Paradigma değişmeli-Analiz
Prof. Keyman, “Anayasa değişiklik paketine yönelik eleştiriler rejimi korumak değil, demokrasiyi güçlendirmek ekseninde olmalı” diyor.
Prof. Keyman, “Anayasa değişiklik paketine yönelik eleştiriler rejimi korumak değil, demokrasiyi güçlendirmek ekseninde olmalı” diyor.
E. FUAT KEYMAN
Prof. Dr. Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi
Türkiye son yıllarda ciddi, çözülmesi zor, ama kendi istikrarı içinde çözümü gerekli bir ikilem yaşıyor. Bir taraftan, ekonomi, kültür ve dış politika alanlarında büyük bir dönüşüm sürecinden geçen bir Türkiye var. Türkiye’nin ‘küreselleşmesi’, ‘Avrupalılaşması’, ‘kentleşmesi’, ‘orta sınıflaşması’, ya da bölgesel güç konumuna gelmesi gibi nitelemeler bu büyük dönüşümü simgeliyorlar. Ama diğer taraftan da, özellikle siyasi alanda, siyasetin giderek bir çıkmaza girdiğini gözlemliyoruz. Bu sorunu da, ‘rejim kavgası’, ‘hükümet-muhalefet uzlaşmazlığı’, ‘kurumlar arası kavga’ ya da ‘siyasete siyaset-dışı kurumların müdahalesi’ gibi nitelemeler simgeliyor. Siyasi çıkmaz sorunu yaşayan siyasi alanla, dönüşüme anlam ve yön veren ekonomi, kültür ve dış politika alanları arasındaki bu giderek artan ‘boşluk’ ve ‘zıtlık’, bugün yaşadığımız ve çözmemiz gereken ‘ikilemi’ ortaya çıkartıyor. Bu ikilemi çözmeden Türkiye’de demokrasinin güçlenmesi, ekonominin istikrarı, birlikte yaşama normlarının güçlenmesi ve dünya siyasetinde güçlü ülke olma konumunun sürdürülebilmesi olanaksız.
Türkiye ikilemi aşmak zorunda
Büyük bir olasılıkla Türkiye’yi referanduma götürecek ve büyük ölçüde bu yıl ya da en geç gelecek yılın ilk yarısında yaşayacağımız genel seçimlerin sonucunu etkileyecek Anayasa değişiklik paketini, yüz yüze olduğumuz bu ikilem temelinde düşünmeliyiz. Değişiklik paketi eğer bu ikileme çözüm sürecini başlatacaksa, dolayısıyla çözüm üretici bir nitelikte toplumsal kesimler tarafından algılanırsa başarılı olacaktır. Bu nedenle de, ilk önce “toplumsal dönüşüm-siyasal çıkmaz arasında yaşadığımız ikilemin” kaynaklarına inmeliyiz ki bu, hem pakete nesnel yaklaşmamız, hem de paketin başarılı olması için nasıl bir yöntem izlemesi gerektiğini saptamamız için yararlı olacaktır.
Bu ikilemin nedenlerini konuşurken, farklı kesimleri dinlediğimiz zaman, şu noktaların altının çizildiğini görüyoruz. Bir kesim, 2002 yılından bugüne Türkiye’yi yöneten AK Parti iktidarını ve onun yönetim tarzını eleştiriyor. AK Parti’nin yönetim anlayışında ve Türkiye’ye bakışında, kendisini tanımladığı “muhafazakar-demokrasi” kimliğinin, muhafazakar boyutunun sıklıkla ağır basması, bu eleştiriyi, aşırı ideolojik ve tepkici görüşleri bir tarafa bırakırsak, haklı kılıyor. Diğer bir kesim, temel sorun olarak, “zayıf, seçim kazanamayan ve tepkici muhalefet sorunu” olarak görüyor.
Muhalefet, AK Parti’ye karşı seçim kazanamayan, tek başına ülkeyi yönetme iddiasını dile getiremeyen bir zayıflığa düştükçe, bu zayıflığı, siyasi tartışma ve rekabeti “rejim sorunu”na indirgeyerek kapatmak istiyor; bunu yaparken de, devlet kurumlarıyla yakınlık içinde, hükümete tepkili, kurumsal kavgayı körükleyen bir davranış tarzına giriyor. Bu da haklı bir görüş. Demokratikleşme çabalarından teröre karşı mücadeleye, yeni anaysa girişimlerinden aktif dış politika açılımlarına uzanan bir alanda, hükümetin demokrasi yanında yer alan girişimlerinin hiç biri, muhalefet tarafından desteklenmediği gibi, hepsi “rejime tehdit” girişimler olarak değerlendiriliyor ve böylece muhalefet Türkiye’yi sürekli bir rejim tartışmasına sürüklüyor.
Devlet aklı değişmeli
Bununla birlikte, biliyoruz ki, ne AK Parti hükümetinin muhafazakar demokrasi kimliğinde demokrasi boyutunu ön plana çıkartması, ne de muhalefetin seçim kazanabilecek söylemsel ya da siyasi bir nitelik kazanması, Türkiye’de yaşadığımız ikilemi çözecek kapasiteye ve dönüştürücü güce sahiptir. Çünkü yaşadığımız ikilemi yaratan daha köklü, daha yapısal, daha kurumsal üçüncü bir neden, var: 1961 Anayasa’sı ile başlayan, 1970’lerde güçlenen, 1982 Anayasa’sı ile gücünü iyice pekiştiren, “devlet aklı” ve “yönetim paradigması”. Türkiye büyük dönüşümünü, hem söylem (rejimin korunması), hem de kurumsal (1982 Anayasa’sı) düzeylerde devletin siyaset ve toplum yönetimi üzerindeki gücünü simgeleyen “devlet-merkezci bir yönetim paradigması” içinde gerçekleştiriyor ve geldiğimiz noktada dönüşümün iyi ve adaletli yönetimi için yeni bir devlet aklına ve yeni bir siyaset anlayışına gerek duyuyor.
Bu gerekliliğin bugün somutta tartışılma alanı “yeni anayasa gerekliliği”, daha genelde tartışılma alanı “yeni siyaset gerekliliği”.
Bugün var olan 1982 Anayasa’sı, var olan devlet kurumlarının işleyiş tarzı, var olan siyaset yapma anlayışıyla Türkiye’yi yönetmek mümkün değil. Var olan devlet aklı ve yönetim paradigması içinde, aslında herhangi bir partinin demokrat olması ya da Türkiye’yi demokrasiye tam bağlılık içinde yönetmesi de olası gözükmüyor.
Dahası, var olan devlet aklı ve yönetim paradigması içinde, muhalefetin de kendisini güçlendirmesi ya da Türkiye’yi demokratik bir temelde yönetme iddiasını kazanması da olası gözükmüyor. Bu nedenle de, karşı karşıya ve çözmek zorunda olduğumuz ikilemin, indirgemeciliğe ve tek taraflılığa düşmeden, esas önemli nedeninin, var olan devlet aklı ve yönetim paradigması olduğunu düşünüyorum.
Hükmetme siyaseti
1960’lardan ama özellikle 1980’lerden bugüne süregelen yönetim paradigması, toplumu dönüştürme, modernleştirme, kalkındırma isteklerinin aksine, “toplum yönetimi sürecinde egemen aktör olma” isteğine dayanıyor; dolayısıyla da “egemenlik-hükmetme olarak siyaset” diyebileceğimiz bir siyaset zihniyetini ve eylemini yaşama geçiriyor. Egemenlik-hükmetme olarak siyaset, rejimin, devlet güvenliğinin ve devlet çıkarlarının korunmasını toplumsal sorunlara çözüm bulmanın, seçimlerin ve seçmenlerin seçimler yoluyla hükümeti değiştirme kapasitesinin önünde görüyor ve siyasetin birincil amacının rejimin korunması olması gerektiğini savunuyor.
Başta devlet seçkinleri olmak üzere, siyasi partilerin topluma hükmetmeyi, toplum üzerinde egemenlik kurmayı, toplumsal talepleri ve kültürel farklılıkları baskı altına almayı amaçlayan bir yönetim anlayışına sahip olmaları durumunda “yönetmek değil hükmetmek” anlayışı doğuyor.
Bu yönetim anlayışı, demokrasiye geçişe izin verse bile, demokrasinin güçlendirilmesine ve derinleştirilmesine karşı çıkıyor ki, Türkiye’de yaşadığımız ikilemin özünü de bu sorun oluşturuyor. 1982 Anayasası içerdiği egemenlik-hükmetme yönetim anlayışıyla, söylem ve kurumsal olarak, bu ikilemin kaynağını sembolize ediyor ve bu nedenle de, anayasa değişikliği yapılmadan Türkiye’nin iyi, adaletli ve demokratik yönetimini beklemek olanaksızlaşıyor.
Değişiklik paketi
Egemenlik-hükmetme olarak siyaset yapma paradigması, siyasi gündem içinde sürekli olarak rejim tartışmasını ön plana çıkartıyor; asker-hükümet ve yargı-hükümet ilişkileri de sürekli bu anlamda sorunlu hale geliyor. Bu siyaset ve toplum yönetimi anlayışından Türkiye’yi çıkartmalıyız. Bu nedenle de, Anayasa Değişiklik Paketinin amacı ve yöntemi, Türkiye’yi otoriter istikrar arayışlarına indirgeyen, siyaseti egemenlik-hükmetme istenciyle özdeşleştiren ve topumu kutuplaşmaya götüren yönetim anlayışından kurtarmak olmalıdır. AK Parti hükümeti de, değişiklik paketinin amacını bu temelde gördüğü ve sürdürdüğü ölçüde, toplum içinde destek bulacaktır.
Ama altını çizmeliyiz ki, paketin içeriği de amaca uygun olmalıdır ve paketin son hali de “amaç-içerik uyumu olan bir değişim paketi”ni topluma sunmalıdır. Amaç ile içerik arasındaki uyum ve tutarlılık, paketin toplumsal desteğini yaygınlaştırırken, muhalefeti de tepkici olmaktan çıkmaya zorlayacaktır. Değişiklik paketi, içerik temelinde, bir hükmetme anlayışından başka bir hükmetme anlayışına geçişi değil aksine, yeni bir yönetim ve siyaset yapma anlayışının ortaya çıkmasının ilk aşaması olarak görülmelidir. Diğer değişle, değişiklik paketi, yönetme temelinde yeni devlet aklına, yeni yönetim anlayışına ve yeni siyaset yapma tarzına Türkiye’yi götürecek yeni anayasanın yapım sürecinin başlangıç noktası işlevini görmeli, toplum tarafından böyle algılanmalıdır.
Güven verici adımlar
AK Parti hükümeti, bu amaç içinde, temel hak ve özgürlükler alanında içerdiği yenilikleri daha ileriye götürerek; parti kapatmalarında Venedik Kriterlerini tam olarak uygulamaya sokarak ve muhalefetin üzerinde odaklandığı HSYK ve Anayasa Mahkemesi’nin kurumsal-yeniden yapılanmasında güven verici adımlar atarak amaç ve içeriği tutarlı bir değişiklik paketi üretebilir. Böyle bir paketi, tüm olarak referanduma sokmak, meşru ve işlevsel hale de gelecektir.
Örneğin, bu güvenin kazanılması için, HSYK içinde, Adalet Bakanı, paketin içerdiği daha çok sembolik rolüyle kalırken, Adalet Bakanlığı Müsteşarı’nın bu kuruldan çıkartılması önemli olacaktır. Benzer biçimde, paketin Anayasa Mahkemesi’nin yeniden-kurumsal yapılanması için önerileri, gerek üye tercihleri, gerekse de Cumhurbaşkanı’na verilen aşırı rol bağlamında çok sorunludur.
Önerilen Anayasa Mahkemesi, ne yaşadığımız ikilemi çözecek, ne Türkiye’nin yeni bir yönetim anlayışına sahip olmasına katkı verecek niteliktedir. Hatta Cumhurbaşkanı’na verilen aşırı rol, parlamenter demokrasiyi güçlendirmek yerine, “acaba yarı-başkanlık sistemine mi geçiş amaçlanıyor?” şüphesini yaratacaktır.
Bu nedenle de, Anayasa Mahkemesi için “toplumun hukuka güveninin sağlanması” ve “hukukun toplumsal sorunlara çözüm bulma kapasitesine ve gücüne sahip olduğu algısının toplum içinde yaygınlaşması” amaçları temelinde yeniden-yapılanma önerileri geliştirilmelidir.
Anayasa değişiklik paketini olumlu görmeli, ama hükümetin de, paketi amaç-içerik tutarlığı içinde iyileştirmesini beklemeliyiz. Ama her şeyden önce, tüm aktörlerden de, değişim paketine, Türkiye’de gereksinim içinde olduğumuz ve toplumca hak ettiğimiz demokratik yönetim anlayışına geçişin ilk aşaması olarak yaklaşmalarını ve eleştirilerini rejimi koruma ekseninde değil, demokrasiyi güçlendirme temelinde yapmalarını talep etmeliyiz. Yeni siyaset de, böyle bir tutumu gerekli kılmaktadır.
Kaynak: