Türkiye'nin iki büyük zaafı...
İsrail ile 28 Şubat süreciyle birlikte başlayan yakın ilişkiler "one minute"den sonra en ağır darbeyi Filistin Denizi'nde aldı.
İsrail ile 28 Şubat süreciyle birlikte başlayan yakın ilişkiler "one minute"den sonra en ağır darbeyi Filistin Denizi'nde aldı.
Özellikle 28 Şubatçı paşaların dayatmalarıyla başlayan Türk-İsrail askeri ilişkilerinde çatışma durumu artık geri dönülmez bir noktaya geldi ve Türkiye resmen ve fiilen İsrail'e karşı Filistin halkının yanında yer aldığını deklare etti.
Bu süreç hayırlı bir süreci de tetikleyecektir!
Türkiye bu süreçte kendi zaaflarını anlama konusunda çok önemli bir fırsata sahip oldu.
Türkiye sınırlarını zorlayıp çevresine açılmaya başladıkça bölgenin korsanı İsrail elbette rahatsız oluyor.
Türkiye bölgesinde herkesle düşman sadece İsrail ile dost iken, bir süredir sürdürdüğü "sıfır sorun" politikasıyla şimdi bu durumun tam tersi bir pozisyona geçti.
Artık, herkesle dost, sadece İsrail ile düşman!
Bu pozisyon hem Türkiye'nin daha fazla yararına hem de komşularının.
Bu çatışma süreci Türkiye'nin en önemli iki büyük zaafını ortaya çıkarması bakımından da iyot vazifesi gördü:
-İsrail ile gelinecek bir çatışma noktasında 28 Şubatçı zihniyetin yönettiği bir ordu ile savaşılması söz konusu olacak.
Aslında ne demek istediğimi Ahmet Altan Taraf'taki sütununda çok iyi ifade etmiş;
"Türkiye'nin ekonomik yapısına denk düşen bir demokrasisi ve ordusu yok. İçeride Kürt sorununu çözememesi, askeri ve yargısal vesayeti kaldıramaması Türkiye'yi yaralı bir hale getiriyor. Politikaya çok fazla dalan ordunun askeri yetenekleri ise ciddi bir soru işareti yaratıyor."
Bütün bunlara ordu ideolojisini de eklersek Türkiye ile İsrail arasında çıkabilecek ciddi bir çatışmada hükümet ile ordu arasında bir güven sorunu ortaya çıkabilir.
İşte vurgulanması gereken durumlar içinde en önemlilerden birisi bu.
-Diğeri de Türkiye'nin her ciddi uluslararası ve dahili ataklarında önüne çıkan PKK terörü problemini hâlâ halledememiş olmak.
İsrail ile olan çatışma ortamında PKK'nın İsrail'in işine yarayacak eylemler ortaya koyması Türkiye'nin elini fazlasıyla zayıflatır.
Zayıflatır da bu durum aynı zamanda PKK'nın Kürtler'in hakları için çalışan bir örgüt olmadığını, bilakis uluslararası istihbarat örgütlerinin bir taşeronu olduğu durumunu da güçlendirir.
Türkiye'nin bölgesinde bir çatışmaya girebilmesi ve bu çatışmadan galip çıkabilmesinin birinci şartı PKK belasının bir şekilde bitirilmiş olmasıdır.
İkincisi de Türkiye'nin ekonomik yapısına ve demokrasisine uygun bir ordu yapısına sahip olmasıdır.
Aslında gören gözler bu ikisinin birbiriyle ne kadar da alakadar olduğunu görüyor, anlıyor olmalı...
Kıyat Paşa'ya yakışmadı!
Filistin Denizi'nde İsrail'in yardım gemilerine saldırmasından bebek katili İsrail Ordusu'nun onca yardım gönüllüsünü öldürmesinden sonra Star TV ekranlarına Uğur Dündar iki emekli generali çıkardı.
Birisi Edip Başer, diğeri de Atilla Kıyat.
Bu iki emekli askeri o gece büyük hayretlerle izledim.
Uğur Dündar'ın çanak sorularına bu iki paşa tam da yukarıda vurguladığım Türkiye'nin en büyük zaafını ifade eden cevaplar verdiler.
E. Koramiral Atilla Kıyat özetle, Türkiye'nin İskenderun'daki saldırıyı hak ettiği, İsrail'in yardım gemisine saldırmasından da Türk Dışişleri'nin yeni dış politikasının sorumlu olduğunu ifade etti. İşte Kıyat'ın söyledikleri:
"Bir taraftan teröristle el ele izlenimi verip bir taraftan da yılarını bu teröristlerle mücadelede geçirmiş kişilere de terörist damgasını vuran bir devlet söylemesi çok acı ama hak etmiş demektir."
Vay be... Paşaya bak! Türkiye Ergenekon operasyonunu yapmakla bu saldırıları hak etmiş oluyor!
İşte en büyük zaaf noktamız bu zihniyettir.
Edip Başer de benzeri şeyler söyledi ve programda söylenenlerle Uğur Dündar, Atilla Kıyat, Edip Başer tamamen mutabık görünüyorlardı.
Müsaade ederseniz ben buna "Kurmay zekâsı" diyemeyeceğim! Artık siz ne derseniz deyin!
bugün