Uludere'dir." açıklamasıdır. Neresinden tutarsanız elinizde kalacak bir açıklama..! Bir yönüyle gayri ihtiyari bir dışa vurumu ortaya koyuyor bu açıklama. Yani Başbakan aslında Roboski olayının "Tazminatsa tazminat!" seviyesinde bir olay olmadığını ve çok daha vahim bir olay olduğunu içten içe düşündüğünü dışa vuruyor. Öbür yönüyle ise çok kısıtlayıcı ve hak ve özgürlükler noktasında baskıcı bir tutumu ortaya koyuyor. Yani kürtaj gibi halen cari hukuk açısından belirli şartlarda hukuka uygun bulunan bir tıbbi müdahalenin bir katliama benzetilerek açıklanması makul bir yaklaşım değildir. Kişisel tercihler ve insanın kendi bedeni üzerinde tasarruf edebileceği sınırlarla alakalı olan bir olayın bir katliamla özdeşleştirilmesi mümkün değildir. Bu açıklamadan da anlaşılmaktadır ki, Hükümetin ciddi biçimde bir özeleştiri yapması ve Roboski olayıyla ilgili öncelikle öldürülenlerin ailesinden ve sonra da tüm toplumdan özür dileyerek yeni bir yaklaşım sergilemesi gerekmektedir. Hükümet yetkililerinin tamamının agresif yaklaşımlardan kaçınması da bir diğer zorunluluktur.
SORU-3: Uludere soruşturmasını yürüten özel yetkili savcılık, 2 Nisan tarihinde basına sızan açıklamasında hukuki sürecin ağır yürümesini soruşturma kapsamındaki askerî birimlerin yazışmalara geribildirimde ağır davranmalarına fature ediyordu. Gerek bu durumu ve gerekse de aynı savcılığın katliamdan sağ kurtulan 4 kişi hakkında "kaçakçılık"tan dava açmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
KATLİAM KAÇAKÇILIK KİSVESİ ALTINDA ÖRTBAS EDİLMEYE ÇALIŞILIYOR
Üstün Bol: Askerî bürokrasinin işlemleri yavaşlatmasından daha doğal bir durum olamaz! Burada yasal yazışma sürelerine uyulup uyulmadığı kontrol edilir ve bu sürelerin aşılmaması temin edilir. Ancak aradan 6 aya yakın bir süre geçmiş olmasına rağmen hâlâ neyin geciktirmesinden bahsedeceksiniz? İçişleri bakanı kalkacak "Ölmeselerdi kaçakçılıktan yargılanacaklardı!" diyecek; sağ kalanları "Neden kaçakçılık yaptınız?" diye yargılayacaksınız, kaymakama saldırı oldu diye bütün köyü rehin alacaksınız ve 34 kişinin ölümünde ağırdan aldığınız işleri kaymakam söz konusu olunca ışık hızıyla ve askerî bürokrasinin sizi yavaşlattığından bahsedeceksiniz… Bu kadarı insan aklına, aklımıza hakarettir. Ayıp oluyor...
M. Emrah Şeyhanlıoğlu: Yargı organları, hakim ve savcılar için yukarıda da değinildiği gibi yapılması gereken şey devletçi bakış açısından onları kurtarmaktadır. Yargı organları kendilerini devletin bekçisi, koruyucusu olarak görmemeli, vatandaşların hak ve özgürlüklerini koruyan ve her koşulda adaleti savunup sağlamak zorunda olan kurumlar olarak görmelidirler. Bu nedenle devletin ya da görevlilerinin yaptığı bir hata ya da kusurlu bir davranış söz konusu ise artık o kişilerin de şüpheli ve fail konumunda değerlendirilmesi gerekir. Roboski olayında eğer gerçekleştirilen katliam kaçakçılık kisvesi altında örtbas edilmeye çalışılıyor ve hakim ve savcılar da buna alet oluyorsa gerçekten çok vahim bir gidişat içerisindeyiz demektir.
İSTİSMAR RETORİĞİ: "HIRSIZIN HİÇ Mİ SUÇU YOK?"
SORU-4: Başbakan'ın konuyla ilgili verdiği beyanatlarda son zamanlarda "istismar" vurgusu öne çıkmakta. Başbakan'ın istismar retoriğini nasıl buluyorsunuz?
Üstün Bol: Konunun istismar edildiği doğrudur. Ama her iki taraf da istismarcıdır. Bir tarafın istismarcı olmasının en büyük nedeni diğer taraftır. İstismarcı olmasını istemezseniz, istismar edecek alan bırakmazsınız, olur biter.
M. Emrah Şeyhanlıoğlu: Aslında istismar polemiğine girmeden doğrudan tek cümleyle bu konu kapatılabilir: "Hırsızın hiç mi suçu yok?" Yani siz uçaklarınızı kaldırıp 34 sivil vatandaşı katledeceksiniz; ilk açıklamada orduya teşekkür edeceksiniz; bir bakanınız çıkıp "Ölmeselerdi kaçakçılıktan yargılanacaklardı zaten!" diyecek, yine aynı bakan "Bunlar, silahlı örgütler tarafından kullanılıyordu." Diyecek; askerî kademelerde bu katliam nedeniyle hiç kimseye görevinden el çektirilmeyecek; bugüne kadar tek bir Hükümet yetkilisi açıkça "ÖZÜR DİLİYORUZ!" demeyecek; en son "Tazminatsa tazminat, daha ne istiyorsunuz!" diyeceksiniz, birileri de sizi eleştirince "İstismar etmeyin!" diyeceksiniz… Bu tamamen yanlış ve olayı farklı noktaya çekmeye çalışan bir yaklaşım tarzıdır. Kimin neyi istismar etmeye çalıştığından ziyade hangi argümanların kullanıldığına bakacaksınız. Yani ortaya konulan görüş ve eleştiriler haklı mıdır değil midir bunlara yanıt vermek durumundasınız. Bir çok Hükümet yetkilisi darbelerden, vesayetlerden, statükodan bahsederken toplumun büyük kesimi bu eleştirilere hak veriyordu. Bu dönemde Hükümet dile getirdiği eleştirileriyle istismarcı mı davranıyordu? Hükümet öncelikle Roboski katliamıyla ilgili en ufak kasıt, hata, ihmali bulunan kamu görevlilerini görevlerinden alacak; bu işin siyasi sorumluluğunu taşıyan ilgili bakanlar istifa edecek; Hükümet yetkilileri açıkça özür dileyerek vatandaşına verdiği değeri, hak ve özgürlüklere verdiği değeri ortaya koyacak; etkili ve adil bir soruşturma sürecinin gerçekleşmesi için tüm imkânları yargı organlarına sağlayacak; bunun ardından varsa bir istismar bunu dile getirebilir… Fakat bunların hiçbiri yapılmadan halihazırdaki durumda istismar sözcüğünün kullanılması bile makul ve kabul edilebilir bir davranış değildir.
SUSMAMAK, HAYKIRMAK HEPİMİZİN İNSANİ SORUMLULUĞUDUR
SORU-5: Son olarak İslami kesimlerin Uludere katliamı ile ilgili olarak ortaya koydukları tutum ve icraatları nasıl değerlendiriyorsunuz? Yapılanlara ek olarak konunun gündemde tutulması için daha başka neler yapılabilir?
Üstün Bol: İslami camia çok iyi sınav verdi denilemez. Ama bundan öncekilerle kıyaslandığında daha iyi bir yerde durduğu kesin. AKP'ye angaje olmaktan önünü görmez hale gelen camia bir şekilde kabuğunu az da olsa kırdı diyebiliriz. Ama hâlâ adalet adına alınması gereken çok mesafe var. Bilge köyü katliamında bir gün sonra gidip yardım ve taziye çadırı açan İslami STK'lar, Uludere katliamında aradan geçen bunca zamana rağmen neden bir çadır açmadılar, acıları neden paylaşmadılar? Bunlar sorgulanmalı. Bu sorgulama yapılırken hatır gönül de devreye girmemeli. Ortada bir suç var ama suçlu sadece silahı sıkan değil. Taziyeye gitmeyen de suçlu, üzerini örten, susan da suçlu. herkes suçlu!
M. Emrah Şeyhanlıoğlu: Hz. Ömer, "Dicle nehrinin kenarında bir kurt bir koyunu kapsa, yarın mahşerde mahkeme-i kübra kurulsa, adl-i ilahi Ömer'den soracak!" demektedir. Yaklaşım tarzı bu anekdotta olduğu gibi belirlenebilirse İslami kesimlerin tamamının Roboski katliamına ilişkin Hükümetten hesap sormaya çalışması gerekmektedir. İslami hassasiyetlere sahip bir kısım STK ve hareketlerin Roboski katliamıyla yakından ilgilenmesi ve kamuoyu oluşturmaya çalışması göz ardı edilmemesi gereken bir husustur. Fakat gerek İslami kesimler olsun gerekse de toplumun diğer tüm kesimleri olsun hep birlikte daha yüksek sesle, daha kitlesel etkinliklerle adalet isteklerini dile getirmelidir. Roboski olayı hiçbir inancın kabul edebileceği, hiçbir adil yönetim biçiminin ya da hak tabanlı hiçbir düşüncenin kabul edebileceği, meşru görebileceği bir olay değildir. "Kürde, kaçakçıya, yoksula ya da köylüye müstahaktır!" çizgisinin ötesine geçebilmek; kaybolan her koyunun, öldürülen her insanın, hakkı gasp edilen her toplumun yanında olmak hakkını savunmak için çok büyük referanslara ihtiyacımız bulunmamaktadır. Hak ve insaf ölçüleri bu tarzda insani yaklaşımlar için yeterlidir. İslami kesimlerin bir kısmının Roboski olayıyla ilgili sokağa çıkması, söz söylemesi ve Hükümeti ciddi biçimde eleştirmesi hem demokratik çoğulcu toplum yapısının oluşması açısından hem de sık sık İslami referanslar kullanan Hükümete iktidarının sınırsız ve baki olmadığının hatırlatılması açısından önemli ve değerlidir.
Bu olayın unutturulmasına müsaade etmeden, her defasında adalet talebimizi dile getirmeliyiz. Gazeteciler gazetelerinde, hak savunucuları sokaklarda ve demokratik tepkilerini dile getirebilecekleri diğer mecralarda, sanatçılar eserlerinde ve en önemlisi toplum olarak vicdanımızda bu olayı sürekli gündemde tutmalıyız. Bir daha bu tip katliamlarla karşılaşmamak için, önce ailelerin ve sonra toplumun duyarlı kesimlerinin adalet taleplerinin karşılanması için bu olayın faillerinin ortaya çıkarılması, hem bürokratik hem de siyasi muhatapların gerekli yaptırımlara uğraması için susmamak, haykırmak hepimizin insani sorumluluğudur.
***
SORUŞTURMA -1: RIDVAN KAYA VE YILDIZ RAMAZANOĞLU...
SORUŞTURMA- 2: S. BÜLENT YILMAZ VE AHMET KAYA...
Devam edecek
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.