Türkiye ve Ekonomisine Operasyon
"Türkiye’nin hak ettiği kıvama ve mecraya gitmesine görünmez kanallar üzerinden engel konuluyor..." Yunanistan'ın dününden Türkiye'nin bugün çıkaracağı dersler...
Prof. İbrahim Öztürk, Türkiye'deki ekonomik gelişmeye dikkat çekerek, "Yeni dönemde korkunç bir ivmeye hazırlanıyor Türkiye" dedi.
Öztürk, Türkiye'yi; bağımsızlığı, dinamik ekonomisi ve gelişen demokrasisiyle, "hayran olunacak" bir ülke olarak gösteren fakat Türkiye'nin rekor büyüme hızının kaygı verici olduğunu savunarak, ''Türkiye, Batının kendisine biçtiği rolü aştı" yorumuna yer veren Financial Times'ta yayınlanan makaleyi hatırlattı.
"Türkiye’ye operasyon yapılıyor." diyen Öztürk, "Türkiye’nin hak ettiği kıvama ve mecraya gitmesine bu şekilde görünmez kanallar üzerinden engel konuluyor." tesbitinde bulundu.
İşte Öztürk'ün açıklamaları:
Dünyada şu an tartışılması gereken husus, ekonomilerin ısınması değil kriz sonrası kimde büyüme kabiliyeti kaldı, kimde istihdam yaratma kabiliyeti kaldı, kimin hala mali dengesi yerinde sapasağlam duruyor soruları sorulması gerekirken ve gerçek tartışma buradan giderken Yunanistan, Portekiz, İrlanda, önümüzdeki dönemde İspanya, İtalya tartışmaları hep bu sözünü ettiğim tartışma üstünden gidecekken Türkiye’de şu an bir ısınma tartışması tümüyle suni, yapay ve Türkiye’yi dövmeye…
Yeni dönemde korkunç bir ivmeye hazırlanıyor Türkiye. Kredi notu artacak, tarihinde ilk defa Türkiye, uzun vadeli yatırım fonlarını çekebilir hale gelecekken, dünyada yaprak kıpırdamazken, sakin bir limanken, kasıtlı olarak Yahudilerin etkin olduğu bir yabancı sermaye Türkiye’nin İsrail’le çatışmasının buraya ucunun vardığını lütfen düşününüz, Türkiye’nin İsrail’le çatışması Financial Times’taki o makaleler olarak dönüp karşınıza geleceğini düşünün lütfen, dolayısıyla Türkiye’ye operasyon yapılıyor. Türkiye’nin hak ettiği kıvama ve mecraya gitmesine bu şekilde görünmez kanallar üzerinden engel konuluyor.
Tartışma kim ayaktadır, kimin mali dengeleri yerindedir, kimin büyümeye mecali vardır, kim istihdam yaratabilmektedir, kimde yönetebilir hükümet vardır, kimde güçlü liderlik vardır. Şu cümlelerin hiçbirini Avrupa ve dünya için kuramayız.
Prof. Öztürk'ün açıklamaları ve özellikle "Türkiye’nin hak ettiği kıvama ve mecraya gitmesine bu şekilde görünmez kanallar üzerinden engel konuluyor." yorumu, Türkiye'nin yaşadığı bu süreci adeta daha önce aynı adımlarla yaşamış olan Yunanistan'ı akıllara getirmektedir.
Her türlü örgütlü ya da anarşist grubun üniversitelerde eylemlere kalkıştığı, polisle çatışmaya girdiği, polisin üniversitelerde istenmediği, masum insanların malını mülkünü tahrip eden eylemlere müdahale eden güvenlik güçleri dolayısıyla ülkenin 'Polis Devleti' ithamlarına maruz bırakılmak istendiği, halkın haklı taleplerine karşılık verildiğinde belli bir azınlığın diktatörlükten bahsettiği, çıkarılan huzursuzluklar frenlenmek istendiğinde sözde demokrasi kılıfıyla anarşinin örtülmeye çalışıldığı dönemler... Dün Yunanistan'ın geçtiği, bugün Türkiye'nin sürüklenmek istediği...
1967-1974 yılları arasında baskıcı, özgürlükleri kısıtlayan askerî bir diktatörlük yaşayan Yunanistan'ı bugünkü ekonomik krize getiren sebepler dikkat çekicidir. Daha 11.12.2008 tarihinde 'Yunanistan'da değerler krizi' başlıklı makalesinde ülkede yaşanan çarpıklıkları kaleme alan Herkül Millas'ın tesbitleri gerçekten önemlidir.
Millas, demokrasiye geçiş süreciyle ordunun siyasetin dışında bırakılışı, halkla kavgalı polisin demokratikleşmesi, sivil toplumun ön plana çıkması ve gençlere haklar tanınması gibi olumlu gelişmeleri belirttiği yazısında, sürecin nasıl kaosa dönüştüğünü inceler.
Olumlu gelişmelerin aşırılıklara vardığına, isteyenin istediği gün ve saatte eylemler düzenlediğine, polisin üniversite bahçelerine alınmadığına, üniversiteli, liseli, ve hatta ortaokullu öğrencilere sınırları aşan haklar tanındığına dikkat çeken Millas, yanlış ve zararlı mesajlar almış olan genç bir kuşak meydana çıktığına değinir. Millas, Yunanistan'ın bu durumunu 'Cunta ile anarşi arasında sallanan bir sarkaç' olarak nitelendirir.
İşte Herkül Millas'ın yorumu:
7 Aralık'tan başlayarak dört gündür kaynıyor Yunanistan. Bir polis, bir nümayiş sırasında çocuk yaşta bir genci ateş ederek öldürünce birçok kentte insanlar etrafı yıktı yaktı, dükkânlar talan edildi, polisler taşlandı. Muhalefet, hükümeti sorumlu saydı, hükümet ve asayiş güçleri aciz kaldı diye. Türkiye okuyucusuna bu gelişmelerin ne anlama geldiğini anlatmak ise oldukça güç; çünkü Yunan toplumu bu konularda Türkiye'den çok farklı. Ama olayların kendileri de çok yanlı ve nedenleri eskilere dayanıyor. Zaten Yunanlılar da şaşkın, olanları pek açıklayamıyorlar. Hükümet soğukkanlılık öneriyor, Pasok yeteneksiz hükümetten, Komünist Partisi yasadışı çıkarcıların oyunundan, Sol Birlik de (Siriza) sosyal sıkıntıların doğurduğu patlamadan söz ediyor. Bunlar nedenlere ilişmeyen yetersiz açıklamalardır.
Yunanistan 1967-1974 yılları arasında baskıcı, özgürlükleri kısıtlayan askerî bir diktatörlük yaşadı. Arkasından gelen demokrasi döneminde, benim gördüğüm, bazı dengelerin sarsılmış olduğudur. Özellikle kendine özgü bir sol ideolojiyi izleyen Pasok'un döneminde ve 1980'li yıllardan başlayarak bir tür 'kültür devrimi' çerçevesinde özünde popülist olan bir siyaset yürütüldü. Bu dönemde başarılı uygulamalar başlatıldı. Örneğin ordu bütünüyle siyasetin dışında bırakıldı. Halkla kavgalı olan polis örgütü de demokratikleştirildi. Sivil toplum ön plana çıktı. Halk devletten korkmaz oldu. Unutulmuş olan emeklilere ve alt gelir tabakalarına devlet eli uzatıldı. Diktatörlük yıllarında sindirilmiş olan gençlere haklar tanındı.
Ama bu olumlu gelişmeler azar azar ve artık bütün hükümetlerce benimsenen aşırılıklara vardı. Toplu yürütülen her hareket fetişe dönüştürüldü. Bu konuda sınırlama kalmadı. 'Halk hareketlerine' karşı çıkmak 'cuntacı' ve antidemokratik tutum sayıldı. Birkaç örnek aydınlatıcı olur. Bugün Atina'da isteyen istediği gün ve saatte istediği yerde protesto mitingi ve yürüyüşü düzenleyebiliyor. Yasalar bu konuda işletilmemekte. Pankartlarını yolun ortasına açanlar trafiği kesip kentleri felç edebiliyor. Bu durumlarda polisin görevi göstericileri muhtemel sataşmalara karşı korumaktır. Zaten toplumun kendisi de bu durumu çok doğal karşılamaktadır. Elli kişilik küçük bir grubun bile kaldırımın üzerinde değil, yolun orta yerinde durması hak sayılmaktadır. Hiçbir hükümet zor kullanıp yolları açmayı denemek bile istememektedir.
Bu 'toplu haklar' gençlere de tanındı. Örneğin üniversite dokunulmazlığının uygulaması çok özeldir. Yirmi yıldır hiçbir polis üniversitelerin bahçesine bile adımını atamamıştır. Bu arada her türlü örgütlü ya da anarşist grup onlarca kez Atina'nın merkezindeki üniversite binasını basmış, yağmalamış, ateşe vermiştir. Öğrenci olmayanlar bile gelip bu binalardan bilgisayar gibi donanımı hiçbir engelle karşılaşmadan alıp götürmüştür. Polis onları belli bir mesafeden izlemiş, taş ve molotof kokteyli atan gençlere arada gaz yaşartıcı bomba atmıştır. Suç işleyenler hakim karşısına çıkarılıp ceza almamıştır. Üniversitenin yöneticileri polisi üniversite dahiline davet etme hakkını bir kez bile kullanmamıştır: Toplu harekete karşı çıkmak cuntacılık sayılacağından ya da daha kötüsü, öğrencilerin kızmalarından korktuklarından. Çünkü üniversite hocalarının terfilerinde öğrencilerin çok büyük oranda oy hakları var.
Bu tür haklar lise öğrencilerine ve daha sonra ortaokul öğrencilerine de verildi. Aslında verilen bir hak söz konusu değil, ama öğrencilerin taşkınlıklarına karşı çıkılmadığı için bazı davranışlar de facto hak sayılıyor. Örneğin, küçük bir grup öğrenci, diyelim bir okulun %5'i-%10'u, şikâyetlerini dile getirmek için (kantindeki börek taze değildir, diyerek) okullarını işgal edebilirler, kapısına kilit vurup kapatabilirler. Buna hiç kimse müdahale etmez. İşgal bazen yaygınlaşır ve bütün ülkeye yayılır. Bu olaylar hemen hemen her yıl yaşanır. İlgililer de sabırla bekler. Sonunda işgal biter ama bu kez de okulların içlerinin tahrip edildiği görülür. Hocaların büroları, teçhizatları, kitap ve notları yok olmuştur. Bunlar Yunanistan'da olağan olaylar sayılmakta ve toplumun büyük bir kesimi bu tutumu demokrasinin gereği saymaktadır.
Bu tür trajik-komik olaylar pek çoktur. Bu kaosa çekidüzen vermeye kalkışanlara karşı çıkanlar pek çoktur; çünkü birçok kesim bu durumdan feyiz almaktadır. Gençler, isyankâr yaşlarının zevkini çıkarmakta, öğretmenler daha az çalışmakta, hiç kimse sınıfta kalmadığı için anne ve babalar rahatsız olmamakta, politikacılar ise seçmenlerini 'cuntacı baskılarla' küstürmemektedirler. Ama bu arada yanlış ve zararlı mesajlar almış olan genç bir kuşak yaratılmaktadır. Bu genç kuşak sınır nedir öğrenmemiştir. Toplu davrandıklarında her yaptıklarının demokratik olduğuna inanmışlardır. Giderek onları frenlemeye çalışanları halk düşmanı saymışlardır.
Sayıları bin kadar olan ve yıllarca serbestçe etrafı yakıp yıkmış olan anarşist bir grup bu kez, bir çocuğun ölümünü de istismar ederek, bu genç kuşağı peşine takabilmiştir. Yılların birikimi göz önüne alınmazsa yaşananları açıklamak olanaksızdır. Ekonomik sıkıntılar, işsizlik, yarının güvensiz olması kuşkusuz huzursuzluk kaynağıdır. Siyasilerin eksiklikleri, tutarsızlıkları da kuşkusuz gençleri tedirgin etmiştir. Ama huzursuzluğun demokratik yöntemlerle değil de bu tür terör eylemleriyle dile getirilmesi uzun süren bir eğitim pratiğinin sonucudur. Bu olaylara son vermek ise gerçekten zordur. Yıllar içinde aşılanmış olan değerler ne tavsiyelerle ne de baskı ile yok edilebilir.
Yunanistan'ı tanımayanlar yaşananları bir cinayetin protestosu olarak algılamaktadırlar. Bu olayları demokrasinin bir kanıtı sayanlar da var. Bu, işin yalnız bir boyutudur. Protestonun bu türde ve süreklilikte olması ise değerler kriziyle ilgilidir ve hiç beğenilecek bir yanı da yoktur. Demokratik hak arayışları ile masum insanların malını mülkünü tahrip etmek arasında ilişki görmek sağlıklı bir tutum değildir. Zaten bu olayların başka şaşırtıcı bir özelliği göstericilerin somut istekler dile getirmeden sokaklara dökülmüş olmaları. Amaç deşarj olmakmışçasına. Yaşananlar çok derinden yara almış bir gençliğin acıklı halidir. Cunta ile anarşi arasında sallanan bir sarkaç. Demokrasiyi içlerine sindirmiş olan toplumlar otoriter rejimlerle keyfilik arasında seyretmezler. Yunanistan sükunete kavuşsa bile değerler dengesini kazanması zaman alacaktır. Şu anda, gerekli yeni bir rotayı çizecek siyasi ve toplumsal güçler ise ne yazık ki etrafta pek görünmemekte.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.