Savunma teknolojileri için ekosistem inşası ve TEKNOFEST
TEKNOFEST ve benzeri etkinlikler, çok uzun erimli bir stratejik dönüşümün araçlarıdır. Dönüşümün amaçlandığı yer savunma sistemleri ve askeri kabiliyet değil, genç jenerasyonların savunma teknolojileriyle kurdukları ilişkinin şekillendirilmesidir.
Can Kasapoğlu, TEKNOFEST'in yeni nesillerde bir paradigma değişikliğine yol açmak açısından önemini AA Analiz için kaleme aldı.
***
Türkiye’nin en prestijli teknoloji ve havacılık etkinliklerinden olan TEKNOFEST’e ilişkin birçok değerlendirme yayımlandı. Söz konusu görüşlerden kimi, konunun daha popüler veçhelerine, basının ilgisini doğal olarak daha fazla çeken renkli konulara odaklandı. Bazıları ise, açıkçası fena halde yanılarak, kategorik olarak TEKNOFEST’i, SAHA Expo ya da IDEF gibi savunma fuarları ile karıştırdı.
Günlük yorumların ıskaladığı bir konu var: TEKNOFEST ve benzeri etkinlikler, çok daha uzun erimli bir stratejik dönüşümün araçlarıdır. Dönüşümün amaçlandığı yer ise savunma sistemleri ve askeri kabiliyet değil, geniş çaplı bir düşünce sistemidir. Daha açık bir anlatımla hedef, genç jenerasyonların savunma teknolojileriyle kurdukları ilişkinin şekillendirilmesidir. Söz konusu dönüşüm ise, savunma sanayisindeki atılımın istikrarı için kritiktir.
Dönüşüm için kritik şartlar: Ekosistem, alt-sistemlerde atılım ve istikrar
Türk savunma sanayisi geçtiğimiz birkaç on yılda ciddi ilerleme kaydetti. Artık Körfez Arap SİHA pazarında Çin ile rekabet eden Türkiye’den söz ediyoruz. Yine Türkiye’nin, NATO üyesi ülkeler içinde, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ile birlikte insansız hava araçları programı en gelişmiş iki aktörden biri olduğunu belirtmek mümkün. Üstelik, Türk robotik harp çözümlerindeki yükseliş, deniz ve kara harp segmentlerine de yayılıyor.
Öte yandan, konuya sektörel ve teknik bir açıyla bakıldığında kapatılması gereken birçok açık var. Öncelikle, birçok kritik silah sisteminde devam eden alt-sistem düzeyindeki bağımlılığın da tedrici olarak azaltılması gerekiyor. Zira, üst düzeyde harekat bağımsızlığının ön koşulu da, kritik alt-sistemlerde bağımlılığın olmamasından ya da sürdürülebilir ve çeşitlendirilebilir olmasından geçiyor.
Savunma sanayisi planlamasında alt-sistem bağımlılığından daha önemli, çok daha elzem bir husus ise ekosistem inşa edilmesidir. Zira, savunma inovasyonu ve teknolojik imkanların askeri kabiliyete teşmil edilmesi, 21. yüzyılda, belki de hiç daha önce olmadığı kadar ekosistemlere eksenli hale geliyor. Ekosistem inşası ise askeri siyasa ve milli savunma mülahazasının çok daha ötesinde bir çerçeveden oluşur. Bir ülkenin hemen tüm seviyelerdeki eğitim sistemi, gelecek nesillerin teknoloji ile kurdukları ilişki, bilimsel yaklaşımları, yüksek öğrenimin kalitesi, bilimsel yayınlar, araştırma kurumlarının kapasiteleri gibi birçok vektör, gelecek on yıllarda savunma inovasyonu için gereken ekosistemi birlikte inşa ederler. Elbette, söz konusu vektörlerin merkezinde ülkenin insan kaynağı bulunuyor.
TEKNOFEST ve benzeri etkinlikler, savunma inovasyonu ekosistemi için elzem olan insan kaynağının teknoloji oryantasyonunu sağlıyor. Öncelikle, genç nesiller kendi dizaynları ve üretimleri olan teknolojik çözümlerle yarışma ortamında rekabet ediyor. İkincisi, TEKNOFEST jenerasyonu, Akıncı, TB2, Aksungur SİHA’lar, T-129 ATAK Taarruz helikopterleri, F-16 SOLOTÜRK, HÜRKUŞ gibi platformlarla çok erken yaşlarda tanışıyor. Savunma ve askeri bilimler alanında çalışan biz profesyoneller için ilk bakışta basit görünebilir ancak esasen her birimiz için hayatımızın aynı yıllarında mesleğe ilgi duymamızı sağlayan böyle anlar olmuştur. Üstelik, yine TEKNOFEST katılımcıları, bir dönemin güçlükle bulunan savunma ve havacılık dergilerinden kestikleri resimlerle değil, bizzat dokundukları platformların kendi çektikleri resimleriyle savunma dünyasına zihinlerindeki ilk adımı atacaklar.
TEKNOFEST’in savunma sanayisi ve teknolojiyle iç içe bir jenerasyon yetiştirme hedefini, silahların popüler kültür bakımından etkisinin ve iç siyasi mülahazanın çok ötesinde okumak gerekiyor. Türkiye’nin savunma sanayisinde yakaladığı sıçrama elbette çekici görünüyor. Ancak söz konusu sıçramayı uzun erimli siyasi-askeri ve savunma ekonomisi kazanımına dönüştürecek kilit, istikrardır.
Savunma atılımının kökleri ve geleceği
Türkiye’nin savunma ihracatı, özellikle de insansız çözümler ihracatı alanındaki yükselişi çok hızlı gerçekleşti. 2000’li yılların başında, ciddi düşünce kuruluşlarının hemen hiçbiri, Türkiye’nin diğer NATO ülkelerine ve Körfez Arap savunma pazarı gibi milyar dolarlık rekabetlerin yaşandığı bir arenaya yüksek teknolojili robotik askeri çözümler ihraç edebileceği gibi bir tahminde bulunmamıştı. Açıkçası söz konusu yükseliş, eğitim sistemindeki olağanüstü bir iyileşmeden ya da yüksek öğrenimde yaşanan benzersiz bir ilerlemeden de neşet etmedi.
Söz edebileceğimiz iki kırılma trendi var: İlk olarak, 1970-1980 döneminde başlayan ve günümüz Türk ana savunma sanayisi oyuncularının birçoğunun temellerinin atıldığı yatırımlar, orta-uzun vadeli sonuçlarını vermeye başladı. İkincisi ise, özellikle SİHA segmentinde görüldüğü üzere, vizyoner girişimcilik ve yeni nesil teknolojileri inovatif konseptler ile buluşturma stratejisi, kısa sürede olağanüstü sonuçlar verdi. İşte, Baykar’ın stratejik SİHA’sı Akıncı’yı, Roketsan’ın TRG-230 füzesiyle buluşturarak, yüksek irtifada görev yapan robotik bir platforma aerobalistik füze sertifikasyonu yaptıran savunma sanayisi atılımı da söz konusu iki trendin kesişiminin eseridir.
Türkiye’nin insansız hava sistemlerindeki stratejik dönüşüm, Türk savunma sanayisinin geleceğine dair önemli dersler sunuyor. Bu çerçevede de Baykar ve TUSAŞ’ın dizayn yolculukları dikkat çekici. TB2 ve ANKA ile ön plana çıkan söz konusu yolculuklar, önce Akıncı ve Aksungur gibi stratejik platformlara, oradan da Kızılelma ve Anka-3 gibi, insan-makina işbirliği konseptlerine de uygun, yapay zeka algoritmaları ve kinematik yetenekleri gelişmiş insansız savaş uçaklarına uzandı. Söz konusu yolculuğu sürdürmek ise bahsedilen eserlerin mimarlarını takip edecek jenerasyonlara düşecektir. İşte TEKNOFEST ve benzer etkinlikler, yeni jenerasyonlarda bir paradigma dönüşümünü amaçlıyor. O nedenle, savunma fuarlarından çok daha farklı ve özü itibarıyla belki de daha stratejik bir çerçeveye sahipler.
[Dr. Can Kasapoğlu, Hudson Enstitüsü kıdemli analisti ve Edam savunma programı direktörüdür.]
* Makalelerdeki fikirler, yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editöryal politikasını yansıtmayabilir.
Kaynak:
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.