Tek parti farklı kimlikleri isyan ettirdi
İstanbul Şehir Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kemal Karpat, tek parti rejimiyle empoze edilen fikirler ve kimliklerin Kürtleri ve Türkleri isyan ettirdiğini söyledi. Değişimin ise demokrasiye geçişle yaşandığını belirtti
Osmanlı ve Türkiye üzerine önemli çalışmalara imza atan İstanbul Şehir Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kemal Karpat, tek parti rejimiyle empoze edilen fikirler ve kimliklerin Kürtleri ve Türkleri isyan ettirdiğini söyledi. Türkiye'de kaynaşmanın, nispeten çok partili hayata geçişle birlikte meydana geldiğini anlatan Karpat, değişimin, tek partili dönemin bitip demokrasi döneminin başlamasıyla gerçekleştiğini belirtti.
Eski elitin, gücünü kaybettiği için devlet ile milletin birbirinin aynısı olmaya başladığını dile getiren Karpat, son günlerde olup bitenlerin önemli olduğunu belirtti. Karpat, Kürt milliyetçiliği ile Türk milliyetçiliğinin karşılaştırılarak yanlış yoldan giden bu iki milliyetçiliğin hatalarını düzeltme imkanı doğabileceğini ifade etti.
Aylık yayınlanan 'Anlayış' adlı dergisine konuşan Karpat, dikkat çekici açıklamalarda bulundu. Milliyetçi olunmasında bir zarar olmadığını dile getiren Karpat; milliyetçiliğin, bir memleketi kalkındırmak, bir halkı eğitmek olarak düşünüldüğünde iyi bir şey olduğunu vurguladı.
Milliyetçiliğin ırkçılığa dayandırılması halinde menfi olacağına dikkat çeken Karpat, "Bu neden oldu? Demokrasinin yokluğundan. Eğer Milli Mücadele döneminde, 1923'e kadar olan Cumhuriyet'in ilk döneminde ileri sürülen fikirler, Meclis'teki tartışmalar göz önünde tutulsaydı ve ona göre bu toplumun geçmişine, kimliğine, kültürüne uygun bir siyaset güdülmüş olsaydı bugün karşılaştığımız birçok sorun yaşanmayacaktı. Tek parti rejimiyle yukarıdan belirli fikirler ve kimlikler empoze edildi. Buna karşı Kürt de isyan etti, Türk de. Türk neden isyan etti? Çünkü onun değerlerine, alışmış olduğu cemiyet görüşüne aykırı bir şeydi bu; bir küçük elitin kararına dayanan, zorla gerçekleştirilen bir siyasetti. Türkiye demokrasi sayesinde bütün bu büyük hataları nispeten az zararla atlattı. Bunlar Türkiye'yi çökertebilirdi ama böyle olmadı. Çünkü halk temelde özünü, kültürünü muhafaza etti; iç dinamikleriyle, iç bağlılıklarıyla eski halini devam ettirdi. Siyasi rejim değişti, fakat toplum devam etti. Türkiye'yi kurtaran da bu oldu. Bu toplum hâlâ çok güçlü; kimliğiyle, özüyle Türk. Ama bu, ırkla alakası olmayan kendine mahsus bir Türklük. Hatta o kadar ki Kürt halkının büyük bir kısmı da kimliği bizim anladığımız manada anlıyor. Çünkü, Kürtlerin liderlerinin de yapmak istedikleri, Cumhuriyet'in ilk devrinde yapılmak istenilenlerin aynısı; Zorla bir Kürt milleti yaratmak. Ama Kürt halkının büyük bir kısmı bunu kabul etmiyor. 'Eskiden nasılsam bugün de aynı şekilde Kürt kalmak istiyorum' diyor, ki kendi dilini konuşmaya, kendi âdetlerini muhafaza etmeye hakkı var. Kürt halkı, bizim Türk dediğimiz halka benzer şekilde bugün bir sürü sorunlarla karşılaşıyor. Bunu fazla işitmiyoruz; çünkü gazetelerde, televizyonlarda DTP, PKK ve Öcalan var. Kürt halkı, kendisini temsil edecek bir parti istiyor ve bu partiyi memleketinin koşullarına göre ve diğer partilerle müşterek çalışarak elde etmeyi arzu ediyor. Yoksa dağa çıkıp tankla, tüfekle, ovaya inip kahramanca bir millet yaratmak istemiyor ki bu çok olumlu. Bence son günlerde olup bitenler önemli. Kürt milliyetçiliği ile Türk milliyetçiliğini karşılaştırarak, yanlış yoldan giden bu iki milliyetçiliğin hatalarını düzeltme imkanı da doğabilir." dedi.
"ESKİ ELİT, GÜCÜNÜ KAYBEDİYOR"
Türkiye'yi kendi kendini seçmiş, belirli bir felsefeyi kabul etmiş feci bir grubun idare ettiğini anlatan Karpat, bu grubun, idare ettiği kitlenin kültüründen kopuk olduğunu ifade etti. Bunun fecaat ve yabancılaşma olduğuna dikkat çeken Karpat, şöyle devam etti:
"Türkiye'nin idarecileri, apoletli subayları vs. vatan millet diyerek ülkeyi savunuyorlar; ama bunların bildiğimiz Türk'le hiç alakası yok. Aileleri geleneksel hayat sürerken, bunlar bir elitler kültürüne girmiş, o sayede mevki sahibi olmuş. Askerler o elit kültürü kabul ettikleri için kendilerinin hâkim olmalarını, emir vermelerini adeta doğuştan gelen bir hak olarak kabul ediyorlar. Bu ayrımı anlamadan, sonrasında ne olduğunu anlayamazsınız. Peki, ne oldu? Nihayet politik sistem, demokrasi yavaş yavaş halk içinden çıkan kimseleri devlet mevkilerine, bürokrasiye sokmaya başladı. Eskiden de böyleydi ama devlet bürokrasisine giren kimselerin sayısı ve felsefesi farklıydı.
Şimdi girenlerin sayısı da fazla, felsefeleri de halkçı; bunlar kendilerini halktan görüyorlar. Eski elit, gücünü kaybediyor. İşte burada bir yakınlaşma var, devlet ile millet birbirinin aynısı oluyor. Bir demokraside, modern bir milli cemiyette bunun böyle olması da lazım. İdareci ile idare edilenin aynı dili konuşmaları, aynı kültürü paylaşmaları, aynı nefesi alıp vermeleri gerekir. Bizim kültürün iyi tarafı, bir cemaat ruhunun olması. Ancak cemaat lafını ağzına almak bile adeta günah sayılır. Türkiye, toplum olarak esasen cemaat üzerine kuruldu. Biz cemaatçiyiz. Bu cemaat, yalnız dinî bir cemaat değil, çok geniş anlamda bir cemaat.
Şimdi bizde iki çeşit ferdiyetçi mücadele var. Birincisi, Batılı anlamda ferdiyetçi olmak istiyoruz; müstakil düşünen, müstakil karar veren, müstakil hareket eden. İkincisi de cemaatten kopmak istiyoruz. Oysa her şeyimiz, dünya görüşümüz, arkadaşlık, aile, vatan vs. hepsi cemaat kültürünün bir ürünü. Bu uzun yıllar din ağırlığıyla işledi, bu kültürü din verdi. Bu cemaat o kadar güçlü, o kadar bağlayıcı ki sosyolojik ve psikolojik ne varsa hepsini içine alıyor ve o üst tabakayı kuruyor. Sana kumanda eden o asker de bir yerde apoletlerini çıkarınca senin gibi insan oluyor. İşin ilginç tarafı bu. Bizi, bu cemaat ruhu kurtarıyor."
CİHAN