Türkiye mi Kolay Değişir, CHP mi?
Solda dirilişin artık "derin siyasetsizliği rejim bekçiliğiyle örtmeye çalışan bir siyasi parti"yle olmayacağı ortada.
Ali Bayramoğlu / Yeni Şafak
Türkiye mi kolay değişir yoksa CHP mi?
Kılıçdaroğlu elini bir uzatıyor, bir geri çekiyor. Katılımcılık ve tartışmadan dem vuruyor ama anayasa hazırlığını birkaç aya sıkıştırmaya çalışıyor.
Arayışı yeni anayasa mı yoksa seçim öncesi siyasi iktidarın elinden koz almak mı, sorusunu sorduruyor.
Başörtüsü yasağı kalksın, diyor, sonra geri adım atıyor...
Kürt meselesi, diyor, sonra bölünme korkusu ve rejim tutumunu akla getirecek çıkışlar yapıyor.
Bu yıllardır böyle...
Anlaşılan şu ki, CHP'nin değişmesi Türkiye'nin değişmesinden çok daha zor...
Arayışlar yıllardır bitmiyor, ama ne var ki bunlar tartışma aşamasının ötesine de geçemiyor.
Soruyoruz, tekrar soralım:
Kendisini ulusalcı
Bu, ülkenin tek bir siyasi partiye mahkûmiyeti dikkate alınırsa, sanıldığının tersine, her geçen gün Türk siyaseti için elzem bir mesele haline dönüşüyor.
Solda dirilişin artık "derin siyasetsizliği rejim bekçiliğiyle örtmeye çalışan bir siyasi parti"yle olmayacağı ortada.
CHP'nin, aslında tüm solun, önünde aşması gereken "iki büyük siyasi zihniyet meselesi" var.
Bunlardan ilki "demokrasinin sadece karar mekanizmalarını oluşturmaya, meşru kararlar üretmeye yarayan, formel özgürlüklerin çerçevesini belirleyen bir temsil ve katılım prosedürü olduğu takıntısı"ndan vazgeçmektir.
Başka bir deyişle, demokrasinin toplum-siyaset bağlarını oluşturan bir temel tavır olduğunu, bir siyasi varoluşa işaret ettiğini keşfetmektir.
İkinci sorun ise, bunun yapılabilmesi, toplum-siyaset bağının kurulabilmesi için "sol zihniyetin kendi tasavvur ettiğinin dışında, onunla kesişmeyen bir toplumun varlığını kabul etmesi"dir. Başka bir deyişle toplumla kavga etmek, var olanı reddetmek üzerine kurulu, böyle olduğu oranda siyasetsizliğe mahkûm bir tutumu terk etmektir.
CHP bunu yapabilir mi?
Ya da böyle bir sorgulama sürecinden geçebilir mi?
CHP'de ya da başka yerde böyle niyet içinde olanlara hatırlatılması gereken birkaç husus var.
Siyaset neyin yapılacağı kadar, bunların neden ve nasıl yapılabileceğinin kamuoyuna anlatılmasıdır.
Siyaset, sisteme yönelik değişikliklerin sisteme ait değerler içinden üretilecek cihazlarla, bu cihazların sağladığı meşruiyet ve katılım üzerinden sağlanması faaliyetidir.
AK Parti ve Tayyip Erdoğan'ın gücü bir ölçüde bu mekanizmadan kaynaklanmaktadır.
Siyaset algısını "refleksif ve sınıfsal tepkiler" üzerine oturtan önemli bir seçmen kitlesi var Türkiye'de.
"Sahicilik, halktan olma, ezilmişliğin-sıradanlığın temsili, haksızlık ve adaletsizlik merkezli tepkiler" özellikle düşük gelirli kesimlerde ve orta sınıflarda siyasi tercihleri ve davranışları kuşatan, yönlendiren önemli girdilerdir.
Uzan ve Sarıgül gibi bir dönemin belki başarısız ama ses getiren popülist rüzgarları bile bu veriler üzerine oturmuştur.
Ancak görülmesi gereken hayati nokta, bu "sınıfsal tutum unsurlarının daha çok sembolik öğelerle şekillenmesi"dir. "Simgesellik üzerine kurulu sınıfsal yakınlıkların varlığı"dır.
Bu noktada belirli projelere dayalı politik-ideolojik görüşlerin belirleyiciliğinden çok "simgelerin, simgesel algıların kültür ve ekonomiyi ya da eziklik ve faydayı üst üste oturtan belirleyiciliği" ön plandadır.
Son yıllarda inanç merkezli siyaset tartışmaları ya da kimlikler üstüne kurulu yasak-özgürlük tartışmaları bu kesimlerde kültürel olanı, popüler olanı siyasileştirmiş, özgürlük yandaşlığını ve yasak karşıtlığını ön plana çıkarmış durumdadır.
Bunları görmeden, anlamadan, yönetmeye talip olmadan Türkiye'de siyaset yapmaya kalkılmasının hiçbir anlamı olmaz...