ŞEHİR VİRAN; YA ÇOCUKLAR?-TALHA PAKSOY
“O gün’ ü fotoğraflayıp beynimin baş köşesine koymuş kadar iyi hatırlıyorum."
Aşağıya aldığım mektup değerli bir mağdur meslektaşımın oğlu tarafından yazılmıştır.
Yorum yapmak istemiyorum.
Yorumları "YÜCE MİLLETİMİZ" yapıyor zaten.
Ahmet TÜRKAN
***********************************
ŞEHİR VİRAN; YA ÇOCUKLAR?-TALHA PAKSOY
“ 28 Şubat” dönemini yazıp çizmek bugünlerde pek bir moda. Uzunca bir süre gerçeklerden arıtılmış, suni vitrin süsü görüntüsünden öteye gidemeyen, futbol değimiyle; ofsayta düşerim endişesiyle topa koşmayan sözde demokratlar, bugün yağmur sonraları mantarlar gibi birer birer gün yüzüne çıkıyor. En başından beri zulme boyun eğmeden demokrasi ve adalet uğruna “adaplı haykırışlarını” sürdürenler ise, bugün geçmişe gururla bakıp; “benim davam haktır, hak yerini bulacaktır” diyor.
Dönemi en çarpıcı haliyle “hane içinde” yaşamış olan mağdurlar ise, yıllardır kapanmak bilmeyen yaralarının sarılacağı günün yaklaştığını görerek, ışığa kanat çırpan kelebekler gibi gökyüzüne tebessümle bakıyorlar.
Kimdir bu mağrur mağdurlar?
Yıllar boyu büyük bir kıvanç ve şerefle taşıdıkları üniformalarından, oğullarından ayrı tutmadıkları beylik tabancalarından, her bir ağacına ve taşına kokuları sinmiş peygamber ocağı kışlalarından, kendilerini yıllar sonra bile hayır ve hürmetle anan binlerce Mehmetçik evladından bir çırpıda fütursuzca koparılmış, bu vatanın yetiştirdiği güzide insanlardan bahsediyorum.
Yirmi yılı aşkın hizmetlerinden sonra “er” olarak terhis edilen, mesnetsiz ve ne renk olduğu yıllardır çözülememiş bir “disiplinsizlik” yaftasıyla, sırf Allah’a inançları vatan ve milletine olan inançları kadar sarsılmaz olduğu için, yokluğa ve toplumsal izolasyona terk edilmiş; binlerce adam gibi adamdan bahsediyorum.
Babamdan, babalarınızdan, ağabey ve kardeşlerinizden bahsediyorum.
28 Şubat’ın öncesinde ve sonrasında yaşananlar artık uzunca bir zamandır gün ışığında, halkın takdir-i huzurunda. Millet artık konuşulamaz denilenleri korkusuzca konuşuyor. Tabular birer birer yıkılırken,
demokrasi ve adalet olgusu gün geçtikse sağlam temeller üzerinde yükselmeye başlıyor.
Siyaset Bilimi ile meşgul olanların yakından bileceği üzere Franz Kafka’nın devlet-yargı-vatandaş teorisindeki gibi kabuklar yavaş yavaş şeffaflaşıyor. Yıllardır psikolojik bir istibdat düzeni altında fikren ve cismen ezilen bu milletin “mağrur mağdurları” ; artık toprak altına atılmış yüz binlerce çiçek tohumu gibi, neşv-ü nema bulup, demokrasi bahçelerindeki yerlerini alıyorlar.
İzin verirseniz, bütün bu teknik detayları bir tarafa bırakmak ve olayın vahametini bütün gerçekliğiyle dem ve damarlarında yaşamış, küçük dünyalarında kopan fırtınalara yıllar boyu kahramanca göğüs germiş,
“28 Şubat Çocukları’ ndan bahsetmek istiyorum.”
***
Peki ya çocuklar?
Adı: Ordu’dan atılan adamın oğlu.
Soyadı: Ne önemi var ki?
“O gün’ ü fotoğraflayıp beynimin baş köşesine koymuş kadar iyi hatırlıyorum.
Kütahya’da bir sabah vakti. Evden simit almak için çıktığımda karşımda babamı gördüm. Her görev sonrasında eve dönüşü kadar heyecanlandığım başka bir duygu hatırlamıyorum. Babam
Diyarbakır’a göreve gitmiş, eve yine sağ salim dönmüştü. Bir gariplik vardı bu sefer ama ne...? Yüzünde yine o aynı ciddiyet. İşte siyah yol çantası; kalın ve gizemli. Gözlükleri de yerindeydi üstelik. Buldum... Üniforması yoktu üzerinde. Hafta sonları bile bizimle vakit geçirmek yerine, sabah erkenden giyip kışlasının yolunu tuttuğu üniforması bu kez yoktu üzerinde...
Bir şeyler garipti, sezdim. Evin kapısına yaklaştığımızda henüz zili çalmadan açıldı kapı. Daha sabahın erken saatleri olmasına rağmen bütün ev halkı kapıda hazır kıta. Garipti bir şeyler, sezdim. Herkesin yüzünde aynı ifade, şaşkın, ağlamaklı, hazırlıklı, hazırlıksız. Hoş geldin derken dudakları titredi annemin, gözleri çakmak çakmak.
Dedem, arkasında bir şeyler saklayan bir çocuk gibi ellerini arkasında kavuşturmuş, huzursuz. Anneannemin gözleri yerde, kaldırsa başını ağlayacak sanki. Bir şey sorsam dünya başıma yıkılacakmış gibi hissediyorum, beynimde infilak infilak üstüne.
Salon’a geçiyor herkes, kimsede çıt ses yok.
Dayanamayıp dedeme soruyorum,
-Neler oluyor?
-Sus, ses etme diyordu dedem, attılar babanı...
Sonra babam herkesi bir arada görünce konuşmaya başlıyor, mağdur ama mağrur:
-Biz hiç bir zaman Hak’ın hatırından başkalarının hatırı için fedakarlık etmedik. Bize yapılan bu zulüm karşısında da sabredeceğiz, kadere iman bunu gerektirir.
“Bu evde hiç bir fert; ne devlete, ne de TSK’ ya BEDDUA ETMEYECEK. Ben onlar için her vakit namazında dua ediyorum, sizler de öyle yapın; ne olursa olsun ordu bizim ordumuz.”
-Bak sen şu disiplinsiz adama!
Artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacaktı, olmadı da. Maddi manevi çok zorluklar çektik, yıllarca ufacık yüreklerimizde çok kavgalar ettik belki ama asla beddua etmedik.
Vatan haini olmadık, isyan edip dağa çıkmadık. Milletin hakkına tecavüz etmedik. Çalmadık, çırpmadık. Bize yapılan zulüm karşılığında koyun da olmadık serseri de!
Daha çok çalıştık, azmettik, faturayı bütün bir millete kesmedik, kadere iman ettik.
Ben daha sonra Askeri Lise sınavlarını dereceyle geçtim, spor seçmelerinde ilk Üç’e girerek mülakat aşamasına kalmaya hak kazandım.
Dosyamda babamı gören Yarbay’ın bana sorduğu o ahlaksız sorular mahşer yerinde kendisine sorulmasın diye temenni ediyorum.
Değerli okuyucu, 28 Şubat’ın canlı tanıkları olan biz “YAŞ” çocukları, başımıza indirmek istedikleri
“BALYOZ”U yıllardır ufacık ellerimizle kavrayıp sırf aziz milletimizin manevi şahsı hatırına başımıza
vurdurmadık. Hiç bir platformda aldatmadık, aldanmadık. Uzun lafın kısası Ey Millet’im; biz bu oyuna gelenlerden olmadık!
Varımızı yoğumuzu ortaya koyarak, büyük bir gayret ve bilinç ile babalarımızın mirası olan bu davayı devraldık. Bu dava; ne makam, ne rütbe, ne şan, ne de şöhret davasıdır. Bu dava; insaniyete layık bir şekilde yaşayıp, milletine ve insanlığa hizmette en önde giden neferler olmak davasıdır.
Talha PAKSOY
Marshall University
Siyasal Bilimler Fakültesi
Siyasal Bilimler ve Uluslararası İlişkiler
WV, US
Tel: +1(304) 840 20 36
e-mail: paksoy@marshall.edu