Suriye'ye dönüş projeksiyonu: Geçiş sürecinde Türkiye’nin etkisi

Suriye'ye dönüş projeksiyonu: Geçiş sürecinde Türkiye’nin etkisi

On yılı aşkın bir süredir Türkiye’de yaşayan insanlara içinde bulunduğu ortam ve şartların farklı olabileceği gerçeğiyle yaklaşılmalı. Mevzuat bu insani durumlardaki çeşitliliğe uyarlanmalı ve geliştirilecek tüm politikalar hak temelli olmalı.

İstanbul Medipol Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bekir Berat Özipek, Suriye’de yeni döneme geçiş sürecinde Türkiye’nin etkisini ve bu süreçte göçün nasıl yönetilmesi gerektiğini AA Analiz için kaleme aldı.

***

Suriye’de 61 yıllık bir korku rejiminin yıkılmasıyla birlikte önemli bir dönemeç aşıldı. Bu bakımdan öncelikle çetin ve sabırlı bir mücadelenin ardından 8 Aralık 2024 tarihini bayram ilan eden Suriye halkını ve bu tarihi anları kutlamak gerek.

Bugünlere kolay gelinmedi. Orta Doğu’nun en zalim diktatörünün yarattığı dehşetle ülkenin yarısının ülke içinde veya dışında yerinden edildiği, insan kaçakçıları tarafından batacağı bilinen teknelere doldurulup denizlere bırakıldığı, ailelerin bölündüğü ve anneyle çocuğun nehrin iki tarafında kalıp birbirini kaybettiği tahayyül edilemez bir acıydı Suriye halkının yaşadıkları.

Şimdi ilk kez Suriye’nin kendi halkı tarafından yeniden ve gerçek anlamda kuruluşu için bir imkan var. Buna yeni bir kuruluş ve o kuruluşun niteliğini belirleyecek bir “sosyal sözleşme süreci” gözüyle de bakabiliriz.

Suriye'nin önünde elbette uzun bir yol var. Özgür bir ülkeye erişmek de sihirli bir değnekle bir günde olmayacak. Suriyeliler, devletin teşkilat yapısını, anayasayı ve temsil süreçlerini konuşacaklar; gerilimler ve uzlaşmalar olacak, hatalar yapıp dersler çıkaracaklar. Tıpkı Batı demokrasilerinin veya Türkiye demokrasisinin geçtiği yollar gibi onların da önünde uzun bir yol var. Ülke nüfusunun yarısını dehşet içinde yollara düşüren rejimin geride bırakılmış olması ilk ve en önemli aşamaydı ve bu aşama geçildi.

İlk işaretler olumlu

Suriye’nin, ilk defa Suriyeliler tarafından demokratik bir biçimde yeniden kuruluşu bakımından ilk işaretler çok umut verici. Suriye Muhalif ve Devrimci Milli Güçler Ulusal Koalisyonu’nun (SMDK) “özgür, demokratik ve çoğulcu bir Suriye” vurgusu, dini ya da etnik temelde hedef gösterme ya da ayrımcılığa izin verilmeyeceğinin belirtilmesi, Hıristiyanların “Suriye'nin ulusal kumaşının bölünmez bir parçası” olarak tasvir edilmesi ve “Suriye’nin toplumsal dokusunu birleştirme” hedeflerine ilişkin açıklamalar, Suriye’de herkesi kapsayacak bir ülke ideali açısından adil ve kucaklayıcı bir perspektif ortaya koyuyor.

Suriye’de Baas rejiminin devrilmesinin ardından kurulan geçici yönetim, ağır bir insanlık dışı baskı rejiminin ardından, bölünmüş bir toplum ve dünyanın her tarafına savrulmuş ailelerden sonra adaleti tesis etmek gibi ağır bir sorumlulukla karşı karşıya. Yeni yönetimin temsilcilerinin bu zorluğu başarmaları, bölgenin kaderini de değiştirebilecek muazzam bir potansiyelin aktif hale gelmesi anlamını taşıyor. Suriye’de yaşayan herkesin, Arapların, Kürtlerin, Türklerin, Hıristiyanların, Nusayrilerin, Sünnilerin, Şiilerin ve diğer tüm grupların eşit bir biçimde bu “benim devletimdir” diyebilecekleri bir sosyo-politik düzeni birlikte inşa etmek, sonuçları sadece Suriye ile sınırlı kalmayacak özgürleştirici bir potansiyeli ifade ediyor. Bu ilk duyarlılığı yarın çıkacak tüm sorunlarda hatırlamak ve ne olursa olsun hiçbir zaman terk etmemek gerek.

Elbette Suriye’nin geleceğinin ve yönetim yapısının nasıl şekilleneceği Suriyelilerin kararı olacak ve bu bakımdan herkesin buna saygı duyması gerek. Ama bu süreçte onların yanında olmak, tecrübe paylaşımı ve tavsiyelerle katkıda bulunmak da oldukça önemlidir.

Geçiş sürecinde Türkiye’nin etkisi neden önemli?

Suriye’nin yeniden inşası sürecinde Türkiye’nin katkısı da bu açıdan hayati bir önem taşıyor. İşgal sonrası Afganistan’ın gruplar arasındaki çatışmalarla bugüne ulaşan istikrarsızlığı ve Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) bu istikrarsızlığın sürekliliğini sağlayıcı etkisi biliniyor.

ABD, Rusya veya diğer Batılı büyük devletlerin Suriye’de çözümsüzlüğe, istikrarsızlığa, farklı unsurların karşılıklı olarak birbirlerini yiyerek enerjilerini tüketip kendileri tarafından yönetilebilir hale getirilmesine dayalı bir statükoyu empoze etmeye çalışacaklarını anlamak için şimdiye kadar Suriye’de oynadıkları role bakmak yeterli.

Dolayısıyla Türkiye’nin bu süreçte, kendi anayasal demokratik tecrübelerinden de istifade ederek yeni Suriye yönetimine makul ve basiretli bir siyaseti tesis etmeleri yönünde destek olması gerekiyor. Bunun yanında Türkiye, bölgeye ve Suriye’ye dair niyetleri bugüne kadarki icraatlarından belli olan “müttefiklerinin” istikrarsızlaştırıcı müdahalelerinden Suriye'nin azade olabilmesi için çaba sarf etmelidir.

Bu bakımdan dayatmada bulunmaksızın Suriye halkının yanında durarak, 8 Aralık sonrasında açıkladıkları çoğulcu ilkeler doğrultusunda bir sosyo-politik düzenin inşası için Suriye halkına destek vermek gerekiyor. Açıkçası bölgede Türkiye’nin dışında Suriye’ye doğru yönde destekte bulunacak başka bir devlet de yok. Eğer doğru biçimde yapılabilecek olursa bu katkı Suriye’nin geleceği açısından hayati bir önem taşıyor.

Göç yönetiminde göz önüne alınması gerekenler

Ancak bu süreçte Türkiye’nin yapması gerekenler, Suriye’nin demokratik geçişine doğru bir zeminden katkı sağlamaktan ibaret değil. Türkiye’nin Suriyeli göçmenlerle ilgili bundan sonra atacağı adımlar da bir o kadar önemli.

Türkiye’de şimdiye dek Suriyelileri ayrımcı, ırkçı ve mezhepçi bir temelde ötekileştiren çevreler şimdi de “madem Esed gitti, hemen gitsinler” propagandasına başladılar. Onların bugüne kadar Suriye meselesinde verdikleri zarar, Türkiye’ye ve stratejik çıkarlarına herhangi bir yabancı gücün verebileceği zararın çok üstünde oldu ve bugün de Türkiye’nin bu kritik dönemde hata yaparak Suriye ve bölge ile ilişkilerini zedelemesini beraberinde getirecek bir politika öneriyorlar.

O çevrelerin veya ırkçı siyasilerin bunu kendi hesaplarına mı yaptıkları yoksa başka bir devlet adına Türkiye’nin elini zayıflatmak için mi yaptıkları ayrı bir tartışma konusu. Önemli olan, söz konusu çevrelerin bu süreçteki propagandalarının etkisinde kalmadan, yeni dönemde Türkiye-Suriye ilişkilerinde de kilit rol oynayacak Suriyeli göçmenlerle ilgili doğru bir politika belirlemek ve uygulamak olmalı.

Bunun için öncelikle 13 yıldır burada olan, burada yaşayan, evini, işini yeniden kurup çocuklarını okula gönderen, Türkiye’nin kültürel ve iktisadi her anlamda bir parçası haline gelen insanların ikinci bir travmaya girmesine izin verilmemeli. Onların “acaba sosyal medyada yazdığı gibi bizi geri dönmeye zorlayacaklar mı?” şeklindeki kaygılarla sosyal uyumunu zedeleyecek propagandaların önü baştan kapatılmalı.

Burada doğan, kendilerini buraya ait hisseden, Türkçe konuşan ve kendisini ülkedeki diğer çocuklardan ayıramayacağımız ölçüde “buralı” olan yaklaşık bir milyon çocuk var. Özellikle onlar ve aileleri için vatandaşlık statüsünün erişilebilir hale getirilmesi, kimsenin dönmeye zorlanmaması, dönecek olanların da sıkboğaz edilmeden, oradaki düzenini kurduktan sonra Türkiye’den sağlık ve selametle ayrılmaları için gerekli düzenlemeler yapılmalı.

İnsanların geride bıraktıklarına, evlerine ve ailelerine güven içinde gidip gelerek kendileri için en uygun olana gönül rahatlığı içinde karar verebilmeleri kolaylaştırılmalı. Bunun için de çoklu giriş ve çıkışlara herhangi bir engel konulmamalı. Türkiye bu süreçte yapılabilecek menfi propagandalara aldırmadan Suriyeli göçmenlerin kendileri için en iyi olanı tercih edip gidecekleri veya kalacakları durumlara uygun düzenlemeler yapmalı.

On yılı aşkın bir süredir Türkiye’de yaşayan, farklı ilişkiler ve hususiyetler arz eden insanlara içinde bulunduğu ortam ve şartların farklı olabileceği gerçeğiyle yaklaşılmalı. Mevzuat bu insani durumlardaki çeşitliliğe uyarlanmalı ve bu süreçte geliştirilecek tüm politikalar hak temelli olmalı.

Öte yandan Suriyeliler çekildiğinde Türkiye ekonomisinin uğrayacağı kayıpların telafisi olmayacak. Dolayısıyla hükümet ve karar vericiler, Suriyelilere dair menfi kanaatlerini hiçbir şekilde değiştirmeyecek insanların zalimane talep ve beklentilerini canlı tutmalarına elverişli bir durum oluşmamasına özen göstermeli.

Türkiye’deki Suriyelilerin tedirgin edilmeden yaşama ve çalışma haklarını güvence altına alacak, Türkiye’nin ekonomik, sosyal ve kültürel hayatına yaptıkları katkıyı sürdürmelerini mümkün kılacak esnek bir sosyo-politik çerçeve tesis edilmelidir. Suriyelilere yönelik herhangi bir geri dönüş baskısı yapılmayacağı -ve yapılmaması gerektiği- gerekçeleriyle birlikte izah edilmeli.

Şimdi Türkiye’de siyasa oluşturan iradeye doğru yönden politika önerebilecek olan çevrelere bu süreçte önemli bir iş düşüyor. Zira Türkiye’den Suriye’ye giden her Suriyeli için sevinen, onların eksilmesini bir kazanç olarak gören dar görüşlü ve dar vicdanlı çevrelerin telkinlerine kapılmamak zorundayız. Üç-beş milyon insan ne Türkiye’nin demografisini değiştirebilir ne de dokusunu bozabilir. Tam tersine Türkiye’nin zengin dokusu tam da bu çeşitliliğe, yüzyılların ürünü olan farklı kaynaklardan beslenmeye ve bunu bir potada buluşturmaya dayanıyor ve bu potayı muhafaza etmek gerek.

İşte tam da bu yüzden Türkiye’deki Suriyeliler hem Türkiye ve Suriye için hem iki ülkenin geleceği bakımından başka hiçbir ülkenin sahip olamayacağı muazzam bir stratejik gücü de ifade ediyor. Bu bakımdan Türkiye’nin izlemesi gereken doğru politika çok özel bir keşif konusu değil. Türkiye'nin tek yapması gereken insanların hayatını kolaylaştıracak bir duruş ve ona uygun bir uygulama ortaya koymaktan ibaret. Suriye’nin Baas kabusundan kurtulduğu bu tarihi günler, bütün bunları gerçekleştirebilmenin imkanlarını sunuyor.

[Prof. Dr. Bekir Berat Özipek, İstanbul Medipol Üniversitesi Öğretim Üyesidir.]

*Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editoryal politikasını yansıtmayabilir.

Kaynak:Haber Kaynağı

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.