Şerif Hoca 'mahalle'yi üzdü
Murat Aksoy'un yorumu
Merkez medya, bir yıldır siyaseten AK Parti'ye karşı kullandıkları "mahalle baskısı" kavramı ellerinden alınınca kızmışa benziyor. Mardin'in 'korkmuş' olabileceğini yazanlar çıktı. Mahalle baskısı neymiş anlayalım, kızanları görelim.
Bir sosyal bilimci için en kötü durum yanlış anlaşılmadan çok, adının ve kavramlarının siyaseten araçsallaştırılması olsa gerek. Türkiye'nin en önemli sosyal bilimcilerinden Şerif Mardin'in bir yıl önce bir söyleşide ifade ettiği "mahalle baskısı" kavramının başına gelenler tam da bu duruma uyuyor. Ruşen Çakır'a verdiği röportajda kullandığı "mahalle baskısı"nın kullanılış biçimi Mardin'i çok rahatsız etmiş olmalı ki, ne demek istediğini açıklama gereği duydu. Mardin kendi söylediğini yanlış anlaşıldığını açıkladığı toplantıda, söyledikleri; bu kavramı siyaseten kullananları rahatsız etmiş olacak ki, şimdi ifade ettiklerini anlamaktan çok Şerif Mardin'in kendisine yükleniyorlar.
Vatan gazetesinden Güngör Mengi "Şerif Mardin'in bir yıl önce ortaya attığı "mahalle baskısı" kavramı çok tartışıldı. ... Önceki gün bir toplantıda anlattıkları, "mahalle baskısı"nın bizzat isim babası Prof. Şerif Mardin'i de olumsuz etkilediğini gösteriyor" sözlerinden hareketle eleştirebiliyor.
Geçtiğimiz günlerde Sosyal Sorunları Araştırma ve Çözüm Derneği'nin (SORAR) düzenlediği toplantıda Şerif Mardin, "mahalle baskısı" kavramıyla neyi ifade etmek istediğini açıkladı.
MAHALLE: SİYASİ DEĞİL SOSYOLOJİK BİR KAVRAMDIR
Önce Şerif Mardin'in 'mahalle baskısı' derken ne demek istediğini özetleyelim.
1. Mahalle kavramı sosyolojik olarak kullanılmıştır, siyasi olarak değil.
2. Kavramının sosyolojik gerçeklik olmasından hareketle; mahalleyi oluşturan unsurların bir bütün olarak çalışması için bir dizi değere ihtiyaç duyar. Bu ortak değere ulaşmak tek tek insanların Shultz'un deyimi ile "öyle olmayı isteme"leriyle mümkün olur. Bireyler bu duygu ile ortak bir kültür üretir ve anlamlı bir grup olurlar.
3. Osmanlı'da bu mahallede paylaşılan ana değer İslamî -millet sitemi gerçeği dikkatini alsak da belirleyici olan- düşüncedir. Ve bu düşünce tarzının "iyi, doğru, güzel" hakkında bir fikri vardır. Mahalleyi mahalle yapan da bu düşüncedir. Yine Osmanlı'da mahallenin unsurları birbirini tamamlayan, cami, imam, tekke, tarikat, esnaf gibi camilerin etrafındaki ortak kamusal mekanlardır.
4. Toplumsal bir birim olan mahalle Cumhuriyet ile birlikte kısmen değişime uğramıştır. Cumhuriyet yeni bir mahalle kurgulamış ve bunu öğretmen, okul eksenindeki seküler unsurlarla inşa etmiştir.
5. Bu yeni yapı, uzun vadede geleneksel olan karşısında geride kalmış ve geleneksel mahalle yapısı varlığını yeni yapılanmaya rağmen sürdürmüştür.
Peki, Mardin'in bu sosyolojik analizleri medyaya nasıl yansıdı: "İmam öğretmeni yendi." Bütün tartışmalar bu defa da bu iki kavramın üzerine bina edilip yeni bir araçsallık icat edilecek.
Şimdi gelelim Şerif Mardin'in siyaseten söylediklerine;
1. Mardin, mahalle baskısı kavramının özellikle AK Parti hükümetine karşı kullanılmasına itiraz ediyor.
2. Siyasetçilerin sofistike insanlar olmadığından hareketle "mahalle baskısı" dahil birçok kavramı ve tabii "dini" de içeriksiz kullandıklarını söyleyerek bunun yanlışlığına vurgu yapıyor.
3. Cumhuriyet'in kuruluşuyla yaratılan değerler sistemi ile Osmanlı'da var olan değerler sistemi arasındaki kıyaslamada Cumhuriyet döneminin düşünsel olarak daha kuru olduğunu; bunun nedeninin de Cumhuriyet'in "iyi, güzel ve doğru" hakkında düşüncel bir değer/katkı olmamasına bağlıyor.
4. Bu coğrafyada "iyi, güzel ve doğru"ya bir değer sistemi olarak düşünsel anlam veren büyük ölçüde İslami düşünce sistemidir.
5. Türkiye'de ne yazık ki tartışma kültürü yok. Hiçbir tartışma sonuna kadar gidemiyor. Bunda; tartışma kültürünün olmaması kadar, bazı konuların tabu kabul edilmesi de önemli rol oynuyor: Kemalizm, laiklik gibi kavramlar tabu kavramlardır, tartışılamaz.
Görüldüğü gibi Şerif Mardin'in hem sosyolojik hem de siyasi olarak yaptığı tespitler birbirini tamamlar niteliktedir. Yani mahalle kavramı hakkındaki sosyolojik tanımlama ve açılımlar, onu siyaseten kullananların bunu ne kadar araçsallaştırdıklarını, Mardin'in ifadesiyle "basitleştirdiklerini" net biçimde ortaya koymuştur.
EKŞİ, BİLA VE MENGİ'NİN ANLAMADIKLARI
Nitekim mahalle baskısı (ve sonradan Malezya olma korkusunu) yazılarında sıkça kullananlar Mardin'in bu açıklamalarından memnun olmamışlardır. Onlar yine tartışmayı sosyoloji yerine siyaset, anlamak yerine hamaset üzerinden okumayı tercih etmişlerdir. İşte üç örnek yazıdan bazı cümleler.
Önce Hürriyet gazetesinin başyazarı Oktay Ekşi'nin 25 Mayıs 2008 tarihli "Kimin kusuru" başlıklı yazısından birkaç cümle: "Kemalizm kuru idi" diyor. "Kemalizm iyiyi, doğruyu, güzeli topluma veremedi" diyor. "Kemalizm sığ kaldı" diyor. "Kemalizm laikliği netleştiremedi" diyor. Ve son yıllarda pek moda olan bakışla, sanki 1923'te bu topraklar üzerinde demokrasiyi özümsemiş, hukuk devletini kurmuş bir toplum varmış da yeni kurulan Cumhuriyet zulüm olsun diye bu değerleri yok saymışmış gibi hükümler veriyor. Sadece 15 yılda (1923-38 arasında) bir toplumun kültürel değerlerini 180 derece aksi yöne çevirmeyi mümkün kılacak hangi demokratik metot vardı da Kemalistler yapmadı, onu söylemiyor." Oysa Şerif Mardin Kemalizm'e ilişkin eleştiriler yaparken Oktay Ekşi'nin ifade ettiği toplumsal duruma hiç değinmiyor. Mardin'in buradaki sorun olarak saydığı Kemalizm düşünsel bir sistem olarak topluma sadece 1923-1938 arası değil, bugüne kadar yeterince nüfuz edemediği ve "iyi, doğru, güzel" hakkında değer üretmedikçe de bunun zor olduğunu ifade etmiştir. Ancak Ekşi, yazısında tepeden inme modernliği ve pozitivizmi savunmak dışında bir şey yapmıyor.
Yine Ekşi: "Gerçek şu ki, şimdi Sayın Mardin'in saydığı eksikleri, kusurları Kemalizm de zamanında görmüş, "tekkeye karşı okul" kurmak, "yobaza karşı öğretmen" yetiştirmek için Köy Enstitülerini; "iyiyi, doğruyu, güzeli" öğretmek için Halkevlerini; çağdaş bir toplum yaratmak için de "laik okulları" kurmuştur. Ama Kemalizm'in gizli ve açık düşmanları, 1950'den beri tüm bu saydıklarımızı ya yozlaştırarak, ya altını oyarak yahut kapatarak, Türkiye'yi bugün bulunduğu noktaya getirmiştir." Ekşi'nin bu paragrafı bir üstte değindiğim paragrafını kendi kendine tekzip etmektedir. Yani Kemalistler, bu eksiliği görmüş ve tedbir (Halkevlerini, Köy Enstitülerini...) almışlardır. Sorun tam da burada değil mi? Alınan bu 'tedbirler' maalesef insan ilişkisinden üreyen bir "iyi doğru ve güzel"e anlam katan bir değer sistemi değil, bilakis, Kemalistlerin ideolojik olarak doğru olduklarına inandıkları değerleri bu kurumlardaki öğrencilere ezberletmişlerdir.
Milliyet'ten Fikret Bila'da 25 Mayıs 2008 tarihli "Şerif Mardin Hoca'nın analizi üzerine" başlıklı yazısında, Mardin'in söylediklerinden mutlu olmadığını anlıyoruz. O da Oktay Ekşi gibi Halkevleri ve Köy Enstitülerinin toplumu dönüştürme hedefinde araçsallığına vurgu yapıyor. Ve; "Laik cumhuriyete karşı, kuruluşundan hatta öncesinden bu yana muhalif olan din referanslı çaba sadece topluma değil devlete de hâkim olabilecek bir konuma gelmiştir. Bu gerçeği yok saymak mümkün değildir." Bu cümle sorunlu. Çünkü Laik Cumhuriyet'e karşı, kuruluşundan hatta öncesinden muhalif olan bir gelenekten söz etmek mümkün değil. Cumhuriyet öncesi ve Cumhuriyet döneminde bu topraklarda sadece Osmanlı'nın sahip olduğu değerler var idi. Ve bu topraklar ve burada yaşayanlar Osmanlı idi. Düşman değil. Bila'nın tehlike olarak tanımladığı AK Parti'nin hükümet olması olmasın?
Yine Bila; "Bu gerçek de gösteriyor ki, laik cumhuriyetin korunması ve güçlendirilmesi için mücadele verilecek temel alan eğitim sistemidir. / Ayrıca, sorun sadece laiklikle sorunlu öğretmenler ve özel okul zinciri de değildir. / Toplumsal yaşamda yönetici, karar verici, eğitici, cezalandırıcı işlevi olan tüm mesleklerde son yıllarda bu eğilimin göz ardı edilemeyecek kadar belirgin hale geldiği gözleniyor. / Mülki idare, adalet, güvenlik ve sağlık alanlarında aynı zihniyetle yetiştirilen ve göreve başlayanlar, tıpkı mahallede "cami ve imam"ın "laik öğretmeni yenmesi gibi galip gelmek üzeredirler... / Bu yönüyle bakıldığında sorun bir siyasi partiyi veya bir veya iki iktidar dönemini aşan boyuttadır. / Laik cumhuriyeti korumak ve güçlendirmek isteyenlerin görmesi gereken ilk gerçek budur..." Bu uzun alıntının son iki cümlesi içinde yaşadığımız süreç içinde AK Parti'ye karşı yönelmiş olan mücadeleyi anlamak açısından açıklayıcıdır.
TEMEL KORKU: AK PARTİ
Son olarak Vatan gazetesi başyazarı Güngör Mengi'ye kulak verelim. "Baskı altında yaşamak zordur" (25 Mayıs 2008) başlıklı yazısında Mengi açıktan Mardin'i hedef alarak: "Şerif Mardin'in bir yıl önce ortaya attığı "mahalle baskısı" kavramı çok tartışıldı. Ama tartışmalar toplumun din baskılarına karşı direnç kazanmasına yardım etmedi. / Laikliğin dinci ideoloji karşısında mevzi kaybetmeye devam etmesini önleyemedi. / Önceki gün bir toplantıda anlattıkları, "mahalle baskısı"nın bizzat isim babası Prof. Şerif Mardin'i de olumsuz etkilediğini gösteriyor." yönünde tespitler yapıyor. Bu cümle açık biçimde mahalle baskısının laiklerin "dinci ideoloji" karşısında mevzi kazanmak için kullanıldığını ama başarılı olamadığını, hatta bu durumdan Mardin'in bile çekindiğini ve geri adım attığını ima ediyor. Mengi; "Açıklamalarının sonraki bölümünde 'rahat edeceği, huzurla yaşayacağı bir ortam' inşa etme gayretine yorulabilecek zorlamalara yöneldi" cümlesi ile de Mardin'in toplantı boyunca mahalle üzerine yaptığı bütün sosyolojik analizlerin Mardin'in "huzurlu yaşayacağı bir ortam inşası" için araç olarak kullandığını söylüyor. Yine bu vurguyu yazısının son cümlesiyle; "Ve cumhuriyeti savunmak uğruna tehlike yaşamaktansa, o tehlikeleri gelecek kuşaklara bırakıp kalan ömrünü rahat geçirmek isteyen bilim adamları ve bencil aydınlardır!" gibi bir meydan okumaya çeviriyor.
Sonuçta ortaya çıkan tablo Şerif Mardin'i haklı çıkarıyor. Türkiye'de hiçbir tartışma sonuna kadar yapılamıyor. Nedeni ise çok basit. Tartışmayı yapanların "iyi, doğru ve güzel" hakkında derinlikli düşünceleri, buna yönelik bir çabaları yok. Sorun bu.
Ancak şunu ifade edelim ki; iyi, doğru, güzel değerleri hakkında tek referans Mardin'in ifade ettiği gibi her hangi bir din olmak zorunda değil. İster tek tanrılı, ister çok tanrılı, ister dinsiz toplumlarda olsun bu kavramalar hakkında bir değer mutlaka var. Bu değer de insan denilen yaratığın bizzat vicdanı. Ve bu vicdan ancak bu kaygıyı duyan insanlarla bir araya geldiklerinde ortak bir değer üretilir. Alfred Shultz'un deyimiyle insanlar "öyle olmayı isterler" ve böylece yaşayabilirler. İnsanların yarattıkları ortak değer ister din temelli olsun, ister seküler temelli olsun ahlaktır. Türkiye'de tüm kesimlerin temel sorunu da ahlakı sadece 'dinsel' algılamasındadır.
Kaynak: