ÜÇ KİŞİYE ALLAH YARDIM EDER
Merhum Prof. Dr. Mahmud Es’ad COŞAN Hocaefendi'den unutulmaz bir sohbet daha.
Prof. Dr. Mahmud Es’ad COŞAN
Hazırlayan: Dr. Metin Erkaya
Es-selâmü aleyküm ve rahmetu’llàhi ve berekâtühû!..
Aziz ve sevgili Ak-Televizyon izleyicileri ve Ak-Radyo dinleyenleri!
Cumanız mübarek olsun... Allah’ın selâmı, rahmeti, bereketi, ihsanı, ikrâmı dünyada, ahirette üzerinize olsun... İki cihanda Mevlâm cümlenizi sevdiklerinizle beraber aziz ve bahtiyar eylesin; mutlu olun, her şey gönlünüzce olsun...
Câbir RA’dan rivayet edildiğine göre, Peygamber SAS Efendimiz şöyle buyurmuş: (1)
ثَلاَثٌ مَنْ فَـعَـلَـهُنَّ ثِقَةً بِاللهِ وَاحْتسَابًا، كَانَ حَقًا عَلَى اللهِ تَـعَالٰى أَنْ
يُعِينَهُ، وَأَنْ يُبَارِكَ لَهُ: مَنْ سَعٰى فِي فَكَاكِ رَقَبَةٍ، ثِقَةً بِاللهِ وَاحْتِسَابًا
كَانَ حَـقًا عَلَى اللهِ تَعَالٰى أَنْ يُعِينَهُ، وَأَنْ يُبارِكَ لَـهُ؛ وَ مَن تَزَوَّج ثِـقَـةً
بِاللهِ وَاحْتِسَابًا، كَانَ حَقًا عَلَى اللهِ تَعَالٰى أَن يُعِينَهُ، وَ أَنْ يُبَارِكَ لَهُ؛
ومَنْ أَحْيَا أَرْضًا مَيْتَةً ثِقَةً بِاللهِ واحْتِسَابًا،كَانَ حَقًا عَلَى اللهِ تَعَالٰى
أنْ يُعِينهُ، وأنْ يُبارِكَ لَهُ (طس. ق. خط. عن جابر)
RE. 263/3 (Selâsün men fealehünne sikaten bi’llâhi va’htisaben, kâne hakkan ale’llàhi teàlâ en yuînehû, ve en yübârike lehû) “Üç şey vardır ki, kim bunları Allah’a güvenerek, dayanarak, sevabını Allah’tan umarak, bekleyerek yaparsa, Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin ona yardım etmesi muhakkak olur, vacib olur, gerçekten olur ve ona o işi mübarek kılar, bereketli kılar.”
Bu üç güzel şey neymiş:
1. (Men seà fî fekâki rakabetin. sikaten bi’llâhi va’htisâben, kâne hakkan ale’llàhi teàlâ en yuînehû, ve en yübârike lehû) “Kim bir kölenin köleliğini kaldırmak, onu kölelikten kurtarmak için gayrete gelirse, çalışırsa...”
Neden yapıyor bunu? (Sikaten bi’llâh) “Allah’a dayanarak, güvenerek, sevabını Allah’tan bekleyerek; şu fakir, şu zayıf, şu esir müslüman esâretten kurtulsun. Bak kendisinin gücü yetmiyor, esir şunu kurtarayım diye esâretten kurtarmağa, Allah rızasını düşünerek, sevabını Allah’tan bekleyerek, Allah’a dayanarak koşturursa Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin ona yardım etmesi ve bu işi ona mübarek kılması vacib olur. Muhakkak Allah ona yardım eder ve bereketler ihsân eder.” Bu bir...
Tabii bu devirde kölelik azaldı, şekil değiştirdi. Ama zaman zaman da oluyor. Harplerde öbür tarafa esir düşüyor. Oradan kurtulması için beri tarafın çalışması gerekiyor. Harp darp de eksik olmuyor dünyada. Bakıyorsunuz Orta Amerika’da, bakıyorsunuz Balkanlar’da, bakıyorsunuz Kafkaslarda, bakıyorsunuz Asya’nın şurasında burasında, Afrika’nın ortasında Kongo’da vs. derken gene harpler her yerde olabiliyor.
Ben bu Avustralya taraflarına geldiğim zaman, tabii biraz kitaplar aldım. Bu bölgede, nerelerde ne kadar müslüman var diye, onları okuyorum. Temenni de ediyorum, inşâallah onları tercüme ederim, Türkçe’ye kazandırırız. Türkiye’deki kardeşlerim buralardaki halleri bilirler.
Meselâ, ben hiç bilmiyordum; Vietnam savaşları oldu, bitti, Vietnam’da müslüman olduğunu bilmiyordum. Meğer oralarda müslümanlar varmış. Vietnam’da, daha başka yerlerde, oralardaki ülkelerde çok müslümanlar varmış, haberimiz yok. Dünyadaki müslümanlar ne durumdadır, nerededir. O harb olduğu zaman orda müslüman olduğunu bilseydik, acaba müslümanlar ne oluyor diye, ne haldeler diye, tabii biraz daha gayret ederdik.
Şimdi de görüyorsunuz, nice nice olaylar, Arnavut müslümanlar, Kosova’dakiler, Makedonya’dakiler, Balkanlar’daki müslümanların acı durumları... Görüyorsunuz.
Demek ki köleyi kurtarmağa çalışmak, yâni böyle bir durumda olan müslümana yardımcı olmak çok faydalı, çok hayırlı bir iş oluyor. Bir...
2. (Ve men tezevvece, sikaten bi’llâhi va’htisâben, kâne hakkan ale’llàhi teàlâ en yuìnehû, ve en yübârike lehû) “Kim Allah’a güvenerek, sevabını, mükâfatını Allah’tan bekleyerek evlenirse, Allah’ın üzerine vacib olur o kula yardım etmek… Ona bu hususu mübârek, bereketli, hayırlı kılmak Allah’ın üzerine vacib olur.” Yâni: “Allah muhakkak ona yardımcı olur ve muhakkak ona bu konuda nice nice hayırlar, bereketler ihsân eder.”
Görüyorsunuz, müslüman evliliği neden yapıyormuş, Peygamber Efendimiz’in bu hadis-i şerifinden anlayalım. Herkes anlasın. Biz biliyoruz zâten... (Men tezevvece sikaten bi’llàh) Allah’a dayanarak evleniyor. Yâni neden?..
“—İşte acaba geçinebilir miyim, geçinemez miyim? Yok, biraz bu maaşla yuva geçindirilmez, evlenmeyeyim…” filân demek yok. Allah’a dayanacak, güvenecek; (va’htisâben) ve sevabını Allah’tan bekleyecek.
“—Evlilik sevap mıdır Hocam?..”
Evet, çok sevaptır. Evlilik kendisi çok sevaptır. Evlilik ilişkileri sevaptır. Evli insanın ibadetlerinin sevabı kat kat fazladır. Evlilik, insanın dininin yarısın kurtaran çok önemli bir iştir. Kim bunu, “Madem böyle sevaplıymış!” diye Allah’a güvenerek, sevabını umarak yaparsa; Allah ona yardımcı olur ve ona bereketler ihsan eder. Evliliği, yuvası hayırlı, bereketli olur. İşi rast gider.
3. (Ve men ahyâ ardan meyteten, sikaten bi’llâhi va’htisâben, kâne hakkan ale’llàhi teàlâ en yuìnehû, ve yübârike lehû.)
Efendimiz, görüyorsunuz, aynı cümleyi tekrar tekrar söylüyor ki, üzerinde durulduğu için, o kesin olarak zihinlere nakşolsun, iyice hatırda kalsın diye.
“—Kim bir işlenmemiş araziyi…” Ölü arazi demek, yâni. “Sahipsiz, işlenmemiş boş araziyi alır, çevirir, işler, ihyâ eder.” İhyâsı nasıl olur öyle arazinin?.. Bitki dikerek, sebze veya meyve, çiçek veya ağaç dikerek... O zaman bitki arzı, yâni toprağı, tarlayı canlandırmış olur. “Kim böyle bir canlandırma yaparsa... Ne sebeple? Allah’a güvenerek ve sevabını Allah’tan bekleyerek... O zaman Allah-u Teàlâ Hazretleri ona yardımcı olur ve ona bereket ihsân eder.”
Tabii sadece bu konuda mı yardımcı olur? Sadece bu konuda mı bereket ihsân eder? Hayır. Öyle bir şey denmiyor. Geniş... Yâni, “Böyle yapan bir insana Allah hayırları fetheder, yardımcı olur, bereketleri bahşeder, ihsan eder.” demek yâni.
Tabii, şimdi her yerin sahibi var. Ya hazine arazisi oluyor, ya kişinin mülkü oluyor. Kendi bildiğine gidip de bir yeri evirip çevirip, orada bir şey yapmak olmuyor. Müsaadeli oluyor. Ama tabii eski devirde, Peygamber SAS Efendimiz’in söylediği zamanda, durum tam böyle değildi. Arazi boştu. Birisi gidip boş bir yeri çevirdiği zaman, kimse bir şey demezdi. Orasını ihyâ ettiği zaman, o arazi onun olurdu.
Şimdi de, Anadolu’muzu düşünelim meselâ, kendi ülkemizi, Trakya’mızı, Anadolu’muzu... Nice ağaçsız, işlenmemiş yerler var. Bunları işlersek, bunların işlenmesi için çalışırsak... Meselâ, Harran ovasına —baraj demeyelim— bend yapıldı, bendler yapıldı nehirlerin üzerine. Oradan —kanal demeyelim— arklar açıldı, oralara sular gitti, nice nice bereketler geldi. Yâni kullanılmayan ova, uçsuz bucaksız ova...
“—Kullanamıyoruz hocam! Ne yapalım, su yok ki, ne yapalım, uçsuz, bucaksız dümdüz yer!” filân denilen kısımlar, şimdi hem kıymetlendi, hem de dış ülkelerin gözü de oralarda:
“—Aman bu bereketli ova, bir oyun etsek de bizim elimize geçse de; bilmem şu kadar mahsül alınıyor; yılda bir defa, iki defa, üç defa topraktan mahsül alınabiliyor. Bereket fışkırıyor, güneş var...” diyorlar.
Toprak yirmi metre, otuz metre aşağıya kadar toprak. Yâni, dünyanın başka bir yerinde pek görülen bir şey değil. Biraz kazdın mı, altından hemen taş çıkar, bitki aşağıya doğru büyüyemez. Bitmez, tükenmez bir nimet...
Tabii Anadolu’nun başka yerleri de var. Sonra anadan babadan insanlara kalmış araziler var. Bakmıyorlar, değerlendirmiyorlar.
Allah yaşıyorsa selâmet versin, öldüyse garîk-ı rahmet eylesin; bizim çok değerli bir hàkim dostumuz vardı. Hàkim kendisi, yâni mahkemede suçluyu, davacıyı dinliyor, hüküm veriyor, meşgul insan. Ama mütedeyyin... Hem de ehl-i tarik idi, derviş... O, çok çalışkan bir kimseydi.
“—Hocam, ben filânca kasabadayken, şehirdeyken evimin önünde şöyle beş metre boyunda, şu kadar enli küçücük bir bahçe vardı. Halka çalışınca neler olur göstermek için, oraya domates ektim, sebze ektim, fasulye... bilmem ne, vs. Derken oradan ne kadar mahsül aldık.” diye böyle anlatıyordu.
Allah lütfuna erdirsin. Çalışkan insan tabii...
Pekiyi, toprakla uğraşınca ne olur bir hàkim bey?.. Tabii sabahtan akşama kadar dosyalarla, ifadelerle, takır tukur kâtibin daktilo sesleriyle yorulmuş olan zihni; toprakla, çiçekle, bitkiyle uğraşınca açılır açık havada... Bedenî yorgunluk, zihnî yorgunluğun dinlenmesine de yardımcı olur.
Ayrıca toprakla uğraşmak, işte kazmak vs. vücudun, yâni masada oturmaktan tembelleşmiş vücudun çalışmasına da sebep olur. Yâni, nereden baksan güzel! Bir de insanın kendi ektiği, küçücük de olsa bahçesinden kendi mahsulü:
“—Şu domates benim, bu fasulye bizim şeylerden topladığımız yemek, aman ne kadar güzel!..”
İnsanın hoşuna gidiyor. Yâni böyle arzı ihyâ etmek, yâni bir toprak parçasını ihyâ etmek derken bunlar da olabilir.
Çok boş duruyoruz, çok boş vakit geçiriyoruz. Kahvelerde vakit geçiyor, sigara dumanları arasında sıhhatler bozuluyor. Halbuki bahçede çalışsa, o da faydalı bir şey... Burada bakıyorum, bu Avustralyalılar, işten geldiler mi hemen soyunuyorlar; atletle, kısa bir şey giyiyorlar ayaklarına... Hemen çim kesme makinesini eline alıyor, çapayı eline alıyor, bahçesinin çimlerini tıraşlıyor. Güzelce, yemyeşil, her taraf çimen... Bitkileri ayıklıyor, yabani otları filân...
Bir yeri gördüm, şöyle genişçe bir arazi... Adam kendisi, genç bir adam, dikkatimi çekti. Bir makina tarzında sürme makinası var. Herhalde motorla bir şey dönüyor. Bu da sadece arkasından, saplarından tutuyor, böyle toprağı sürüyor. İlk defa gördüm. Yâni, böyle önünden hayvan çekmeden, traktör çekmeden elle böyle sevk edilen toprak kazma makinesi. Çok güzel bahçe yapmış. Muntazam, sıra sıra bitkileri, sebzeleri dikmiş. Böyle uzaktan baktık, hayran kaldık. Hoş bir sahneydi.
Demek ki arzı ihyâ etmek, yâni toprağı canlandırmak, bitki dikmek de sevaptır. Bir insan bitki dikti mi, o bitki yaşadıkça Allah ona sevap verir. Ağaç dikti mi, sevap verir. O ağacın gölgesinden, odunundan, meyvesinden, yaprağından istifade edildikçe sevap olur. Onun için, bu gibi çalışmalara yönelmeliyiz. Kahvede durmaktansa, boş vakit geçirmektense, bu gibi çalışmalarla faydalı bir şeyler yapmalıyız.
Allah-u Teàlâ Hazretleri ömrümüzü, hayırlı, bereketli geçirmeyi nasib eylesin... Her işimizi Allah’ın rızasına uygun yapmaya muvaffak eylesin... Peygamber Efendimiz’in dostu olmayı nasib etsin, dostluğunu kazanmayı nasib etsin; düşmanı olmaktan cümlemizi korusun...
Böyle zàlime yardım etmemeyi, ana babaya àsî olmamayı, haksız bir şey için bayrak açmamayı, haksız kimselerin arasına katılmamayı nasib eylesin...
Dinimizin inceliklerini öğrenmeyi, Kur’an-ı Kerim yolunda, sünnet-i seniyye-yi Nebeviyye yolunda yürümeyi nasib eylesin, cennetiyle cemâliyle müşerref eylesin... Hem dünyada, hem ahirette aziz ve bahtiyar eylesin...
Sevgili ve muhterem Ak-Televizyon izleyicileri ve Ak-Radyo dinleyenleri, es-selâmü aleyküm ve rahmetu’llàhi ve berekâtühû!..
07. 05. 1999 - AVUSTRALYA
[1] Taberânî, Mu’cemü’l-Evsat, c.V, s.151, no:4918; Beyhakî, Sünenü’l-Kübrâ, c.X, s.318, no:21402; Hatîb-i Bağdâdî, Târih-i Bağdad, c.XII, s.332, no:6777; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, c.II, s.85, no:2460; Câbir ibn-i Abdullah RA’dan.
Mecmau’z-Zevâid, c.IV, s.472, no:7335; Kenzü’l-Ummâl, c.XV, s.1241, no:43223; Keşfü’l-Hafâ, c.I, s.322, no:1029; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XI, s.446, no:11177.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.