Peygamber SAS Efendimiz'in Ramazan tavsiyeleri!
Ramazan’a girerken, bir seferinde Peygamber SAS Efendimiz'in tavsiyeleri olmuş. Selmânü’l-Fârisî RA şöyle anlatıyor:
خَطَبَنَا رَسُولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم فِي آخِرَ يَوْمٍ مِنْ شَعْبَانَ، وَقَالَ:
أَيُّهَا النَّاسُ! قَدْ أَظَلَّكُمْ شَهْرٌ عَظِيمٌ، شَهْرٌ مُبَارَكٌ، شَهْرٌ فِيهِ لَيْلَةٌ خَيْرٌ
مِنْ أَلْفِ شَهْرٍ؛ شَهْرٌ جَعَلَ اللهُ صِيَامَهُ فَرِيضَةً، وَقِيَامَ لَيْلِهِ تَطَوُّعًا، مَنْ
قَرَّبَ فِيهِ بِخَصْلَةٍ مِنَ الْخَيْرِ أَوْ أَدَّى فَرِيضَةً، كَانَ كَمَنْ أَدَّى سَبْعِينَ
فَرِيضَةً فِيمَا سِوَاهُ.
(Hatabenâ rasûlü’llàh salla’llàhu aleyhi ve sellem, fî âhiri yevmin min şa’bân) “Şa’ban ayının son gününde Rasûlüllah SAS Efendimiz bize hutbe irâd eyledi. (Ve kàle) Hutbeye çıkıp şöyle dedi:
(Eyyühe’n-nâs) “Ey insanlar!” (Kad ezalleküm şehrun azîmün) “Sizin üzerinize muazzam, ulu bir ay gölgesini saldı, sizi gölgeledi, yâni yukarıdan üzerinize geldi.” Yarın Ramazan ayına gireceksiniz.
(Şehrun mübârekün) “Bu mübarek bir aydır.” Mübarek demek; içinde hem kutsallık olan hem de bereket olan mânâsına geliyor. Her bakımdan bereketle doludur. İnsanların hayırlara ve bereketlere erdiği bir aydır.
(Şehrun fîhi leyletün hayrun min elfi şehr) “Bu öyle bir aydır ki, içinde bin aydan daha hayırlı bir gece vardır.” Bu, ayet-i kerimeyle sabit olan Kadir Gecesi'dir. Bu gece hakkında;
لَيْلَةُ الْقَدْرِ خَيْرٌ مِنْ أَلْفِ شَهْرٍ (القدر:٣)
(Leyletü’l-kadri hayrun min elfi şehrin) “Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır.” (Kadir, 97/3) diye Sûre-i Kadir’de bildiriliyor. Bir gece var Ramazan'ın içinde, bu gece bin aydan daha hayırlı...
a. Teravih Namazı
Hadis-i şerîfe devam edelim: İçinde bin aydan daha hayırlı olan bir gece var. Sonra:
جَعَلَ اللهُ صِيَامَهُ فَرِيضَةً، وَقِيَامَ لَيْلِهِ تَطَوُّعًا،
(Ceala’llàhu sıyâmehû farîdatan ve kıyâme leylihî tatavvuà) “Allah-u Teàlâ Hazretleri bu ayın gündüzlerinde, yâni Ramazan ayının gündüzlerinde oruç tutmayı farz kılmıştır. (Ve kıyâme leylihî) Geceleyin kalkıp namaz kılmayı, gece ibadetini de nafile, sevaplı, kârlı, güzel bir ibadet kılmıştır.”
Demek ki, biz gündüzleri oruç tutarak, Allah-u Teàlâ Hazretleri’nin farz tavsiyesini yerine getirmiş oluyoruz. Teravih kıldığımız zaman da farz olmayan, tatavvu' olan emrini yerine getirmiş oluyoruz, Efendimiz’in sünneti olarak... Çünkü Efendimiz, kendisine emrolunan şeyleri önce kendisi yapardı. Ümmetine nakletmeden önce, kendisi bu Teravih namazını kılmış, sünnet. Biz de o sünnete ittibâen camilerde sevgiyle, coşkuyla, sabırla, şükürle, tatlı bir şekilde, aşk ile, şevk ile teravih namazlarını kılıyoruz. Demek ki, onun da kaynağı, Mevlâmız’ın tatavvu' olarak bunu emretmiş olması.
b. Hayırlara Yetmiş Kat Karşılık Verilmesi
Burada, hadis-i şerîfin bu cümlesinde, çok büyük bir müjdeyle karşı karşıyayız:
مَنْ قَرَّبَ فِيهِ بِخَصْلَـةٍ مِنَ الْخَيْرِ أَوْ أَدَّى فَرِيضَةً، كَانَ كَمَنْ أَدَّى
سَبْعِينَ فَرِيضَةً فِيمَا سِوَاهُ.
(Men tekarrabe fîhi bi-hasletin mine’l-hayri ev eddâ farîdaten, kâne kemen eddâ seb’îne farîdaten fîmâ sivâhu)
“Kim bu ayda iyiliklerden bir iyilik, ibadetlerden bir ibadet yaparsa, Allah rızası için bir hayrı işlerse, veya bir farzı edâ ederse; başka zamanlarda yaptığının yetmiş katı daha fazla mükâfat alır. Yani Ramazan ayında yapılan hayır, edâ edilen bir farz, başka aylarda yapılandan yetmiş kat daha sevaplıdır.
Şimdi meselâ, Ramazan'da namaz kılıyoruz, teravih namazı kılıyoruz, yirmi rekât kılıyoruz. Efendimiz’den çeşitli rivayetler var. Bu da Ramazan'ın dışında, meselâ Şa’ban ayında, yatsıdan sonra böyle yirmi rekât kılmış olsa, ki kılabilir insan... İstediği kadar kılabilir her zaman, nafile, tatavvu namazlar kılabilir. Bir sevap alacak muhakkak ki. Allah sevecek, bir sevap alacak. Fakat Ramazan'da o işi yapınca, yetmiş kat daha fazla sevap oluyor.
Onun için, zekâtlarımızı Ramazan ayında vermeğe çalışalım!
Ramazan'da ibadetlerimizi arttıralım! Başka aylardaki yapacağımız hayırlı işleri de Ramazan'a çekelim! Bu sevapları biz de elde edelim!
c. Sabır ve Bereket Ayı
Hadis-i şerîfe devam ediyoruz:
وَهُوَ شَهْرُ الصَّبْرِ، وَالصَّبْرُ ثَوَابُهُ الْجَنَّةُ؛ وَشَهْرُ الْمُوَاسَاةِ، وَشَهْرٌ
يُزَادُ فِيهِ فِي رِزْقُ الْمُؤْمِنِ؛ فَمَنْ أَفْطَرَ فِيهِ صَائِمًا، كَانَ مَغْفِرَةٌ
لِذُنُوبِهِ وَعِتْقُ رَقَبَتِهِ مِنَ النَّارِ، وَكَانَ لَهُ مِثْلُ أَجْرِهِ، مِنْ غَيْرِ أَن
يُنْقَصَ مِنْ أَجْرِهِ شَيْءٌ.
(Ve hüve şehru’s-sabr) “Ramazan sabır ayıdır.” Sabrediyoruz. Karşımızda su duruyor, yemek duruyor, güzel meyvalar duruyor, tatlılar duruyor. Sabrediyoruz, nefsimize hakim oluyoruz.
İşte bu nefse hàkim olmak, en önemli işlerden birisi. Çünkü Peygamber Efendimiz bildirmiş ki: “Bizim en büyük düşmanımız, bizim kendi nefsimizdir.” Nefs-i emmâresi insana her türlü kötülüğü yaptırıyor. Günahları işlettiriyor, yapılması gereken güzel işleri ihmâl ettiriyor; yanlış bir ömür sürmeye, bir sürü vebal yüklenmeye sebep oluyor. Sabretmek çok güzel, nefse hakim olmak çok güzel!..
Arkasından SAS Efendimiz’in bir müjdesi daha var: (Ve’s-sabru sevâbühü’l-cenneh) “Sabrın da mükâfâtı cennettir.” buyuruyor Efendimiz. Evet, bu ay sabır ayıdır, sabrın da mükâfâtı cennettir.
Demek ki, sabrımızı güzel yapsak; Ramazan'da yemeğe karşı, içmeye karşı, diğer şeylere karşı olduğu gibi, midemizi yemeyip, oruç tutarak koruduğumuz gibi, gözümüzü de harama bakmaktan; dilimizi gıybet, iftira, yalan, dolan, kalp kırıcı söz gibi şeyler söylemekten tutabilsek; elimizi harama, günaha uzatmasak... Ayağımızla günah yerlere varmasak; kulağımızı haram yerlere tutmasak, onları dinlemesek... Yâni bütün âzâmızı korusak günahlardan... Tabii o da bir sabırdır. Bunun mükâfâtı da cennet oluyor.
(Ve şehrü’l-muvâsâh) Muvâsah, karşısındaki insanı kollayıp, onun ihtiyacını karşılamak, ihtiyacı olan şeyleri vermek demek. Bu ay böyle bir aydır. Bu ayda fakirleri sevindireceğiz ve onlara ihtiyaçları olan şeyleri vermeye gayret edeceğiz.
Bu da hatırımızda olsun! Kesemizin ağzını açalım, gözümüzü açalım, hayır fırsatları arayalım! Ziyafetler verelim, evimizde iftarlar verelim!.. Veya camide olabilir, başka bir yerde, lokantada olur.
(Ve şehrün yüzâdü fîhi fî rizkı’l-mü’min) “Bu öyle bir aydır ki, içinde mü’min kulun rızkı arttırılır.”
Bu da güzel! Hakikaten bunu da görüyoruz. Bu ayda mü’minin rızkı arttırılıyor. Soframızın üstüne nimetler dolup taşıyor, koyacak yer kalmıyor. Meyvalar, tatlılar, çeşit çeşit yemekler... Neden?.. Allah rızkını arttırıyor mü’minin. Onun için başka aylarda olmayan bir güzellik var sofralarımızda; bereket, bolluk var...
d. Oruçluya İftar Ettirmenin Sevabı
فَمَنْ أَفْطَرَ فِيهِ صَائِمًا، كَانَ مَغْفِرَةٌ لِذُنُوبِهِ، وَعِتْقُ رَقَبَتِهِ مِنَ النَّارِ،
وَكَانَ لَهُ مِثْلُ أَجْرِهِ، مِنْ غَيْرِ أَنْ يُنْقَصَ مِنْ أَجْرِهِ شَيْءٌ.
(Femen eftara fîhi sàimen) “Kim bu ayda bir oruçluyu iftar ettirirse...” Yâni akşamleyin, “Gel bakalım, oruç tutmuşsun, soframızda yemeği beraber yiyelim!” diye iftar ettirdi. O oruçluyu doyurdu akşamleyin. “Kim bir oruçluyu iftar ettirirse...” Ne olur?.. (Kâne mağfiretün li-zünûbihî) “Günahlarına mağfiret sebebi olur, Allah günahlarını mağfiret eder bu ziyafetiyle... (Ve ıtku rakabetihî mine’n-nâr) Ve cehennemden boynunun bağının çözülmesine sebep olur.” Yâni, Cehennemden kurtuluşuna vesile olur, günahlarının afv u mağfiretine vesile olur.
(Ve kâne lehû mislü ecrihî, min gayri en yünkasa min ecrihî şey’un) “Oruçlunun sevabının, ecrinin bir benzeri, bir o kadarı, bu oruçluya iftar ettiren kimseye verilir.”
Oruçlunun sevabından hiçbir şey eksiltilmeden, Allah öbür taraftan iftar ettirene de o miktarda veriyor. Bu da çok güzel!.. Yâni, oruçlu yemeğini yiyecek, tabii oruç tutmasının sevabını alacak ama, oruçluya iftar ettiren kimseye —onun sevabından hiçbir şey eksilmeden, Allah’ın fazl u kereminden— oruçlunun kazandığı sevap kadar da sevap verilir. Oh, ne kadar güzel!
İnsan istiyor ki, çok geniş bir meydan olsun; oraya bütün müslümanları çağırsın, yedirsin, içirsin her akşam... Anlıyorum şimdi ben, o zengin paşa efendilerin, Osmanlılar zamanında padişahların, paşaların, sadrazamların, Ramazan gelince konakların kapısını açıp da, civardan, hanlardan, mahallelerden insan toplayarak, “Buyurun bize!” diye, onlara evlerinde, konaklarında ziyafet vermelerinin sebebini şimdi daha iyi anlıyorum.
Bir de mübarekler, diş kirası derlermiş. Zarif insanlar, latîf insanlar. Diş kirası ne demek?... İftar ettirdikleri insana bahşiş veriyor. Neden?.. Yâni, “Zahmet ettiniz, geldiniz, burada yemek yediniz, çiğnediniz, dişiniz yoruldu. Buyurun, diş kirası...” diye bir de böyle şakası, latîfesi var Osmanlıların... Ne kadar güzel!
Tabii ashab-ı kiramın halini düşünelim, o devrin mahrumiyetleri düşünelim! Paraları yok, yerleri yok, yurtları yok, giyimleri yok... Koyun postlarına bürünmüşler, aşk ile, şevk ile Rasûlüllah’ın etrafına toplanmışlar. Dünyayı gözleri görmüyor, karınları içine çökmüş, fukara insanlar. Kimisi mescide sığınmış, Ashab-ı Suffa... Onun için dediler ki:
لَيْسَ كُلُّنَا يَجِدُ مَا يُفَطِّرُ الصَّائِمَ. قَالَ: يُعْطِي اللهُ هَذَا الثَّوَابَ
لِمَنْ أَفْطَرَ صَائِمًا عَلٰى تَمْرَةٍ، أَوْ شَرْبَةِ مَاءٍ، أَوْ مَذْقَةِ لَبَنٍ.
(Kàlû: Leyse küllünâ yecidu mâ yuftıru’s-sàim) “Yâ Rasûlallah, hepimiz oruçluya iftar ettirecek bir yiyeceğe sahip değiliz ki...”
Doğru. Yâni, o kadar mahrumiyetler çekerlerdi ki mübarekler, bazen bir hurmayı bile yutmazlardı; biraz birisi emerdi, sonra ötekisine verirdi. Evet, başkasının ağzından bir şey almak doğru değil ama, ne yapsınlar, başka hurma yok... Biraz birisi emerdi şekerini, biraz birisi emerdi. Bir hurmayı bile yutmazlardı.
Biz şimdi orucu tutunca, sırf iftariye olarak kaç tane hurma yutuyoruz!.. Kaç çeşit iftariye masanın üstüne geliyor, onlardan alıyoruz. Daha yemek yemedik diyoruz, iftar ettik diyoruz, gidiyoruz akşam namazını kılmaya... Ondan sonra da dönünce artık, masanın üstünde muazzam şeyler oluyor.
Onlar tabii sormuşlar: “Hepimiz böyle iftar ettirecek mâli imkâna sahip değiliz. Şimdi ne olacak yâ Rasûlallah?” demişler. Onlar da özenmişler, imrenmişler. “Ah bizim de paramız olsa, biz de ziyafet çeksek, ama yok!” diye sormuşlar.
(Kàle) Fakirleri Allah mahrum bırakır mı? Peygamber Efendimiz müjdeliyor onları da, diyor ki:
(Yu’ti’llâhu haze’s-sevâbe li-men eftara sàimen alâ temretin, ev şerbete mâin, ev mezkata lebenin) “Allah bu sevabı, bir oruçluya bir hurma ikram edip, veya bir içim su verip, veya bir tadımlık süt ikram eden kimseye de verir.”
Sütleri olabilir. Çünkü bir keçisi vardır mübarek zavallının. Bir kaba biraz sağar, oruçluya verir. O da yoksa bir bardak, bir tas su ikram eder, “Buyur, orucunu açıver!” der. Çünkü, orucu açmakta acele etmek de sünnettir, Efendimiz’in tavsiyesidir.
Demek ki su ikram etse, yahut bir tane hurmacık verse, veya birazcık süt içirse bile, bu sevabı Allah ona da verir. Neden?.. Çünkü miktarlardan ziyade gönüldeki duygular önemli! Hani,
“—Az veren candan, çok veren maldan.” demişler büyüklerimiz.
Yâni az veriyor, çünkü kendisinde az... Ama olsa, daha çok verecek. Gönlü güzel, ondan Allah o sevabı veriyor.
e. Evveli Rahmet, Ortası Mağfiret...
وَهُوَ شَهْرٌ أَوَّلُهُ رَحْمَةٌ، وَأَوْسَطُهُ مَغْفِرَةٌ، وَآخِرُهُ عِتْقٌ مِنَ النَّارِ.
(Ve hüve şehrun evvelühû rahmetün ve evsatühû mağfiretün, ve âhirühû ıtkun mine’n-nâr) “Bu Ramazan öyle bir aydır ki, evveli rahmettir.” Yâni Allah’ın rahmetine kavuşma vesilesidir.
(Ve evsatühû mağfiretün) “Ortası günahların mağfiret olduğu zamandır.” Tabii oruç tutmaya başladı, teravih kılmaya başladı, hayırlar yapmaya başladı, ilk on günü geçti... Allah-u Teàlâ Hazretleri günahları mağfiret ediyor, siliyor, affediyor.
(Ve evsatühü mağfiretün) “Ramazan'ın ortasında mağfiret var. Allah kullarını mağfiret ediyor, günahlarını örtüyor, affediyor.
(Ve âhirühû ıtkun mine’n-nâr) Sonu da cehennemden âzad olmaktır.” Ramazan'ın sonunda, kul cehennemden âzad oluyor. Böyle güzel bir ay.
وَمَنْ خَفَّفَ عَنْ مَمْلُوكِهِ فِيهِ، غَفَرَ اللهُ لَهُ، وَأَعْتَقَهُ مِنَ النَّارِ.
(Femen haffefe an memlûkihî fîhi, gafara’llàhu lehû, ve a’tekahû mine’n-nâr.) “Kim kölesine vazifeyi, hizmeti hafifletirse bu ayda, Allah onu mağfiret eder ve onu cehennemden âzad eder.”
f. Ramazan’da Zikir ve Dua’yı Çok Yapın!
وَاسْتَكْثِرُوا فِيهِ مِنْ أَرْبَعِ خِصَالٍ: خَصْلـَتَانِ تُرْضُـونَ بِهِمَا رَبــَّكُمْ، وَ
خَصْلَتَانِ لاَ غِنٰى لَكُمْ عَنْهُمَا. فَأَمَّا الْخَصْلَتَانِ اللَّتَانِ تُرْضُونَ بِهِمَا
رَبَّكُمْ: فَشَهَادَةُ أَنْ لاَإِلٰهَ إِلاَّ اللهُ وَتَسْتَغْفِرُونَهُ. وَأَمَّا الْخَصْلـَتَانِ اللَّتَانِ
لاَ غِنٰى لَكُمْ عَنْهُمَا: فَتَسْأَلوُنَ اللهَ الْجَنَّةَ، وَتَتَعَوَّذُونَ بِهِ مِنَ النَّارِ.
(Ve’steksirû fîhi min erbai hisâlin) “Bu ayda dört şeyi arttırın, çok yapın! (Hasletâni turdùne bihimâ rabbeküm) “Bunlardan iki tanesi ile Rabbinizi kendinizden râzı edersiniz. Yâni, Allah’ın rızasını kazanırsınız, Allah sizden râzı olur iki tanesiyle. (Ve hasletâni) Diğer iki tanesi de, (lâ gınâ leküm anhümâ) sizin ihtiyacınız olan şeylerdir. Onlardan müstağni kalamazsınız, size mutlaka lâzım olan iki şeydir.”
(Feemme’l-hasletâni’l-letâni turdùne bihimâ rabbeküm) “Rabbinizi kendinizden razı edeceğiniz iki şey nedir? Allah’ın rızasını kazanmanıza sebep olan, Allah’ı sizden razı edecek olan iki iş:
(Feşehâdetü en lâ ilâhe illa’llàh) ‘Allah’tan başka ilâh olmadığına şehadet etmek, yâni Eşhedü en lâ ilàhe illa’llàh demektir. Kelime-i tevhid çok önemlidir. (Fe’steksirû) “Çoğaltın, çok yapın yapabildiğiniz kadar...” diyor.
İkincisi: (Ve testağfirûnehû) “Ve Allah’tan mağfiret isteyeceksiniz, tevbe ve istiğfar edeceksiniz. “Affet beni Allah’ım! Beni mağfiret eyle yâ Rabbi!..” diyeceksiniz. Bunu da Allah çok sever.” buyuruyor.
Bu da Allah’ı sizden râzı edecek olan bir ifade, bir söz. Bu da çok güzel!.. Neden?.. Kul hatasını anlıyor, Mevlâsını biliyor ve ondan af diliyor. Ne kadar güzel bir şey...
Bizim kardeşlerimizden, bakanlık filân da yapmış olan bir kardeşimiz, yeğenini Hocamız’a getirmiş, elini öptürmüş. Demiş ki:
“—Hocam, yalnız bizim bu yeğenin bir kusuru var!..”
“—Nedir?..” demiş Hocamız.
“—Bu sadece imtihan vakitlerinde abdest alır, namaz kılar. Yâni imtihanları geçeyim diye, o zaman namazı kılar.” demiş.
Yâni ayıp... Neden ayıp?.. Her zaman kılmıyor da, başı sıkışınca kılıyor. Namazı muntazaman kılması gerekirken, sadece imtihan zamanlarında kılıyor diye ayıpladığı için, düzeltsin diye; yâni Hocamız’ın karşısında mahcup olsun da, yeğeni bu kusuru bıraksın diye, düzeltsin diye böyle söylemiş.
Ama Hocamız’ın cevabı çok hoşuma gitti. Hocamız buyurmuş ki:
“—Aferin, bak, başı sıkıştığı zaman nereye müracaat edeceğini nasıl biliyor!..”
İmtihanda tabii başı sıkıştı, geçmesi lâzım, heyecanlı bir iş. Geçerse sınıfı geçecek, mezun olacak, iş güç sahibi olacak... Geçemezse, sınıfta kalacak. Okuldan atılırsa, anası babası ne kadar üzülür. “Bak, başı dara gelince nereye müracaat edeceğini bilmesi ne kadar güzel!” demiş.
Tabii, bu da Hocamız’ın kemâlâtından bir nümûne. Yâni, mahcup etmedi o kişiyi...
Evet, işte kul da başı sıkışınca nereye müracaat edeceğini bilmiş olduğundan, Estağfiru’llàh demekle hatasını itiraf etmek, tevâzùdur.
“—Kişi noksanını bilmek gibi irfân olmaz.” diye, bir şairin mısrası var. (2)
Noksanını biliyor, hatasını anlıyor, boynunu büküyor, Mevlâsına yöneliyor. Allah-u Teàlâ Hazretleri seviyor bunu, râzı oluyor kulundan... E kul günahlıydı, ondan afv u mağfiret istiyor, ortada bir suç var da affını istiyor... Olsun, işte suçluluğunu anlayıp da, Allah’ın affettiğini bilip de ona yönelmesi, Allah’ın rızasını kazanmasına sebep oluyor.
Demek ki, özetleyecek olursak bu son izahlarımızı: Bu ayda ne tavsiye ediyor Peygamber Efendimiz?.. Dervişlik tavsiye ediyor:
“—Çok Lâ ilàhe illa’llàh deyin, çok Estağfiru’llàh deyin!” demiş oluyor.
Sonra, (ve emme’l-hasletâni'l-letâni lâ gınâ leküm anhümâ) kendisinden vazgeçemeyeceğiniz iki tanesine gelince: (fetes’elû-na’llàhe’l-cenneh ve teteavvezûne bihî mine’n-nâr) Evet, vazgeçe-meyeceğimiz iki şey nedir? Onlar da, “Allah’tan cenneti istemek, cehennemden Allah’a sığınmak...”
Sonra, son cümleyi okuyorum. Cenneti isteyip, cehennemden Allah’a sığınmaktan sonra, Efendimiz bir kere daha dönmüş o konuya:
وَمَنْ أَشْبَعَ فِيهِ صَائِمًا، سَقَاهُ اللهُ تَعَالٰى مِنْ حَوْضِي شَرْبَةً،
لاَ يَظْمَأُ بَعْدَهَا أَبَدًا.
(Ve men eşbaa fîhi sàimen) “Kim oruçluyu doyurursa Ramazan gününde, (sekàhu’llàhu teàlâ min havdî şerbeten) Allah-u Teàlâ Hazretleri ona benim Havz-ı Kevser’imden öyle bir kadeh sunar, öyle bir kâse sunar, öyle bir içer ki, (lâ yazmeü ba’dehâ ebedâ) bir daha ebediyyen susuzluk duymaz. İliklerine kadar lezzet dolar, suya kanar. Kevser şarabını içtikten sonra, artık bir daha dudak kuruması, susuzluk çekmesi, iç yanması olmaz.”(3)
Allah-u Teàlâ Hazretleri cümlemizi cennetine dâhil eylesin... Ve cehennemden âzad eylesin... Ve Peygamberimiz SAS Efendimiz’in o mübarek Havz-ı Kevserinden, nurdan kâselerle doya doya nûş etmeyi, sizlere de bizlere de nasib eylesin… (4)
-Alıntıdır
——————————
(1) İbn-i Huzeyme, Sahîh, c.III, s.191, no:1887; Beyhakî, Şuabü’l-İman, c.III, s.305, no:3608; Heysemî, Müsnedü’l-Hàris, c.I, s.412, no:321; İbn-i Şâhin, Fadàilü Şehri Ramadàn, c.I, s.18, no:16; Selmân-ı Fârisî RA’dan.
Kenzü’l-Ummâl, c.VIII, s.757, no:23714 ve s.961, no:24276; Câmiü’l-Ehàdîs, c.XXIII, s.176, no:25782.
(2) Şiir Bursalı Tabip Muhammed Bey’e ait. Beytin tamamı:
Çeşm-i insaf gibi kâmile mizan olmaz,
Kişi noksanını bilmek gibi bir irfan olmaz.
(3) Abdü’l-kàdir-i Geylânî, Gunyetü't-Tàlibîn, s. 4.
(4) Prof. Dr. M. Es’ad Coşan, 10.02.1995 Akra Cuma Sohbeti’nden.
Kaynak:
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.