Peygamberimizin tavsiye ettiği dua
Bir sahabi, "Ya Resulallah! Rabbime nasıl dua edeyim?" diye sorar. İşte Peygamberimizin cevabı...
BİR DUA
"Ya Resulallah! Rabbime nasıl dua edeyim?"
Bir sahabi, "Ya Resulallah! Rabbime nasıl dua edeyim?" diye sorar. Peygamber Efendimiz, "Şu mübarek kelimeler" der, "Senin dünyana ve ahiretine ait dileklerini toplu olarak ifade eder. Rabbine sadece ellerini değil gönlünü de açarak şöyle dua et: "Allah'ım, beni bağışla, beni esirge, bana afiyet ver, beni helalinden rızıklandır."
Hayatın bir başka gerçeğidir dertler. İnsan hiçbir şeyden acı ve ıstırap duymasaydı verilenlerin kıymeti nasıl anlaşılabilirdi ki! Esasında her bir dert kişiye adeta şöyle der: "Hiçbir şeyi hakiki anlamda sahiplenmeye çalışma. Çünkü her şeyin sahibi kimse, senin de sahibin odur. Sen şu dünyaya malik değil, misafir olarak gelmişsin."
Dertsizseniz dert sizsiniz!
Niye bunlar hep benim başıma geliyor?
Müminin nazarında dünya bir imtihan yurdudur. Her imtihan, ilk geldiğinde ve dış görünüşünde biraz sert, nahoş ve itici görünebilir. Ancak biz, neticesi itibariyle baktığımızda, canlı kalmamıza sebep, kokuşup gitmemize mani, günahlarımıza kefaret olması gibi yönleriyle Rabbimizden gelen gaybî bir terbiye eli gibi görürüz/görmeliyiz bela ve musibetleri.
Musibet ve belaların da çeşitleri ve insanlara gelişleri farklı farklıdır. Herkesin hassasiyeti ve performansı farklı olduğu gibi bela ve musibetlere verdiği tepki de farklıdır. Bela ve musibetlerin geliş keyfiyeti de bizim için ayrı bir imtihandır. Bir hadis âliminin başından geçen aşağıdaki hadise konumuza ışık tutacak mahiyettedir:
Mısır sokaklarında eski, perişan ve kir-pas içinde elbiseleriyle yağ satan inançsız bir adam, "Dünya, müminin cehennemi, kâfirin ise cennetidir." (Aclûnî, Keşfu'l-Hafâ, 1/410) hadisinin manasını, tertemiz ve kaliteli elbiseleriyle atının üstünde ihtişamla gezen devrin büyük âlimi İbn Hacer el-Askalânî'ye sorar. "Sizin Peygamberiniz böyle böyle diyormuş, şu hale bak, ben bu perişan halimle ne biçim cennetteyim, sen bu ihtişamlı halinle hangi cehennemdesin?" Büyük alim İbn Hacer, hemen cevabını verir: "Benim gideceğim yere göre burası adeta cehennemdir, senin gideceğin yere göre ise burası cennettir." (Aclûnî, Keşfu'l-Hafâ, 1/410-411)
BELALAR GEÇİCİDİR
Kimi insan vardır, bir karıncanın ayakaltında ezilişinden iki büklüm olur, sonbaharda düşen yapraklar ciğerine kan damlatır. Kimi insan da vardır ki yağmur altında ıslanmaz, perişan olmuş, katliama maruz kalmış insanları izlerken içinde herhangi bir üzüntü hissetmez. Dolayısıyla imtihanların, belaların geliş keyfiyetleri de birer imtihandır. Ancak hadise bakıp da mümini, hep sıkıntıda, hep bela ve musibetlere maruz, işkence gören bir insan şeklinde anlamamalı. Hayata bir bütün halinde bakıp, bela ve musibetleri de Allah'ın, insanlara güç yetiremeyecekleri yükü sırtlarına yüklememesi prensibine göre değerlendirmeliyiz.
Zaten "bela", imtihan manasındadır. Bir sınamadır. "Musibet" de isabet eden, başa gelen şeye denir ki başımıza gelenler, kendi elimizle yapıp ettiklerimizden başkası değildir aslında. Hem unutmamalı ki, "Allah, mümin kulunun bedenine belayı (musibeti) sultan (hakim) eylemez." (Ali el-Müttakî, Kenzu'l-Ummâl, 1/144)
DERTSİZ İNSAN OLUR MU?
Musibetler mutlaka bir gün diner. Yeter ki, musibet ve bela ile gelen mesajı alıp Allah'a teveccüh etmesini bilelim. Abdullah bin Mesud, Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)'e, "Ey Allah'ın Rasulü! Gerçekten şiddetli bir sıtma nöbetine tutulmuşsunuz" der. Allah Rasulü de ona:
"Evet, sizden iki kişinin çekebileceği kadar ıstırap çekmekteyim" buyurdular.
"Herhalde bu iki kat sevap kazanmanız içindir" dedim. O da:
"Evet, öyledir. Allah ayağına batan bir diken veya başına gelen daha büyük bir sıkıntıdan dolayı müslümanın günahlarını bağışlar. O müslümanın günahlarını ağaç yaprakları gibi döker, buyurdular." (Buharî, Merdâ, 3)
Bu konuda şu hadisleri de zikredelim: "Mümin, imtihana namzet olarak yaratılmıştır." (İbn Esir, en-Nihâye, 3/410)
"İnsan, dininin gücü ölçüsünde bela ve musibetlere maruz kalır." (Tirmizî, Zühd, 57)
"Allah, çok imtihana maruz kalıp (bütün bunları) çokça tevbe ile geçen kulunu sever." (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/80)
Şair ne güzel söyler:
"Herkese bir dert mukarrer bu âlemde
Dertsiz yaşamış var mı gürûh-u ukalâdan (aklı olan)"
BİR SORU-BİR CEVAP
Dinimize göre doğum günü kutlamasının mahzuru var mı?
Soru: Geçenlerde arkadaşlarımla beraber doğum günümü kutladık. Kutlama esnasında bir arkadaş bunun dinde yeri olmadığını söyledi. Bizim de kafamız karıştı. Dinimize göre doğum günü kutlaması yapmakta bir mahzur var mı? Gülnihal Demirel/İstanbul
Nihal Hanım! Sizin de bildiğiniz gibi doğum günü kutlama âdeti bize dışarıdan gelmiştir. Esasında bizim kültürümüzde bu tür kutlamalar yoktur. Kültür ve medeniyetler birbirinden etkilenebiliyorlar. Bunu her asırda değişik uygulamalarla görmek mümkündür. Biz de ve buna benzer toplantıları bünyemize dışarıdan ithal etmişizdir.
İslam âlimleri konuyla alakalı özetle şunu söylüyorlar: Doğum günü kutlaması yapmanın bizzat kendisi günah olmaz. Günah, bu toplantılardaki bir takım tutum ve davranışlardan meydana gelebilir. İnsanlar bir araya gelince helal olan şeyleri yiyip içiyor, helal olan şekliyle sohbet ediyor, günah olmayan şekilde eğleniyorlarsa elbette böyle bir doğum günü kutlamasında haram olmaz. Hiçbir sakınca söz konusu hale gelmez
Hassaten bu vesile ile haramlar işleniyor, günahlara maruz kalınıyor, çok israflı eğlence ve yeme içmelerle kötü örnek olunuyorsa; günahlık, günden değil, günde işlenen hatalardan meydana gelir
DOĞUM GÜNÜMÜZ BİZE NE ANLATMALI?
Aslında her doğum günü yıl dönümümüz, dünyaya gelişimizin sevinci değil, dünyadan gitmeye doğru yol alışımızın hüznü ve hesap endişesi olmalı. Çünkü her gün, ömür ağacından bir yaprak düşüyor ve bu hal, bizi her gün adım adım ölüme biraz daha yaklaştırıyor.
Lakin bu düşünceler bize elbette yaşama sevincimizi kaybettirmemeli, ama bu dünyada bir misafir olduğumuzu da unutmamalıyız.
TEFEKKÜR ATLASI
Isısız ışık yapan ateş böceğim misin!
Ateş böcekleri ve diğer ışık çıkaran canlılar, ışıklarını "luciferin" adı verilen bir karışım sıvıdan elde ederler. Luciferin, ışık çıkaran organizmalarda hücre içinde depolanan, genişleyebilen, sıcaklığı ayarlanabilen bir karışımdır. Pratik olarak, enzimlerin etkisi ile oksitlenme neticesinde ısısız ışık elde edilir. Yani, bu madde oksijenle temas edince enzimler yardımı ile de oksitlenme olur, bunun sonucunda da tabii soğuk ışık elde edilir.
Bilim adamları, biyolojik olarak ısısız ışık üretiminin en ekonomik enerji yayma sistemi olduğunu söylüyorlar. Eğer bilim adamları, tüm diğer sahalarda olduğu gibi, ısısız ışık elde etmede ve cisimleri aynı anda senkronize olarak etkileştirmede, Yüce Yaratıcı'nın kâinata koyduğu kanunları taklit ederek ilerlerse, bu işi başarmada en kısa ve en güvenilir yolu takip etmiş olurlar.
MİNİ YARIŞMA
1. Hz. Ömer (ra)'ın Müslüman olması, kız kardeşi ve eniştesinin Müslüman olduklarını öğrenip onları ve Peygamber Efendimizi öldürmek niyetiyle gelirken eniştesinin evinin yakınında duyduğu Kur'an'dan etkilenmesi sonucunda olmuştur. Onları dövmesine rağmen yine de tekrar dinlediği eniştesinin okuduğu sûrenin, kız kardeşinin ve eniştesinin isimleri nedir?
2. Hz. Davud (as)'ın oğlu olup babasının krallık ve peygamberliğine varis olan, Kudüs'te bulunan Mescid-i Aksa'yı yaptıran, tüm mahlûkatın dilinden anlayan, rüzgarın dahi emrine verildiği peygamber kimdir?
3. Peygamber Efendimiz (sas)'in: "Eğer Zeyd Bin Harise şehit olursa yerine Cafer Bin Ebi Talip, o da şehit olursa komutanlığa Abdullah Bin Revaha geçsin, şayet o da şehit olursa Müslümanlar içlerinden birini seçsin." diyerek orduyu gönderdiği ve bu tüm söyledikleri şeylerin gerçekleştiği savaş hangisidir?
4. Allah (cc)'ın varlığını ve birliğini, doğmadığını ve diğer özelliklerini özlü bir şekilde anlatan ve buna kısaca Tevhid Sûresi denilen sûrenin adı nedir?
Cevaplar
1. Taha Sûresi, kız kardeşi Fatıma, eniştesi Said.
2. Hz. Süleyman (as).
3. Mute Savaşı.
4. İhlâs Sûresi.
Ali İhsan Er - Bugün Gazetesi