Sessizlik hâkim. Ne yazık!

Sessizlik hâkim. Ne yazık!

Çukurova Grubu'nun patronu Karamehmet'in Ergenekon kayıtları, susmayan yazarların gazetelerini susturdu. Yasemin Çongar'dan can alıcı soru...

Yasemin Çongar/Taraf

Komutanlar, Selocanlar, Gazeteciler

Duydunuz değil mi?

Tıs.

Farkındasınız değil mi?

Tıs.

Duymamak mümkün mü?

Bunca gürültücü bir sessizliğin, bu kadar yüksek perdeden bir susuşun farkında olmamak mümkün mü?

Hasan Cemal’in dün yazdığı gibi...

“Gerçek demokrasilerde, Taraf’ınkine benzer bir haber ortalığı toz duman eder, medya ve siyaset dünyasını ayağa kaldırır. Bizde ise sessizlik hâkim. Ne yazık!”

Hasan Cemal’in sözünü ettiği haber malum.

Bugün ikisi de Ergenekon tutuklusu olan eski Jandarma İstihbarat Başkanı Emekli Tuğgeneral Levent Ersöz ve Jandarma İstihbarat Başkanlığı Teknik Takip Daire Başkanı Albay Atilla Uğur’un, bugün adının önüne “Ergenekon zanlısı” ibaresi düşülmüş dönemin Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur adına, Çukurova Holding Yönetim Kurulu Başkanı ve medya patronu Mehmet Emin Karamehmet’le yaptığı görüşmenin tutanakları üç gün önce Taraf’ta yayımlandı.

Türkiye’de askerin üzerine vazife olmayan ve gerçek bir demokraside suç sayılacak etkinlikler içinde olduğunun; iş dünyasıyla bir tahakküm-biat ilişkisi kurduğunun; medyayı yönetmek, yönlendirmek, kullanmak istediğinin ve bunu çoğu zaman başardığının kanıtıydı o tutanaklar.

Dahası, Jandarma’nın Karamehmet’in sahibi olduğu Turkcell üzerinden yasadışı dinleme yaptığı kuşkusunu doğuran ve bu kuşkunun doğrulanması halinde taraflar hakkında “lisans iptali” dahil cezai işlem gerektirebilecek bir bölüm de içeriyordu.

Hasan Cemal gibi, toplamı iki elin parmaklarını geçmeyecek sayıda köşe yazarı bu haberin önemini, anlamını kavrayan ve birçoğu da habere konu tutanakların ima ettiği suçların üzerine gidilmesini isteyen yazılar kaleme aldı.

Diğerleri sustu.

Susmayan yazarların gazeteleri de sustu.

Hatta o gazetelerden birinin yöneticisi bu konuda susmayı açıkça savundu.

Peki neden?

Türkiye’de gazeteci milletinin mensubu olup da bu sorunun cevabını bilmeyen yok.

Ama büyük bir iyi niyetle, adı “gazete” olan kâğıt tomarlarını “gazete” sanan okurların hepsi cevabı biliyor mu ya da ne kadarını biliyor, ondan emin değilim.

Siz, mesela, bu satırları okurken “Bilmez miyim” diyorsunuzdur belki; orduyu “dokunulmaz” bellemiş gazete yöneticilerinden, Jandarma’nın medya üzerinde baskı kurma girişimini yazmalarını, bunu sorgulamalarını beklemeyecek kadar tanıyorsunuzdur ülkenizin basınını...

Ama sessizliğin tek nedeni acaba bu mu?

Yoksa kendilerinin ve/veya patronlarının da aynı kirli ilişkinin göbeğinde olduklarını bildikleri için mi susuyor gazete yönetmenleri?

Yoksa, bir medya patronunun Jandarma Genel Komutanlığı’nda, “komutanım” diye hitap ettiği bir albayla bir generale tekmil vermesini; medya grubunda kimi çalıştıracağı konusunda emir almasını; adı “gazeteci” olan bazı grup mensuplarının telefon numaralarını “haber” ilişkisi olmadığı apaçık bir işbirliğinin “güvenilir” irtibat elemanı olarak Jandarma’ya sunmasını anlatan tutanaklar çok mu tanıdık geliyor bazılarına?

Bir tür “dejavu” duygusu mu yaşıyorlar, dersiniz?

Mehmet Emin Karamehmet’in bu ibretlik görüşmesinin kayda alınmış olmasına gizli gizli içerliyor ve yarın öbür gün kendilerinin ve/veya patronlarının benzer karargâhlarda, benzer komutanlarla, benzer üslupta yaptığı konuşmaların kayıtlarının da ortalığa dökülmesinden mi çekiniyorlar?

Sessizliklerinin nedeni bu korku mu?

Ya da belki aslında içten içe isyan ettikleri ama envai sektördeki çıkarları sayesinde bir türlü itiraz edemedikleri bu tahakküm-biat ilişkisinin orta yerinde olmanın utancı mı onları susturan?

Ar duygusunun sessizliği mi bu, eyvah duygusunun mu?

Her iki durumda da, bu ülkede medyanın çok geniş bir kesiminin, iktidarın çelik çekirdeğini oluşturan üniformalı güçlerden bir türlü bağımsızlaşamadığını anlatan bu suskunluğun başka nedenleri de mi var acaba?

Gazetecilerin Mehmet Emin Karamehmet’e, Taraf’ın yayımladığı tutanaklardaki o unutulmaz cümlelerin üzerine düşürdüğü şaibeden kurtulması için çağrı yapmamalarının ticari bir nedeni de mi var?

Neydi o unutulmaz cümleler?

“Komutanım da buradayken belirtmek istiyorum. Turkcell ile ilişkilerimiz çok güzel devam ediyor. Bunun için de teşekkür etmek istiyorum. Aşağıdaki arkadaşlarla da gayet iyi ilişki içindeyiz.”

O dönem Jandarmanın “telekulak” sorumlusu olan, bugünün Ergenekon tutuklusu emekli albayın bu cümleleri, Mehmet Emin Karamehmet’in “Turkcell operatörünü Jandarma’nın emrine sunup cep telefonlarının mahkeme kararı olmaksızın dinlenmesine izin verdiği” şaibesini yaratmıyor mu?

Görevi bu şaibenin üzerine gitmek, Karamehmet’e “Bu şaibeden kendini kurtar” çağrısı yapmak olması gereken gazete yöneticilerinin dut yemiş halinin nedeni “ilanlarımız kesilir” kaygısı mı?

Bu kadar mı bağımlılar Turkcell reklamlarına?

Gazetecilik refleksinden, sorumluluğundan, ahlakından daha mı önemli o reklamların sağladığı gelir?

Apoletlileri seviyorlar, onlardan korkuyorlar, onların sözünün dışına çıkamıyorlar; anladık.

Selocanlardan da mı korkuyorlar?

Sarı antenli maskotlara biat ediyor olmak hiç mi garip gelmiyor onlara?